İşgalcilere kapıyı içerden açan ihanet darbeler Yasin Aktay
SonTurkHaber.com, Yenisafak kaynağından alınan verilere dayanarak açıklama yapıyor.
15 Temmuz’u bir darbe teşebbüsünün yıldönümünden ziyade darbelere karşı destansı direnişin bir yıldönümü olarak görmek tabii ki çok daha önemli.
Türkiye tarihi, siyasi ve ekonomik rejimi 1876 yılından beri darbelerle, balans ayarlarıyla örülmüştür.
Darbeler Türkiye için istisnai haller oluşturmuyordu.
Aslolan darbelerdi, darbeleri yapan, darbelerle ülkeye balans ayarı yapan mihraklardı.
Toplumun diğer bütün unsurları ve kurumları bu rejime ayak uydurmak durumundaydı. Halkın egemenliği deyip halk için olduğu iddiasıyla halka rağmen her türlü dayatmayı yaptılar. Kendi azınlık ve yabancı-işgalci iradeleri ile halk arasında bir özdeşlik iddia ettiler.
Aslında halka yabancı olduklarını çok iyi biliyorlardı. Halka sordukları taktirde 150 yıldır halka dayattıkları hiçbir şeyi yapamayacaklardı
. Bu milletin önüne ne zaman gerçek anlamda bir seçenek koydularsa halk hemen o seçeneğe yöneleceğini, kendilerini iktidardan alaşağı edeceklerini çok iyi görüyorlardı.
Serbest Cumhuriyet Fırkası
kontrol altında,
Cumhuriyet Halk Fırkası
na uydu bir parti olarak düşünülmüştü ama
halk ona hesap edilenden çok daha fazla beklenti yükledi
. Bu beklentiler işi çığırından çıkaracak ve kısa süre içinde kontrolden çıkmış bir parti olarak seçimlerde ezici bir çoğunluk oluşturmaya doğru gidiyordu. Kuruluşunun sadece 99. Gününde feshedildi,
halka bir jakoben iktidarın sınırları içinde oldukları ve bundan kaçacak hiçbir yerlerinin olmadığı böylece gösterilmiş oldu.
Zaten bu iktidar, halkın iradesiyle, yani seçimle oluşmuş bir iktidar da değildi. 1876 yılında başlamış olan darbe geleneğinin, 1909 yılı itibariyle ulaşmış olduğu bir iktidarın mantığıydı bu.
Halka rağmen dayatılan politikalar yabancı politikalardı, bu halka, bu millete, bu topraklara yabancı politikalardı. O yüzden özgür iradeyle kabul edilmeleri mümkün değildi.
Kurulan rejim 1946 yılından itibaren ülkenin içinde bulunduğu şartlar ve uluslararası angajmanların zorlamasıyla yönetebileceği bir demokrasi oyununa razı oldu.
Bunu yönetebileceğini düşündü ama çok sıkıntısını çekti.
İlk deneme (1946) çok kolay olmuştu ve sonraki uygulamalar için kontrol altında bir demokrasinin mümkün olabileceğine dair umut vericiydi.
Oysa 1950 yılından itibaren durum değişti. Demokrasi oyunu halkı irade beyanına gereğinden fazla alıştırıyordu.
Milletin irade beyanı aynı zamanda bağımsız hareket etmeye de yöneltiyordu.
Oysa kendilerini Türkiye’nin sahipleri görenler vardı ve özgür iradeye sahip bir halkın onların kontrolünden ülkeyi çıkarması ihtimali vardı.
Ondan sonra bütün darbelerin o sözümona “
sahipler
” adına, onların desteği, onayı ve çıkarlarını gözeterek yapılmış olması kaçınılmaz bir sonuç.
Darbeciler o yüzden yerli olamaz, yerli olmamıştır
ve her zaman ülkenin kaynaklarını da istikametini de ajanlığını yaptıkları güçlere tahsis etmişlerdir. Türk dış politikası bile darbe yıllarında hep ipotek altında işlemiştir, Türkiye’nin kendine ait bir politikası olamamıştır.
Özgür Özel
ve
Ekrem İmamoğlu
’nun zaman zaman 150 yıllık sözümona “
demokrasi mücadelesi
”ne atıf yapmaları tarihe ve onların bu ilişkiler ağına mensubiyetlerini de gösteriyor.
Jön Türk hareketine mensup olduğunu söyleyen Özgür Özel, aslında siyasetlerinden takip edebildiğimiz iltisakını da itiraf etmiş oluyor.
Darbeler rejimi Türkiye’nin dışa bağımlılığının da rejimiydi ve Türkiye’nin kimliğini de, aidiyetlerini de, dostlarını ve düşmanlarını da tayin etmeye çalışan bir rejimdi.
Türkiye’nin başına örülmüş terör sorununun da kaynağıydı. 15 Temmuz darbe teşebbüsüne kalkışan, öncesinde 12 Şubat, Gezi, 17-25 Aralık darbelerine kalkışanlar farklı aktörler gibi görünse de aynı yere çalışıyordu. Darbelerin herhangi biri başarıldığı taktirde Türkiye Siyonist dünya statükosu adına balans ayarı da yapılmış olacaktı.
O balans Türkiye lehine Siyonizm aleyhine bozulmuş durumda çünkü.
28 Şubat’ta o müdahaleyi aynı balans için yaptılar. 15 Temmuz da aynı amaca doğru yola çıkmıştı ama karşısında bir millet buldu. Aslında bastırmış oldukları, yok etmiş oldukları bir millet; Türküyle, Kürdüyle, Arabıyla, Çerkeziyle, fakiriyle zenginiyle bir millet.
15 Temmuz’dan önce 27 Nisan, Gezi, 17-25 Aralık’a karşı milletin seçilmiş temsilcisi olarak Cumhurbaşkanı emsalsiz liderliğiyle çok sağlam durmuş ve bu darbeleri püskürtmüştü.
Ancak 15 Temmuz’da bizzat milletin kendisi kendi iradesine sahip olmak üzere kendini kanıtladı.
O yüzden 15 Temmuz’u 150 yıllık tarihimiz içindeki en gerçek ve etkili zaferlerden biri olarak görmek gerekiyor. Bu zafer bir milletin gerçek anlamda uyanışının ve teşekkülünün bütün bileşenlerini ortaya koydu.
15 Temmuz’dan sonra Türkiye hem kalkınma alanında hem de uluslararası ilişkiler alanında bambaşka bir yere doğru emsalsiz bir hızla hareket etmeye başladı.
Cumhuriyet tarihinde kaydedilmemiş savunma ve başka alanlardaki sanayi kalkınma hamleleri ortaya konuldu. Terörle ilk defa bu kadar etkili bir mücadele yapıldı ve terör ülke sınırları içinde adeta sıfır noktasına kadar geriletildi. Bu
gün tam da 15 Temmuz’un 9. Yıldönümü arifesinde yaşanan “silah yakma” hadisesi terörsüz Türkiye hedefini de daha büyük hedef karşısında basitleştiren, daha geniş ufka doğru dev bir adım olmuştur.
Cumhurbaşkanının bu olay üzerine yaptığı konuşmada ortaya koyduğu ufuk Türkiye’yi çok daha ileriye taşıyan, bütün İslam alemi için yeniden bir ve beraber olmanın imkanını gösteren bir manifestoydu.
15 Temmuz’un yıldönümüne ancak böyle bir açılım yaraşırdı. Türkiye’nin daha geniş bir ufukta birlik ve beraberliğini temin etmiş olduğu, daha müreffeh, daha adil ve bütün dünya Müslümanlarına bir umut oluşturacak bir açılım.
Bu ufku karartmaya çalışacaklar olacaktır elbet. “
Ümmetçilik de nereden çıktı!
” diyenler 150 yıllık haçlı-Siyonist bağımlılığa çalışan darbeler rejimini muhafaza ve müdafaa etmeye çalışanlar.
Bu saatten sonra müdafaa ettikleri mevhum kalelerinin uydurdukları ve sözleriyle büyüttükleri esamiden başka bir varlıkları yok nasılsa.
Türkiye 15 Temmuz’da millet olmanın (bu millet her nasıl oluyorsa ümmet ile aynı anlama geliyor, Türküyle, Kürdüyle, Arabıyla, Lazıyla, Çerkeziyle, Arnavuduyla) şuuruna vardı, tecrübesini yaşadı ve kaçınılmaz yoluna revan oldu.


