İrade ve İnanç Zafiyeti Ömer Türker
Yenisafak sayfasından alınan verilere dayanarak, SonTurkHaber.com duyuruda bulunuyor.
Emin Ma‘lûf Arapların Gözüyle Haçlı Seferleri adlı eserinde bilhassa dönemin görgü tanığı tarihçilerin tanıklıklarını esas alan akıcı bir anlatı sunar. Kitabın sonunda bütün anlattıklarından iki sonuç çıkarır. Birincisi, Türklerin İslam dünyasının varlığını muhafaza ettirmesindeki hayati rolü ve bunun sonuçlarıyla ilgilidir. Buna göre Türkler Haçlılarla mücadele ederek İslam dünyasını erken bir yok oluştan kurtarmışlardır. Şayet Türk hanedanların kahramanca mücadeleleri olmasaydı Müslüman dünya neredeyse tamamen işgal ve dönüşüme konu olabilir ve Müslümanlar etkisiz bir azınlığa dönüşebilir yahut Müslümanlık beklenmedik bir şekilde tarihten silinebilirdi. Araplar mücadele etme cesaretini bile gösteremezken Türkler Haçlılarla göğüs göğüse mücadele ederek İslam dünyasını yok olmaktan kurtarmışlardır. Fakat Ma‘lûf, bu sonucu, modern dönemde Arap dünyasında oldukça yaygın bir iddiayla tamamlar. Ona göre Türkler asker karakterli bir toplum olduğundan yok olmaktan kurtardıkları Müslüman toplumları askeri disipline sokmuşlar ve nihayet bilim ve fikir insanlarını, ihtiyaç duydukları özgürlükten yoksun bırakarak bilim ve düşüncenin canlılığını yitirmesine yol açmışlardır. Malum olduğu üzere bu iddia, modern dönemde sadece Araplar arasında değil, Türkiye Türkleri arasında da yaygınlık kazanmış görüşlerden biridir. Aslına bakılırsa bir tür açıklama çaresizliğinin yol açtığı bir kolaycılık olup hiçbir ciddi tarihsel araştırmaya dayanmaz. İddia öylesine gayrı ciddidir ki bu iddianın sahipleri, Memlükler, Osmanlılar, Safevîler ve Bâbürlüler’in bilim ve düşünceye büyük yatırım yaptığı dönemlerin hasılasını değerlendirme zahmetine bile katlanma ihtiyacı duymamışlardır. Müslüman aydınların ciddiyetten nasibini yitirdiği dönemlerin talihsiz iddialarından biridir. Doğrusu, ne Emin Ma‘lûf böyle bir iddiayı ileri sürebilecek ve temellendirebilecek bir birikime sahiptir ne de ondan böyle bir beklentiye girilebilir. İşaret etmek istediğim asıl nokta da bu tespit değil.
Emin Ma‘lûf’un vardığı ikinci sonuç daha dikkate şayandır. Buna göre ilk nesil Haçlı komutanları kendi ecelleriyle ölünceye dek Müslümanlar bugün Orta Doğu adı verilen coğrafyada Haçlıları yenememiştir. Bilindiği üzere ilk Haçlı seferinde beş yüz bin kişilik ordudan dört yüz elli bini Anadolu Selçukları tarafından kılıçtan geçirilmiş ve Antakya’ya sadece elli bin kişilik bir ordu ulaşmıştır. Fakat tarihçilerin tespitlerine göre Antakya’ya ulaşmadan yok edilen bu dört yüz elli bin kişi zaten asker değildir ve şövalyeler tarafından kalkan olarak kullanılmıştır. Antakya’ya ulaşan elli bin kişilik ordu, Antakya, Urfa ve Kudüs gibi merkez kentlerde kontluklar kurmuşlardır. Ma‘lûf’a göre işte bu ilk nesil haçlı komutanlar öylesine gözü kara ve inanmış bir nesildi ki Müslümanların inanç ve iradeleri bunları bertaraf etmeye yetmemiştir.
Kuşkusuz vaziyetin böyle olmasında dönemin Müslüman coğrafyasındaki parçalanmışlıkların çok büyük etkisi olmalıdır. Farklı medeni havzalar dönem dönem parçalanmışlık, irade zayıflığı hatta irade kaybıyla imtihan olurlar. Son iki yüz elli yıldır genel olarak İslam dünyası böylesi bir parçalanmışlığa ve irade zafiyetine maruz kaldı maalesef. Kimi bölgelerde düzen değil, fesat istikrarlı hale geldi. Yanı başımızdaki ülkelerde Irak’ta, Suriye’de, Filistin’de, Yemen’de, Afrika’nın muhtelif bölgelerinde, İran’da, tedirgin edici, yıldırıcı, güvenlikten yoksun bırakan ve nihayet nesilleri yok eden savaşlar yaşandı ve yaşanmaya devam ediyor. Kuşkusuz bu durumun dahili ve harici pek çok sebebi var. Fakat sebeplerin önemli bir kısmı, sadece fertleri değil, kurumları dahi ahlâkî ideallerden yoksun bırakan ve özellikle siyasette kendisini gösteren bir irade ve inanç zayıflığında toplanabilir. İrade ve inanç zayıflığının bir sebep olduğunu söylemiyorum, daha ziyade sonuç gibi duruyor. Sebepler değişmediği sürece sonuçların değişeceğini beklemek tabii ki isabetli olmaz. Lakin sebeplerin bu denli korkunç sonuçlara katlanmayı gerektiren bir irade ve inanç zafiyetini temellendirmeye elverişli olmadığı da aşikar. Hakikaten kendimizi hatırlamaya, silkinmeye ve toparlanmaya ihtiyacımız var.


