İsrail’in Gazze soykırımına karşı Müslümanlarda bir düzen kurma fikri oluşacak mı? İhsan Aktaş
SonTurkHaber.com, Yenisafak kaynağından alınan bilgilere dayanarak bilgi paylaşıyor.
Emperyalizm ve vahşi sömürgecilik hiçbir biçimde rastgele oluşmadı; her elli yılda bir form değiştirir. Dünyada solun etkisiyle sömürgecilik demokratik bir kisveye büründü; bu dönemde medya, finans ve istihbarat kurumlarının tekelinde sömürgecilik sofistike bir hal aldı. Kazananlar düzen kurucular, kaybedenler ise toprakları üzerinde düzen kurulanlar oldu.
1970’li yıllarda Kral Faysal bin Abdulaziz’in başlattığı petrol ambargosu, tarihte petrolün değerini artıran ilk sistematik girişimdi. Bu süreçte İran, Irak ve Suudi Arabistan gibi ülkeler, dünyanın en hızlı kalkınan, büyüyen ülkeleri arasına girdi.
Peki sonra ne oldu? Kral Faysal, aile içi bir CIA darbesiyle suikast uğradı ve hayatını kaybetti. İran’da devrim oldu. İki petrol zengini ülke tam on yıl savaştı. Bu on yıl boyunca Suudi Arabistan, Irak ve Körfez ülkeleri İran’ı durdurmak için -Suudi Arabistan 600 milyar dolar, diğer Körfez ülkeleri 400 milyar dolar- ABD’ye silah parası ödedi.
İran-Irak Savaşı boyunca bölgede biriken sermaye ABD’ye akarken, ABD on yıl boyunca bölgenin kanını emmeye devam etti. Savaş başladığı yıllarda Suudi Arabistan’ın ABD’de biriken sermayesi, rivayete göre ABD otellerinin %35’ini satın alacak kadar büyümüş ve bu durum ABD devletini tedirgin etmeye başlamıştı.
Savaş sona erdiğinde sorun çözülmemişti. Irak, İsrail’i tehdit edecek bir silah deposuna dönüşmüştü. Suudi Arabistan ve Kuveyt’te hatırı sayılır sermaye varlığını koruyordu. Sömürgeciler için yeni bir hamleye ihtiyaç vardı. Irak, Kuveyt’i işgal etti ve ABD, Saddam’ın ordusunu Kuveyt ve Suudi Arabistan’dan geri çekmek için yine 600 milyar dolar talep etti. Bu şekilde Körfez ülkelerindeki birikimler Irak ve Kuveyt’in gelecek elli yılındaki gelirlerine el konulmuş oldu. Aralarında savaşan, ama kaynaklarını ABD’ye aktaran Arap kardeşlerdi, sözüm ona İslam Devrimi yapan İran ise kendisine düşman olarak Saddam’ı ve Suudi Arabistan’ı görüyordu; ABD’nin bölgedeki varlığından oldukça memnundu. Ancak bu gücün bir gün kendisini işgal edeceğini asla hesaba katmadı.
Bu dönemlerde Türkiye ise 12 Eylül darbesiyle kontrol altına alındı. Bizim uşaklar, uzun vadede bir PKK terör örgütü çıkarmak için -bugün sona eren bir terör örgütünü yeşertmekle- meşguldüler. Darbe dönemi olarak değerlendirilen bu olayın tek olumlu çıktısı, darbeyi “vakayı hayriye” haline dönüştüren ve arkasından kalkınmacı bir devlet adamı olan Özal’ın iktidara gelmesi oldu.
Uzak Asya’da Pakistan, ülkesini işgalden koruyacak bir güce sahipti. Önce ABD ve İngiltere ile sonra da Çin ile girdiği sıkı ilişkiler sayesinde, en azından Hindistan rakibiyle boy ölçüşebilecek hâle gelmişti. Uzakdoğu’da Malezya ve Endonezya ekonomik kalkınma ve gelişme yolunda hatırı sayılır mesafe kat etti. Neden Afrika’daki sömürgeler gibi uzun süreli savaş hali yaşanmıyor? Çünkü bu ülkeler daha çok İngiltere ile yakın ilişkilere sahip.
Arap Baharı, sürekli sömürülen ve işgale uğrayan Arap halkları için bir ümit olarak doğdu; ama sömürgeciler hâlâ güçlü olduğu için bu umut felakete dönüştü. Mısır önce demokratikleşti, ardından bir karşı darbeyle yüzleşti. Tunus benzer bir kader yaşadı, bugün bile benzer bir durum mevcut. Yemen ve Suriye’de on yılı aşkın süredir kesintisiz savaş var. İlginçtir ki bu kargaşa, İran’ı bir yandan güçlendirirken diğer yandan kanını kuruturcasına İsrail’in ve ABD’nin saldıracağı bir devlete dönüştürdü.
Yenilmiş ve işgale uğramış milletlerin en büyük becerisi, düşmanı oluşturmak ve büyütmek olmuştur. Bu bunca işgal hikayesini anlattıktan sonra ne yapacağız?
Bugün dünyada Gazze işgaline en çok karşı çıkanlar şunlardır: Eski solcular, liberaller, bazı marjinal gruplar, feministler ve Batı’da yaşayan Müslümanlar özellikle Müslüman duyarlılığını devam ettirenler ve solcular.
Bir düzen arayışı ihtiyacı:
Öğrencilik yıllarımızda “İslam Devleti” fikri çok revaçtaydı. İdeal olarak Osmanlı Devleti kadar güçlü bir birlik ve düzen kaçınılmaz bir ülküydü. Fakat hakikat, küresel jeopolitiği iyi okumakla anlaşılır. I. ve II. Dünya Savaşlarının galipleri düzen kurma gücünü yitirdi; tıpkı Gazze’de olduğu gibi, dünyayı ateşe verme kabiliyetleri hâlâ çok yüksek.
İşe önce meşru Müslüman ülkelerle saldırmazlık anlaşmaları imzalamakla başlamak yerinde bir adım olur. Bugün Pakistan, Malezya, Endonezya, İran, Suudi Arabistan, Türkiye ve Mısır arasında oluşturulacak bir birlik girişimi birçok meseleyi kökünden değiştirir. Çin bir adım atmıştı, İran ve Suudi Arabistan’ı bir araya getirmişti. Belki de Gazze işgali ve ABD’nin yeniden Ortadoğu’ya dönme sebebi budur.
Selçukluların, Osmanlıların, Selahattin Eyyubi’nin kurduğu birlikler halihazırda güçlü olan emperyalistlere karşı güvence sağlardı. Şimdilik bu birlik, sadece Kudüs’ü ve kutsallarımızı korumak adına gündeme gelmeli.
Sayın Cumhurbaşkanımızın dünyada oluşmuş liderlik tecrübesi bu ruhu taşıyacak kapasitededir. Geleceğe dair büyük idealler beslemek adına Sayın Erdoğan’ın küresel siyasetinin kurumsallaşması elzemdir. İçine düştüğümüz çaresizliğe ağıt yakmak yerine, arayışımız devam etmelidir. Biz, tarih boyunca her çağda düzen kurmuş bir milletiz.


