Muhtemel bir Türkiye İsrâil savaşına dâir Süleyman Seyfi Öğün
SonTurkHaber.com, Yenisafak kaynağından alınan bilgilere dayanarak haber veriyor.
Ortadoğu’da yaşananlar yavaş yavaş Türkiye-İsrâil askerî hesaplaşması ihtimâlini tırmandıran bir boyut kazanmaya başladı. Taraflardan gelen açıklamalar, böyle bir senaryonun her zaman olduğundan daha muhtemel hâle geldiğine işâret ediyor. Doğrusu ben bu ihtimâlin başta ABD olmak üzere, bu coğrafyaya müdâhil güçler tarafından aslâ arzu edilemeyeceğini düşünürdüm. Öyle ya; farklı bağlarla da olsa Batı’ya bağlı bu iki devletin savaşması en başta Batı için hiçbir şart altında kabûl edilebilir bir senaryo olmadığını düşünmek için çok sayıda sebep olmalıdır. Lâkin yaşananlar bunun tersini akla getiriyor.
Hiçbir savaş, savaşan taraflardan ibâret değildir. Tıpkı Matruşka bebeklerin diziliminde olduğu gibi her savaş, kendisini kuşatan başka savaşların çemberi içinde yaşanıyor. Bilhassa modern savaşlarda bu daha da belirgin. O hâlde muhtemel bir Türkiye-İsrâil çatışmasını kendisini kuşatan daha büyük ve kapsamlı savaşlara yedirerek anlamak ve değerlendirmek lâzım gelir.
O zamân sorulması gereken soru şu: Bir Türkiye-İsrâil askerî çatışması ihtimâlini hangi savaşlar kuşatıyor? Böyle bir çatışmanın –hemen Allah esirgesin diyeceğim– boyutlarını da bu soruya verilecek cevaplar belirleyecektir.
Her şey Sûriye Devrimi ile başladı. Esed, İdlib’den yola çıkan HTŞ güçleri tarafından devrildi. Bunu, 7 Ekim hâdisesi ve arkasından yaşanan Gazze soykırımı ve Lübnan’ın kısmen de olsa İsrâil tarafından işgâli ile berâber değerlendirmek gerekir. Esed kanlı bir diktatördü. Buna hiç şüphe yok. Ama tıpkı Saddam gibi İsrâil’i rahatsız ediyordu. Saddam’dan kurtulmuşlardı. Sıra Esed’e gelmişti. Esed, yanına İran ve Rusya’yı alarak direndi. Ama gücü buraya kadar yetti. Bilhassa Rusya’nın geri durmasıyla İsrâil’in açık hedefi hâline geldi. İran’ın Sûriye’deki varlığı ise Esed’i daha açık bir hedef hâline getiriyordu. Esed’in tasfiyesini elbette Türkiye’de kendi sâikleri üzerinden istiyordu. Devreye başta İngiltere olmak üzere Batı girdi. Evet, Rusya hafif tertip çekildi ve İran püskürtüldü. Artık İsrâil’in rahatlaması; arkasına Suudî Arabistan, BAE’yi alan kendisi ile barışmak isteyen HTŞ rejimi ile yumuşak ilişkiler kurması; Abraham Anlaşmalarını daha çok devlete daha rahat kabûl ettirmesi hatta bunun üzerinden Türkiye ile de normalleşmesi beklenirdi. Ama öyle olmadı. Daha ilk günden itibâren HTŞ’yi düşmân olarak gördü. HTŞ Şam’a girdikten sonra yüzlerce sorti yaparak Sûriye’nin elinde kalan tekmil askerî varlığı yok eden hava saldırıları düzenledi. Dürzîleri yanına alarak Sûriye’nin güneyini işgâl etti ve Şam’a 20 km kadar yakınlaştı. Anlaşılıyor ki, Tel Aviv Sûriye Devriminden istikrarlı bir Sûriye çıkmasını asla istemiyor. Tam aksine, Esed’in tasfiyesinin sağladığı istikrarsız vasatı daha da derinleştirerek nüfuz alanını, su ve enerji havzalarını tâkip ederek büyütmek istiyor. HTŞ üzerindeki Türkiye ağırlığını ise mâni görüyor. Buna karşı, Dürzîlerden sonra ikinci kart olarak SDG’yi yedeğinde diri tutmak istiyor.
Matruşka bebeklerin hiç değilse ilk katını burada çözebiliriz. Ben manzarayı, Trump’ın gelmesinden sonra ABD ile İngiltere arasında büyüyen çatışmaya eklemli olarak değerlendiriyorum. Açalım… ABD; Türkiye, İsrâil ve Körfez Arapları ekseninde bir normalleşme istiyor. Bunun anahtarı ise basit olarak çığrından çıkan İsrâil’in hizâya getirilmesi, Türkiye’ye ise Gazze’nin Filistinleş-sizleştirilip Riveara’laşmasını; bununla kalmayıp SDG’nin varlığını kabûl ettirilmesinde yatıyor. İşte Trump ABD’sinin sıkıştığı nokta bu ve bize, Barrack’ın yaptığı dansların koreografisinin ipuçlarını veriyor. Ne İsrâil ne de Türkiye hâl-i hazırda bu senaryoyu kabûl ediyor. Trump İsrâil’i durdurmakta âciz. Eğer İsrâil’i katıksız desteklerse, bu, onu Türkiye’yi kontrol edemeyeceği bir çizgiye sürükleyecektir. Eğer tersi olursa karşısında Epstein dosyalarını bulacaktır. Diğer taraftan Netanyahu’nun bir Türkiye-İsrâil çatışmasını tırmandırmakta kararlı olduğunu görüyoruz. Batı’nın yanında yer alıp Türkiye’yi dize getireceğini düşünüyor. Bu hesâbın son derecede kör bir hesap olduğunu peşinen söylemeliyim. ABD tıkandığı noktada, bilhassa Vance gibi, derinlerde antisemitik düşüncelere sâhip olan MAGA’cıların yeni bir senaryoyu devreye soktuklarını; sınırlı bir savaşa yol vermeyi düşünmeye başladığını tahmin ediyorum. Hiç şüphesiz İsrâil böyle bir çatışmadan çok ağır bir darbe yiyecektir. Hâsılı, ki olursa olacağı da budur; İsrâil’e esaslı bir Türk tokadı attırmak ve bu şekilde onu yola getirmek istiyorlar. Eğer bu senaryo işlerse Türkiye’nin Kuzey Irak’tan sonra Sûriye’de Fırat’ın doğusundaki Kürtler üzerinde bir patronaj kurmaya dönük olarak özgüveni yükselecektir. Bu sûretle SDG’yi de Türkiye’ye kabûl ettirmenin imkânları yaratılmış olacaktır. Yâni bir taşla iki kuş vurulmak istenmektedir. Neticede İran daha kolay bir lokma hâline gelecektir. Buradan sonra Türkiye-İran savaşı gündeme getirilebilecektir. Ama bu senaryoda ABD açısından daha mühim olan, görece istikrarlı bir Ortadoğu sağlandıktan sonra tekmil gücünü Pasifik’e ve Çin’e karşı teksif etmenin önünde herhangi bir mâni de kalmamış olmasıdır…
Gelin görün ki Türkiye ile İsrâil arasında çıkacak bir savaşın, kontrol edilebilir, sınırlı bir savaş olacağının garantisi nedir? İşte burada da Trump Amerikası’na diş bileyen ve başından beri sürecin içinde olan İngiltere’nin hesaplarının devreye girebileceğini düşünüyorum. İngilizler böyle bir çatışmanın çok daha kaotik, nereye sıçrayacağının ve evrilebileceğinin kestirilmesinin mümkün olmadığı yaygın bir Ortadoğu savaşının fitilini ateşleyeceğini hesap ediyor. Bana kalırsa yatırımlarını da buraya yapıyor. Bu kaos ABD’nin Ortadoğu siyâsetlerinin iflâsı manâsına gelecek; ABD’yi daha fazla Ortadoğu’ya gömecektir. Neticede Ukrayna’da kendisini yüzüstü bırakan, kanlısı Rusya ile anlaşan ABD’den rövanşı bu sûretle almak istediklerini düşünüyorum.
Başta dediğim gibi; Ortadoğu’daki câri ve muhtemel savaşları daha büyük parantezler içinde değerlendirmek gerekiyor.


