İslam savaş aklımızı ve dilimizi de belirler Ömer Lekesiz
Yenisafak sayfasından alınan verilere dayanarak, SonTurkHaber.com haber yayımlıyor.
Önceki yazımızda Mûte Savaşı şehitlerinden Abdullah b. Revâha (r.a.) “Biz sadece Allah’ın bize nasip ettiği İslam dini için savaşıyoruz. Düşmanın üzerine yürüyün! Çünkü sonuçta iki güzel şeyden birisi kesin sizin olacak: Ya şehadet ya zafer!” sözünü hatırlatmış; bundan hareketle ABD-İsraili’nin Gazze’deki soykırımıyla felce uğramak üzere olan duygularımızın berisinde durarak meş’um hadisatı şer’i kaynaklar ve sahih uygulama haberleri, Küresel Sumud Filosu’daki bir avuç serdengeçtinin çabası esasında doğru anlamayı İslam Savaş Hukuku bağlamında talep ederek, bu konuda bizlere rehber olan İmam Şeybânî (rh.) ve İmam Serahsî’yle (rh.) yakınlığımıza işaret etmiştik.
Tekrar ilettiğimiz bu hususların bizler için şöyle bir hat belirlediğini öncelikle ifade edelim: Cihadımız Allah’ın bize nasip ettiği İslam dini içindir ve onda Allah’ın rızasını gözetmekle ve bu rızaya uygun olarak dostluk ve düşmanlık etmekle yükümlüyüz.
HAMAS’ın 7 Ekim 2023 tarihindeki harekâtından bugüne, ABD-İsraili’nin Gazze’de sergilediği vahşetin de etkisiyle, ilgili tepkilerimizin daha çok işgale itiraz ve istiklal hakkını teslim etme merkezinde vicdan esaslı olduğu ve dolayısıyla zalime sövmenin, hakaret etmenin, tehditler yöneltmenin, onu sözle alçaltmanın, onun zulmünü, vahşetini suratına haykırmanın… -iman yani şeriat farkını da ihtiva ediyor olmakla birlikte- duygusal bir seyir izlediği herkesin malumudur.
Oysaki ilahi emirler ve yasaklar toplamı olarak şeriat aklın, duyguların, sair nefsi tepkilerin, fevri tutum ve hareketlerin fevkindedir. Örneğin şârînin adaletle hükmetme emrinde, salt ahlaki değerlerden hareket edemeyiz çünkü değerler meselesi ancak değerlerin çatışmasıyla ortaya çıkabilen bir şeydir ve bu çatışmayı aklî bilgi/hüküm yoluyla çözmek mümkün değildir. Dolayısıyla ahlaki değerler bilgisi, kesinlik niteliğiyle ancak Allah ve Peygamberi tarafından verilen bilgiden, haberlerden elde edilebilir.
Bu hususu yukarıda zikrettiğimiz dostlukta ve düşmanlıkta Allah’ın rızasını gözetme haddiyle birlikte düşündüğümüzde ilahi bilgi (vahiy) ile Peygamberimiz Aleyhisselam’dan gelen haberlerin olmuş olma şartıyla uygulanışına ve bunların fakihler tarafından yorumlanmasına tabi oluruz.
Hanefi mezhebinin iki büyük imamı Şeybânî ve Serahsî ile olan yakınlık vurgusunu da bu tabi oluştaki mezhebî müşterekliğimiz nedeniyle yaptık ki, Hanefiliğin şehir / medeniyet / saltanat / iktidar mezhebi olarak kabul edilmesinin nedenini de bilvesile iletmiş olalım.
İmam Ebu Hanîfe’nin (rh.) bizzat yetiştirdiği öğrencilerin şu üçü çok meşhurdur: İmam Züfer (rh.; ö. 158/775), İmam Ebû Yûsuf (rh.; ö. 182/798), İmam Muhammed eş-Şeybânî (rh.; ö. 189/805)…
Ebû Hanîfe, İslam Savaş Hukuku ile Kamu Maliyesi Hukuku’nu müşterek Haraç kavramı içinde ele almış, öğrencisi Ebû Yûsuf (ve bilahare onun öğrencisi Yahyâ b. Âdem) aynı kavramı Kitâbü’l-Harâc’da müstakil olarak “dar anlamda toprak ve vergi hukukuna, geniş anlamda ise kamu maliyesiyle (…) bağlantılı olarak yapılan siyaset ve toplumsal hayata dair değerlendirmeler” şeklinde işlemiştir.
“Haracın hukukî dayanağı, Hz. Ömer’in fethedilmiş toprakları savaşçılar arasında dağıtmayıp muayyen bir vergi karşılığında ziraatı iyi bilen eski sahiplerine bırakmak suretiyle hem tecrübesiz kişilerin mülkiyeti altında meydana gelecek verim düşüşünü engellemeyi, hem de Müslüman nüfus arasında âdil bir gelir dağılımı sağlayarak kaynakların tahsisinde nesiller arası bir denge kurmayı gözeten ictihadıdır. Bu karar, servetin zenginlerin elinde birikmesini kınayan âyete de (el-Haşr 59/7) uygun düşmektedir.” (TDV İslam Ansiklopedisi, Cengiz Kallek, Haraç ve ilgili maddeler)
Müctehitlik icazetini hocası Ebû Hanîfe’den değil ders arkadaşı Ebu Yusuf’tan almasına rağmen onunla imameyn vasfına sahip bulunan Şeybânî ise, hocalarının içtihatlarına konu Haraç’ı da ihtiva edecek şekilde İslam Savaş Hukuku’nu iki eseriyle sistemleştirmiştir.
Sava Paşa’nın kelimeleriyle Şeybânî, Peygamber Aleyhisselam’ın bütün savaşlarının hikayesini de kapsayan es-Siyerü’s-sagir ve Siyerü’l-kebîr adlı eserlerinde savaşın ne olduğundan, feth edilen mülklerdeki halkın ne suretle teşkilatlandırılmış bulunduğundan ve ne suretle yaşadıklarından ayrıntılı bir surette bahsetmiş olup, her iki eserini de siyerde takip olunan usul dairesinde yazmıştır. (İslam Hukuku Nazariyatı Hakkında Bir Etüt, trc.: Baha Arıkan, DİB, Ankara 2016)
Bu iki eserden ilki Şeybânî’nin el-Asl (el-Mebsût) adlı eserinin nüshaları içinde günümüze ulaşmış ancak ikincisi yani Siyerü’l-kebîr günümüze ulaşmamıştır. Bu ikincisini -kaynağı da bizzat kendisi olarak- Şerhu’s-Siyeri’l-Kebîr adlı eseriyle bizlere ulaştıran zat ise İmam Serahsî’dir.


