Tasavvuf ya da İslam ahlak ve edebini kuşanmak Ömer Lekesiz
SonTurkHaber.com, Yenisafak kaynağından alınan bilgilere dayanarak haber veriyor.
Tasavvuf
tan kasıt
İslam
’dır yani tasavvuf dendiğinde aslında İslam denmektedir. Bu sebeple büyüklerimiz tasavvufu ayrıca İslam kelimesiyle nitelemeye gerek görmemiş, hatta bu tür bir nitelemeyi (‘İslam tasavvufu’ denmesini)
haşiv
saymışlardır.
Bu cümleden olarak
havf ve reca / korku ve ümit
konusunu bir tasavvuf ıstılahı olarak ele aldığımızda Kur’ân’ın ve Peygamber Aleyhisselam’ın ahlakıyla ahlaklanmaktan başka bir şeyi kastetmiyoruz. Ancak söz konusu ahlakın, amelî ve aklî uygulamalarına, zamana ve sosyal şartlara tabi olarak yüklenen yeni manaların, yeni yorumların incelenmesi, işlenmesi ve inceltilmesi söz konusu olduğunda bunu tasavvuf müessesesi ile âlî tarikatlar üzerinden doğru anlamaya ve aktarmaya çalışıyoruz.
Bundan hareketle önceki yazımızda havf ve recanın Hicri 2. asırda önce
zühd
tefekküründe yer bulduğumu, Hicri 4. asırdan itibaren de tasavvufi hale/mertebeye/makama mahsus bir ıstılahı olarak yerleştiğini söylemiştik.
Hicri 378-481 yılları arasında Serrâc Tûsî, Ebû Tâlib el-Mekkî, Hargûşî, Sülemî, Kuşeyrî, Hucvirî ile Hâce el-Herevî ‘yi
tasavvuf tefekkürünü kayda geçiren
lerden yani kitaplaştıranlardan en parlak yıldızlar olarak izlediğimizde havf ve reca ıstılahının serüvenini de yakından izlemiş oluruz.
Konumuzu tasavvuf tarihinde boğmamak için, biz bunlardan ilk devir sistemleştirilmesi esasında tasavvufu
on mertebe
de
yüz basamak
la ifade ederek (Menâzilü’s Sâirîn), Giriş Mertebe’sinde havfı 1., recayı 10. basamağa yerleştiren Hâce Abdullah el-Ensârî el-Herevî’den naklederek sözü kısaltmak istediğimiz gibi, bunu da Herevî’nin ilgili tespitlerinin günümüzdeki bir inceleme-yorumundan bizzat iletmek istiyoruz.
Buna göre
Abdurrezzak Tek
’in
Tasavvufî Mertebeler: Hâce Abdullah el-Ensârî el-Herevî Örneği
adlı kitabına (Ketebe, İstanbul 2024) başvuracağız. Bu vesileyle konunun özel meraklılarını ise yine Tek tercümesiyle
et-Tilimsânî
’nin
Tasavvufta Haller ve Makamlar: Menâzilü’s Sâirîn Şerhi’
ne yönlendireceğiz. (Erkam, İstanbul 2024):
“Havf:
Hoşlanılmayan bir durumun başa gelmesi veya arzulanan bir şeyin elde edilememesinin insanın ruhunda oluşturduğu elem ve huzursuzluğu yansıtan bu psikolojik hâl, tasavvufi açıdan daha çok Allah korkusu ve ahirete yönelik endişeleri ifade etmek için kullanılmıştır. (…)
Havf konusuna geniş yer veren ve onu sistematik olarak inceleyen ilk sûfi müellif Ebû Tâlib el-Mekki'dir. Tasavvufi faziletler içinde tövbe, sabır, şükür ve recâdan sonra ele aldığı havfın takvâ, haşyet, hazer, vecel ve işfâk gibi korkuyla ilgili bütün makâmları kapsayan bir terim olduğunu belirtmiştir. Yine havf ile vera arasındaki ilişki üzerinde durarak vera'ın havftan kaynaklanan bir hâl olduğunu söylemiştir. Ebû Tâlib el-Mekki'ye göre havfın zayıf olan derecesi tutkuları dizginlemeye, kötü alışkanlıkları yok etmeye ve hevâ ateşini söndürmeye yetmeyeceği gibi aşırı olanı da aklı, tabiatı ve mizacı bozarak kişiyi ümitsizliğe sevk eder. (…)
Havfı ‘kişinin ilâhi uyarı niteliğindeki haberler sebebiyle itmi'nân hâlini kaybedip tedirgin olması’ diye tarif eden Herevî, bu hâli kendi içinde üç dereceye ayırır:
Birincisi, ilâhi cezaya uğramaktan ve ahiretteki durumu düşünmekten kaynaklanan korkudur. Sûfilere göre avâma ait olan bu korkunun temelinde inanç yatmaktadır. Zira iman etmeyen kişinin uhrevi cezalardan korkması mümkün değildir. Bu nedenle böyle bir korku, kişinin imanının sıhhatinin delaleti olarak da kabul edilmiştir.
İkincisi, Hakk'ın huzurunda bulunmanın halaveti nedeniyle kendinden geçmiş olan (müstağrak) murâkabe ehlinin ilâhi mekrden yani bu hâlin lezzetine dalıp aldanmaktan korkmasıdır. Mutasavvıflar tarafından ilâhi mekr, ‘itaatsizliğine rağmen Hakk'ın ihsânlarının kula ulaşması, sû-i edebine rağmen hâlinin devam etmesi ve ehil olmamasına rağmen kerâmet izhâr etmesi’ diye tanımlanmıştır. Bu anlamda mekr, sâlik için istidrâctır. (…)
Üçüncüsü müşâhede ehlinin Hakk'ın celâlinin heybetinden korkmasıdır. İlâhi cezadan korkmak nefis makamına, ilâhi mekrden korkmak kalp makamına aittir. Sır ve müşâhede makamında ise korku heybete dönüşür; diğer bir ifadeyle Hakk'ın celâlinin heybetine yönelik korku, içinde Hakk'a tazimi de barındırmaktadır.
Herevî'ye göre münacat anlarında keşf ehline arız olan bu heybet, Hakk'la sohbetinde sâliki bast hâlinin gevşekliğine ve laubaliliğe düşmekten alıkoyar; edebini muhafaza etmesini sağlayarak Hakk’ı açıkça görme talebinden onu meneder. Aksi halde böyle bir talep, sâlikin izzet tokadıyla fenâ vadisine atılmasına neden olur.”
Reca
yı da nasipse izleyen yazımızda yine Tek Hocamızın inceleme-yorumuyla nakledelim inşallah.


