Geometri sanatın kanatlarıdır Ömer Lekesiz
SonTurkHaber.com, Yenisafak kaynağından alınan verilere dayanarak bilgi yayımlıyor.
Matematik ilimlerini geometri, astronomi, aritmetik ve musiki olarak dörde ayıran
Taşköprizâde Ahmed Efendi,
geometri (hendese) ilminin anlam ve mahiyetini “Ölçü (miktar) ve onlara bağlı olan şeylerin durumlarının, bunların birbirine olan konumlarının, oranlarının ve şekli hususiyetlerinin bilindiği bir ilimdir. Konusu, mutlak ölçülerdir. Geometrik cisim (cism-i tâlimi), çizgi, yüzey ve onlara bağlı açı, nokta ve şekil gibi şeyleri kastediyorum. Menfaati, bu konulara muttali olmak suretiyle zihnin keskinlik ve nüfuz kazanması, düşünceye kuvvetli bir idman yaptırmasıdır. Bunun nedeni, geometri ilimlerinin, burhan itibariyle en kuvvetli ilimler olduğuna ittifak edilmiş olmasıdır. Menfaati kabilinden olan bir şey de bu ilimlerin alt kolları olan önemli ilimlere muttali olmaktır.” şeklinde açıklayarak, onun alt kollarını da şöyle çeşitlendirmiştir:
Bina inşaatı (mimari, tezhip, hat); optik (menâzır); mercek (lens) ve aynalar; ağırlık merkezi (mekanik), çekme, kaldırma; yüzey; su çıkarma; saatler; vakitler (zaman); savaş âletleri; gemicilik; yüzme; rûhanî âletler ilimleri… (Es-Se’âdetü’l-Fâhira fi Siyâdeti’l-Âhira: İlimler Tasnifi, trc.: Sami Turan Erel, İMÜ, İstanbul 2016; Mevzuat’ül-Ulûm, trc.: Mümin Çevik, Üçdal, İstanbul 2011)
İbnü’l-Heysem’
in, Taşköprizâde’den yaklaşık 500 yıl önce felsefeyi geometri ve mantık olarak ikiye ayırdığını, felsefede onun
burhanı bilme
nin şartı sayıldığını ve bu sebeple aynı zamanda alıştırma ilmi (ilmü’r-riyaza) olarak adlandırıldığını söyleyişini hatırlatarak (Semeretü’l-Hikme – Geometriye Giriş, trc.: Muhammet Ali Koca, AlBaraka, İstanbul 2022; Kitâbü’l-Menâzır, trc.: M. Faruk Toprak, Uzam, Ankara 2024)…
Geometrinin (aritmetik ve matematik) esasında sayı (aded) ile “zihinsel düzlemde soyut parçalardan” meydana gelen mikdâr (mekîl, mevzûn, misâha ve mikyas) ilmi olarak tanım, mahiyet ve dallarına dair eski eserlerin İslam dünyasına tercümesinin başladığı III./IX. yüzyıldan bugüne kadar geleneksel bir bilgi halinde yenilikler ve artışlar kaydederek geldiğini belirtmeliyiz. (Ali Sedâd, Mîzânu’l-Ukûl, trc.: İbrahim Çapak, Harun Kuşlu, Metin Aydın, YEK, İstanbul 2015; Tehânevî, Keşşâfu Istılâhâti’l-Fünûn ve’l-Ulûm, haz.: Ömer Türker, Ketebe, İstanbul 2024; İhsan Fazlıoğlu, Aded ile Mikdâr-1, Ketebe, İstanbul 2020)
Geometri ile sanatın ilişkisini tespitte, bu kadarcık bir kaydî bilgiye baş vurmamızın iyi okurlar dahil Sanatçıları bile yoracağının farkındayız. Zira bir geometricinin -İbnü’l-Heysem’e göre bir
mühendis
in- geometriyle ilgisi, bir sanatçının ilgisiyle aynı düzeyde değildir yani bu ilginin tarafları cihetinden eşitlenmesi mümkün değildir.
Basit bir örnekle, geometrici bir taşın yüzey ve hacmini ölçerek ondan belli ebatlarda kaç adet mihrap taşı çıkacağını hesaplar ama sanatçı bu hesabın hiçbir yerinde olmaksızın hesabın yapılma psikolojisiyle zaman ve mekân şartlarını da gözeterek o taşları yapan ustanın psikolojisini, dini mekân hassasiyetini, çalışma vecdini, fantezilerini, elinin yaralanması vb. fiili deneyimlerin ondaki etkilerini… arar.
Biz geometri ile sanatın ortaklaşmasını benzer ama uygulamada çok farklı sebepleriyle daha iyi anlatabilmek için yukarıdaki bilgilere başvururken, aynı zamanda bununla, geometrinin görünen, aletler yoluyla ya da aklen görülmesi mümkün bulunan âlemin hemen tamamını kapsaması nedeniyle onun, sanat için de
kanat
hükmünde olduğunu belirtmek istedik.
Bu tespitimizin içini doldurmadan
önce
hatta biraz da onu doldurabilmek için, geometrinin
burhan
yani doğruluğunda kuşku kabul etmeksizin zaruri bilgiyi oluşturan
kesin
delil
esasında fıkha ve kelama da sinişinden hareketle
Takîyüddîn’in
şu önemli eleştirisini dikkatinize sunuyoruz:
“Bazı bilginler, bu bilimin temelinin ve ilkelerinin ilahi bir vahiy ile insanların teamüllerinde var olduğunu açıkladılar. Aksi halde bu anlamları anlamak ve elde etmek, tek bir kişi için, isterse çok uzun bir zaman içinde olsun, salt aklın yardımıyla olanaklı değildir. Onlar gözün ancak, baktığı nesneyi algıladığını, göz ile nesne arasında belirli bir mesafe olması dolayısıyla da duyu yoluyla algının gerçekleşmesi için fiziksel temasın gerektiğini, bu nedenle gözden bakılan nesneye bir şeylerin gittiğini (çıktığını) ve onunla temas ederek, suretini göze getirdiğini savundular. Benzer şekilde optik biliminin pek çok problemini göz ve bakılan nesne arasındaki ışınların oluşturduğu koni aracılığıyla çözdüler. Ancak koninin kaynağı ve hedefi meselesinde ve duyuların sağladığı duyumların nitelikleri hususunda doğa bilimlerinin kurallarının denenmesini önemsemediler.” (Kitâbu Nûri Hadakati el-Ebsâr ve Nûri Hakîkati el-Enzâr, trc.: Hüseyin Gazi Topdemir, TÜBA, Ankara 2017)


