İmamların İkinci Güneşi: Serahsî Ömer Lekesiz
SonTurkHaber.com, Yenisafak kaynağından alınan verilere dayanarak bilgi yayımlıyor.
Hocası Şemsüleimme Halvânî’ye nispetle aynı ünvanı taşıyan Muhammed b. Ebî Sehl Ahmed es-Serahsî (rh.; ö. 483/1090?), Güney Türkmenistan’ın Serahs şehrinde doğmuştur.
Türk olup olmadığı konusunda muhtelif görüşler ileri sürülmüşe de merhum Muhammed Hamidullah, Serahs’ta doğması, Buhara’da eğitim görmesi ve ders vermesi, eserlerini Özkent (Uzcend) Hapishanesi’nde yazması, hayatının son yıllarını Merginân’da (Fergana) geçirmesi ve Karahanlılar Devleti âlimleri arasında yer almasından hareketle onun Türk olduğuna hükmetmiştir ki, bu en makul yaklaşım olsa gerektir.
Dolayısıyla, önceki yazımızda mezhebi aidiyetle yakınlık kurduğumuz İmamımız Şeybanî’nin (rh.) ardından, onun Siyerü’l-Kebîr’inin şarihi olarak zikrettiğimiz İmamımız Serahsî ile de yine imamlarımızdan olmasının yanı sıra büyük aile anlamında kavmî bir bağ daha kurabiliyoruz.
Bizim için adiyette kavmiyet değil ümmet esas olmasına rağmen, zikrettiğimiz hususun kısmi bir etkisinden olsa gerektir ki Serahsî ile ilgili kaynakların, akademik çalışmaların, tematik makalelerin, biyografilerin ve ilki 1965 yılına kadar inen sempozyumların… sayısı oldukça fazladır.
Bu sebeplerle Hazretin ona duyulan büyük sevgiye bağlı olarak, kimi olayları bir efsaneye dönüşmüş olan hayatı hakkında okurlarımızı belirttiğimiz çalışmalarla, Ömer Nasuhi Bilmen, el-Hudarî, Yusuf Ziya Kavakçı, Hayrettin Karaman, Abdullah Kahraman… vd. kıymetli büyüklerimizin İslam Hukuk Tarihi esaslı eserlerine yönlendirerek, onun İslam Savaş Hukuku alt başlığıyla İbrahim Sarıkamış ve M. Sait Şimşek tarafından dilimize tercüme dilen Şerhü’s Siyer’l-Kebîr’i (Ankara Okulu, Ankara 2021) üzerinde duracağız.
Şunu hemen ifade edelim ki, “Serahsî, Karahanlılar döneminde yaşamıştır. Bu dönem, bir yandan hükümet ile ulemâ arasında çeşitli anlaşmazlıkların ve gerginliklerin yaşandığı, diğer yandan ise halkın haksız vergiler nedeniyle büyük mağduriyetlere uğradığı bir dönemdir. Serahsî de bu tür vergilere bizzat karşı çıkmış, bu sebeple zindana atılmıştır. (…) Aynı zamanda bu dönem, Sünnîlik ve Mu‘tezile gibi mezhebî kimliklerin etkili olduğu, çeşitli fırkalar arasında yoğun mücadelelerin yaşandığı, ayrıca İslâm coğrafyasının birçok bölgesinin Haçlı saldırılarına maruz kaldığı tarihsel bir kesittir.”
Ebû Hanîfe ve Şeybânî’den sonra üçüncü derece müctehidlerden veya fer‘î meselelerde içtihat yapma ehliyetine sahip müctehidlerden kabul edilen Serahsî, “Kendisine bir gün ‘İmam Şâfiî üç yüz cüz ezberlemiştir.’ denildiğinde şu cevabı vermiştir: Şâfiî’nin ezberlediği, bizim ezberlediğimizin zekâtıdır.” demiştir. (Usûlü’s-serahsî - Serahsî’nin Fıkıh Usûlü, haz.: Heyet, YEK, İstanbul 2025)
Önceki yazımızda, Şeybanî’nin Siyerü’l-Kebîr’inin günümüze ulaşmadığını, onu Serahsî‘nin söz konusu ezber yeteneğiyle –üstelik şerh de ederek– bizlere ulaştırdığını belirtmiştik.
Buna göre Serahsî, –şerhin tercümesinde verilen bilgiyle– “es-Siyerü’l-Kebir’in şerhini üç yıla yakın bir müddet içerisinde bitirmiştir. Hepsini (hapishanede) ezberinden yazmış ve bu arada İmam Muhamemed’in kitabına bile müracaat etmemiştir.”
Bu manada ilk kitabın kaynağının bizzat Serahsî’nin kendisinin olması, kimi konuları işlememesine da bakılarak akademik yönden bazı eleştirilere muhatap olsa da, son tahlilde siyer usulünü takip eden bir İslam Savaş Hukuku’nun kendi zikrettiği şu senet zinciriyle onun elinden çıkmış olması her türlü tartışmaların fevkindedir:
“Hocamız el-Hulvânî, Kâdı Ebû Ali’nin şöyle dediğini bize anlattı: Bu kitabı, İmam Ebû Bekir Muhammed b. Fazl’ın yanında okuyorduk. Eman bablarına ulaştığımız zaman Ebû Bekir vefat etti (Allah rahmet etsin). Bunun üzerine Ali el-Hatib el-Mühellebî’den okumaya başladık. Bu nedenle, Eman bablarına kadarki bölümün rivayetini her ikisinden naklettik. Gerisini de yalnız Ali el-Hatib’den rivayet ettik.”
İmamlık, eser ve şerh bağıyla Şeybanî – Serahsî’yi gündeme getirişimizin nedenine gelince:
Önceki ilgili yazılarımızda da değindiğimiz gibi Gazze/Filistin özelinde ateşten günlerin içinden geçiyoruz. Bu günlerin, tanığı olduğumuz zulüm, vahşet ve soykırım itibariyle ümmetin Haçlı Seferleri’ndeki günlerine benzediği ise malumdur.
Serahsî, İhyâ sahibi İmam Gazzâlî’nin de çağdaşı olarak, her ne kadar bağlısı olduğu Karahanlılar devletinin sınırları sabit olsa da Haçlı seferlerinden önce kurulmuş ve fetihleriyle Mısır ve Bizans’ın sınırlarına dayanmış bulunan Büyük Selçuklular devrini görmüştür.
Bu nedenledir ki, mezkur şerhi, –savaşın özü aynı kalmakla birlikte şartlarının ve araçlarının değişmiş olması gözetilmek kaydıyla– şu karanlık günlerimizde bizim sahih kavramları kullanmamız ve İslami istikamette musır olmamız bakımından bir fener hükmündedir.


