Kargaşanın dışında Gökhan Özcan
SonTurkHaber.com, Yenisafak kaynağından alınan verilere dayanarak açıklama yapıyor.
Malum video platformunda bir süredir vlog çalışmalarını izlediğim bir Japon hanımefendi var, adı sanıyorum Mei, ‘Mei Time’ (@Meitimeyt) adıyla yayınlıyor videolarını. Bir trene atlayıp Japonya’nın tenhalarına doğru küçük gezilere çıkıyor. Trenin götüremediği noktalara yerel ulaşım araçlarıyla ulaşıyor ve gezisinin geri kalanında çoğu zaman tabiatın derinliklerinde telaşsız, acelesiz, rotasını kendi çizdiği uzun ve tadına doyulmaz yürüyüşler yapıyor. Kiraz çiçeklerinin açtığı tenha parklara, muhteşem mimarileri ve bahçeleri olan eski tapınaklara, derelerin tepelerin birbirine arkadaşlık ettiği yemyeşil mıntıkalara düşürüyor yolunu. Bütün mevsimler için ayrı rotaları var. Sakuraların açtığı zamanlar için, sarılı kızıllı muhteşem sonbahar manzaralarının tabiatı bezediği günler için, gür ağaçların gölgelerinde derelerin şırıldadığı yaz günleri için ve kar tanelerinin havada süzüldüğü inanılmaz kış tabloları için ayrı ayrı rotalar… Yavaş, dingin, başkalarının önerilerine göre değil, kendi paşa keyfine göre yapılan günü birlik geziler bunlar. Bir dere kenarında, eski bir tapınağın olağanüstü güzellikteki bahçesinde sanki biz de o gezinin bir parçasıymışız gibi saatlerce oturup sessizliği dinliyoruz. Mola yerleri genellikle önüne çıkan küçük, sessiz kafeler… Asla lafazanlık yok, neredeyse ses bile yok, bu dinginliğin ruhuna uygun hafif bir müzik var sadece. Altyazılarla küçük ve çok dozunda izlenimler aktarıyor, sevimli notlar bırakıyor izleyiciye. Genellikle yirmi dakika civarında bu videolar ama çok daha uzun sürüyormuş hissi veriyor; çünkü hayatın, tabiatın öz ritmine, seyrine bırakıyor insan farkında olmadan kendini. Mei, zaman zaman şehirlerde de dolaşıyor ama şehrin telaşına esir düşmüyor hiç (Mesela Perfect Days’in kahramanı Hirayama da kendi tarzında böyleydi biraz).
Bunun bir vlog olduğunu, bu videoların binlerce takipçisi olan bir hesaptan yayınlandığını aklımda tutuyorum elbette. Ancak yine de itiraf edeyim ki dinginliğini bana aktarabildiği için seviyorum bu videoları. Bizim bin bir telaşla oradan oraya koşuşturduğumuz kargaşanın tamamen dışında bir hayatın, kendi sükuneti içinde durulan, yavaşlayan bir zamanın varlığını bariz biçimde hissedebiliyorum çünkü bu videoları izlerken. Minik patikalar bazen beş şeritli yolların götüremeyeceği yerlere götürebiliyor insanı. Orada kargaşa yok, baskı yok, kurgu yok, zorlama yok, ihtiras yok, pürtelaş koşuşturma yok. Orada hayat var ve her şey hâlâ nefes kesecek kadar güzel! Ve biz, o patikaların bizi götürebileceği yerlerden neden bu kadar uzaktayız?
Paul Verhaeghe, ‘Huzursuzluk’ ismini verdiği kitabında bizi ‘huzur’un dışına düşüren şeylerden bahsediyor: “Alışverişin bir eğlence aracı olarak görülmesi ve ‘Sadece Bir Hayatınız Var’, ‘Hayatı Kaçırma Korkusu’, -hayatı tamamlanması gereken bir yapılacaklar listesi olarak gördüğümüz- ‘Ölmeden Önce Yapılması Gerekenler’ ve ‘Mutlaka Görülmesi Gereken Yerler’ gibi inançlar sayesinde, bulunan yeni mana tüketim oldu. Piyasanın anlam talebine tepkisi ve bunun sonucunda kişinin kendi kimliğine yönelik talebi neoliberal anlatının insan resmini güçlendirmekte.”
Birilerinin yaşayalım ve onlara kazandıralım diye oluşturduğu kurguları hayatın yerine koyarak yaşamayı kabullendik. Bu özümüzden, fıtratımızdan, tabiatımızdan uzakta, kurgusal bir sürgün hayatı yaşamak demek! Bize hiç uymuyor, bizi hiç mutlu etmiyor, bize hiç yakışmıyor ama öylesine kodlandı ki zihinlerimiz, kendimize gelemiyor ve gerçek hayatlarımızı geri alamıyoruz.
Paul Verhaeghe’nin kitabından yukarıda başladığımız paragrafı bitirelim: “Ben kimim?” sorusuna yeni bir yanıt veriliyor: Yeteneklerinizi keşfedin ve onlarla başarılı olmak için kullanın. Özetle: Çok çalışın, yine çalışın, çok kazanın ve çok para harcayın. Verimlilik düşüncesiyle birlikte niteliğin yerini de nicelik alıyor. Ne kadar çok bir şey olursan, bir şeye sahip olursan, bir şey yaparsan ve tüketirsen, ne kadar sık seyahat edersen, hayatın o kadar anlamlı olur. Sonuç, muazzam bir eşya yığınının üzerinde, ne yaptığını merak eden, aşırı yorgun bir insan. İyi eğlenceler!”

