Hürriyetin ‘Kızıl Kapı’sını açan ve yazan eller Yasin Aktay
Yenisafak sayfasından alınan verilere dayanarak, SonTurkHaber.com duyuruda bulunuyor.
Bugün Gazze ismi başlı başına özgürlüğün en güçlü ve hak edilmiş sembolü, özgür insanların yaşadığı, direndiği ve şehit olduğu en kutlu mekân. Bu mekânda bu yiğit insanların ellerinin dokunduğu, kanlarının döküldüğü, nefeslerini alıp verirken temas ettikleri her şey bir sembol haline geliyor.
Bu insanlar için yapılacak bir edebiyat onların yaşadıklarından daha çarpıcı, daha beliğ olabilir mi?
Her biri bir ayetin içinden çıkıp gelmiş gibi insanlığın gözlerini açan hakikatleriyle. Her biri peygamberler tarihinin içinden gelen birer havari, birer sahabe birer evliya gibi insanlar yaşadıkları bütün ortamları da kutsal mekanlara çevirmiş olmazlar mı?
7 Ekim günü artık günlerden bir gün değil, Allah’ın üzerine ölü toprağı serilmiş bu ümmeti sadece kendisine kul olmak üzere uyandırdığı bir ezan saati. Aksa Tufanı
sembol olarak gönderme yaptığı Mescid-i Aksa’nın da insanlık için ikinci doğuşun başlangıcı olan Nuh Tufanı’nın da ötesinde kendi gerçekliğine, kendi eylemine daha fazla işaret eden bir isim oldu.
Aksa Tufanı bütün insanlığa bir felah çağrısı.
İnsanların görünür görünmez zincirleriyle bağlandıkları, köleleştirildikleri,
kapatıldıkları bir düzenin kapılarını kana boyanmış elleriyle açan Gazze’nin yiğitlerinin mesajını yine onlardan daha güzel, daha etkili kim taşıyabilirdi?
Görünür görünmez zincirler altında köleleştirilmiş insanları sadece edebiyatla, sadece nutuklarla kimse özgürleştiremez, özgürleşmeye ikna edemez her şeyden önce.
Özgürleşebilmek için önce özgür olmadığını görmesi gerekir insanın.
Kula kulluktan kurtulabilmek için de ettiği kulluğun farkına varması lazım.
Mısır’ın Âkif’i diyebileceğimiz şair
Ahmed Şevkî’nin
meşhur
“Hürriyetin kızıl bir kapısı vardır ki / Onu ancak kana bulanan eller açar”
dizeleri ait olduğu daha uzun Şam Nekbesi içindeki diğer dizeler arasından kendi sembolik değerini en fazla
Yahya Sinvar’ın
dilinde bulmuştur. Sinvar, Gazze’nin harabeleri arasından süzülerek cihadına devam ederken bu sözleri söylediğinde bu sözlere de gerçek anlamda en güçlü etkisini kazandırmıştır.
Bu saatten sonra bu sözler Ahmed Şevkî’den ziyade Yahya Sinvar’a ve onun dava arkadaşlarının mücadelesine aittir.
O mücadeleyi isimlendiren, o mücadeleye gidip yapışan ve o mücadelenin en güçlü ifadesine dönüşen muhteşem bir sembol.
Öyle değil miydi zaten sembol? Aynı bütünün birbirinden ayrılmış, belki birbirini kaybetmiş iki parçasının birbirini buldukları ve kavuştukları an.
Öyledir
. Gazze’de ortaya konulan muhteşem mücadele, özgürlüğün kızıl kapısını açan kanlı ellerin yaşadıkları, edebiyatı kendisinden asla daha etkili olamayacak bir hakikat tecellisi.
Ancak nasılsa daha iyisi yapılamaz diye susmamak lazım. Hafıza-i beşer nisyan ile malul. Şahit olunduğunda aktarılmayan, anlatılmayan olayların bizim üzerimizde bir hakkı vardır.
Gazze’nin herkes üzerinde bir hakkı vardır. İnsanoğlu nice ayetleri bile gördüğü anda inkâr etmiştir. O zaman birilerinin de en azından şahitlik etmesi lazım, anlatması ve aktarması lazım.
Ola ki burada olmayanlar, şahit olmayanlar burada olanlardan daha iyi anlar, daha iyi dersler çıkarır.
Değerli dostumuz
Süleyman Ceran
, Gazze’nin Hafızası’nı bu şahitler üzerinden derlemek üzere yola çıkmış, çok değerli bir iş koymuş ortaya. Kızıl Kapı üst başlığını verdiği üç ciltlik bir kitapta Gazze’ye dair toplam Türk ve Gazzeli yazardan Gazze’nin
İnsan, Sembol ve Mekân
olarak tezahür eden
hafıza lahzalarına
dair şahitlikleri yazdırmış. Bir mülakatında bu çabasına dair beklentilerini şöyle ifade etmiş: “Gazze’nin konuşulması... Aksâ Tufanı sürecinin gençler tarafından anlaşılması ve unutulmaması… Türkiye Müslümanlarının Gazze konusu üzerinde tam bir mutabakat ile hareket etmesi… Bu eserle Gazze’ye hem ekonomik hem de moral destek vermek…”
İNSAN
başlığı altında İsmail Heniyye, Yahya Sinvar, Muhammed Deyf, Salih el-Aruri, Ebu Ubeyde, Halit Meşal, Halid Nebhan, cerrah, doktor, hemşire, gazeteci, Ümmü Usame ve Ümmü Huzeyfe gibi
Gazze’nin içinde devleşen, eşref-i mahlukat seviyeleriyle temayüz eden insanlar
ile Habermas, Walzer, Mahmud Abbas, Netanyahu ve dengeci politikalarıyla soykırıma suç ortaklığı yaparak
esfel-i safiline kadar alçalan insanlar
anlatılıyor.
SEMBOL
başlığı altında mültecinin sessiz direnişi olarak çadır, yiğitlerin elinde paçavraya dönen mirkava, Gazze, kırmızı üçgen, enkaz, sniper, doğum, ilaç, Gazze’ye bakan objektifler, duvar, Gazze’de zaman, boş tencere, un, dönüş anahtarı, Sinvar’ın koltuğu, müzakere masası, Aljazeera TV, Kur’an, diken ve karanfil, gazlı bez, limonlu Gazze keki, konserveler, Gazzeli babanın poşeti, kundak ve kefen, zeytin kökleri, Rim’in küpesi, Kuş resmi, Yasin 105, bir sopadan asa yapan Yahya Sinvar, şarapnel ve bir dilim karpuz gibi kelimeler.
Bunların her biri bu süreç içinde bir asil direnişin ve mücadelenin yol işaretleri gibi.
Çok değerli yazarlarca yazılarak kayıt altına alınmış.
MEKÂN
başlıklı kitabın içinde ise Gazze ile birlikte
her biri bir büyük mücadeleye, insanlığın yücelişiyle, alçalışıyla ortaya koyduğu performansın icra olduğu mekanlar. Yaşananlara şahit olan mekanlar.
Kıyıdaki kanlı karanfil olarak Gazze. Refah, Cebaliye, Şucaiyye, Beyt Hanun, Han Yunus, Komşu kapı, Netiv HaAsara, Netzarim Koridoru, azimle örülen ve izzete açılan tüneller, Şifa hastanesi, Ehli hastanesi, Kuzey’in son hastanesi, doktor odası ve direnen şarkı, İsrail’in Guantenamosu olarak Sde Teiman, Filistin Meydanı, enkaz, Mescid, Gazze mektebi, Tabiin okulu, Dünya Merkez Mutfağı, Relax Cafe, geri dönüştürülmüş silahlar ve sosyal medya, sokak, Ankara, Güney Afrika, Leylaklı Bahçe.
Bu isimlerin her biri olayın cereyan ettiği bir mekân, insanlığın iniş-çıkışlarının en uç şekillerde izlendiği bir sahne.
Gazze’de yiğitler özgürlüğü kızıl kapısını kanlı elleriyle açmaya çalışırken üzerlerine düşeni hakkıyla yapıyorlar.
Ancak kitapların editörü
Süleyman Ceran’ın
kitaba gerekçe olarak sunduğu argüman çok çarpıcı ve çok doğru. Bu kapıyı açmak sadece onları sorumluluğu değil. İşgale karşı direnişte “Gazze dışında saflar dağınıktır. Gazze saflarında olması gerekirken işgalci İsrail saflarında alenen yer alanlar; alenen olmasa da tarafsızlık, sessizlik, tepkisizlik, yok sayma, görmeme davranışlarını seçerek dolaylı biçimde işgali destekleyenler bulunmaktadır. Gazze direnişine verilen halk desteğini küçümseyenler, fetvalar yahut bambaşka argümanlar geliştirerek, politik çıkarları ön planda tutarak direnişe verilen desteği zehirleyenler de işgalcinin kefesine katkıda bulunmaktadırlar. Gazze için atılan hiçbir adım, kurulan hiçbir cümle, yapılan hiçbir boykot, tek kişilik bile olsa hiçbir eylem küçümsenemez; bunların hepsi direniş için bir halkadır. Halkaların bir araya gelerek belli bir disiplin içinde zincir oluşturması gerekir. Mevzilerin toparlanması, kendiliğinden oluşan kelime timlerinin takımlara, takımlardan bölüklere ve sonrasında taburlara dönüşmesi gerekir. Kelime taburları zamanla tümene, kolorduya ve sonrasında orduya dönüşecektir. Gazze ve saldırı altındaki tüm İslam beldeleri için kelimelerden, seslerden, renklerden, hislerden oluşan bir ordu kurulması zorunluluktur. Kızıl Kapı, bu gayeye hizmet etmek için 93 yazar tarafından kaleme alınmış bir eserdir.”
Süleyman Ceran’ın editörlüğünde Ekin Yayınları tarafından yayınlanmış ve 93 yazarın şahitlikleriyle katıldığı bu esere siz de edinerek katılabilirsiniz.


