Mülki bekadan gelmişim, fani cihanı neylerim Yeni Şafak Kitap Eki Haberleri
Yenisafak sayfasından alınan bilgilere göre, SonTurkHaber.com açıklama yapıyor.
İsmail Karakurt
Ahmet Muhip Dıranas, hani o tarifsiz güzellikteki dizesinde, geçmişte kalan güzel günler için “Hatırada kalan şey değişmez zamanla” diyor ya, sanki bu dize her insanın, yeryüzündeki yolculuğunu özetler niteliktedir. Kaç yıl yaşadıysan; unutulanlar değişmeyenler, hatırlananlar ve yok olanlar da dahil, o kadarsın. Geçmiş günleri gönlümüzce hatırlasak bile hiç kimse geçmişi o günlerdeki gibi anlatamaz. Çünkü “Geçmiş sabit değildir; hafızaya ne aynı çizgilerle ne de aynı ışıkla gelir.”
Ömür geçer, hatıralar hafızada kalır. Hafızada kalanlarsa ya kişinin ölümüyle bilinmeze gömülür ya ölümsüzlüğün ipinden tutmak için yazılır. Hatıra yazmak, unutuluşa yazgılı bazı zamanların önünü kesmektir. Başka bir deyişle yılkı atları gibidir hatıralar, bazıları baharı bir daha hiç göremez. Bahara çıkanlardan bazılarıysa yakalayabildiğimiz yılkı atlarından başkası değildir. Bir hatıra kitabını okurken şair Louise Glück’in o kült dizelerini hatırlamamak elbette olmaz: “Dünyaya bir kez çocukken bakarız/ Gerisi hatıradır.”
Çocukken baktığımız andan itibarendir hatıralar. Hatıralar kişiye özel hafıza odasıdır. Yaşanır, bakılır ve yazılır. İşte yeni bir hatıra kitabı. Şair, yazar Ali Büyükçapar’ın Edebiyat Ortamı Yayınlarından çıkan ve sıcağı sıcağına okuduğum Mülk-î Bekâ (Hatıralar). Bir şairin dünyaya çocukken ve çocukluğundan beri baktığı hatıralarıdır. Kitap, adını Yunus Emre’nin bir nutkundaki “Mülk-i bekâdan gelmişim fânî cihânı neylerim” dizesindeki söz öbeğinden alıyor. Dizedeki “beka” ve “fani” sözcükleri bile yazarın muradını anlamamıza yetiyor. Hayatta tesadüf diye bir şey yoktur, her şey yerli yerinde ve yazgımızda. Milk-i bekâ dediğimiz yaşanmışlıklardır ya da hafızada/ hayatta var olduğunu hissettiklerimiz. Yazarın sadece kendisi yok kitapta, bir şehrin insanları, mahalleleri, sokakları, dağları, suları, acıları ve sevinçleriyle hafızası da var.
ÇOCUKLUĞUNUN KOZASINI ÖREN MEKANLAR
Ön sözde “Hayatımı göz açıp kapayıncaya kadar geçirmedim. Zaman beni bir anda kuşatmadı kendimi helezonik yapının içinde buldum. Mekâna ayaklarım bastı ama varlığım alemlerin farklı boyutlarında dolaşıp durdu.” diyen Ali Büyükçapar, değişik bir zaman illüzyonundan geçiyor. Doğduğu kent Maraş’ı ve çevresini fiziki özelliklerinin yanı sıra hissiyatındaki kimi noktalara karşılık gelen metafizik anlamlarla anlatıyor. Bu mekanlar, çoğunlukla çocukluğunun kozasını ören mekanlardır. Büyükçapar, bir insanı çözmenin ilk adımı olan çocukluğunun ilk yıllarını ve o yıllardan kalan mekânları tanıtarak başlıyor hatıralarına. Doğum tarihi üzerindeki belirsizliği gidermeye çalışırken daha o ilk yıllardan Ceyhan nehrinin ebedi bir müzik gibi kulağının içinde dönüp duran sesiyle renginin büyüsüne tutkusunu dile getiriyor. Zaman ayrı bir değer kazanıyor. Zamanın katları, çocukluğu, hayatına etkileri, aile kökleri, evleri, mahalleleri, sokakları, sokaklarının aşina insanları, eğitimindeki birinci devre ilkokul ve ortaokul yılları dahil hepsi anlatılırken neyi, nasıl algılandığını, hafıza ve kaderle bağlantılarını, varoluşun çizgilerini ölçen zamanın değişimini, hızı ve yavaşlığını yazmadan da geçemiyor. Bir de bütün insanlara ders niteliğindeki mirasla ilgili kurduğu cümleye bakar mısınız? “Sokak başındaki avuç için kadar miras âleme ibret olsun diye paylaşılmayı bekler durur.” 1970’lerin Maraş’ını anlamak adına Evimiz, Mahallemiz bölümü birkaç kez okunmayı hak ediyor.
LİSE VE ÜNİVERSİTE YILLARI
Ali Büyükçapar, ilköğretim ve ortaöğretim yıllarını anlatırken okuduğu okulların fiziki yapıları, arkadaşları ve öğretmenleri hakkında verdiği bilgiler yanında esas olanı kendi tabiatına dair okuru bilgilendirmesidir. Okumayı çabuk söken, öğretmeninin gözdesi, gözlem gücü yüksek, çevresinde olan bitenlerle ilgili kendi kendine esaslı sorular soran başarılı ve sosyal bir öğrencidir. Ama daha ortaokul yıllarında 12 Eylül öncesinin karanlık günlerini de yaşamış. Yazar, elim Maraş olaylarının iyi okunmamasını siyasetçilerin basiretsizliğine bağlar. Eşofman almak için sıra gelmese de, yine zamanın akışı içinde varlığını ve hayallerini besleyen dünyanın kapılarını iyi şeylere açan resimli kitaplar, kitaplar, filmler, halk kütüphanesi üyeliği yabana atılacak hamleler değildir. Liseye başlaması da ayrı bir serüven. Düz liseden İlahiyat eğitimi almak için giden nadir öğrencilerden. Hatıralar, insan nerede yaşarsa yaşasın, düş kurabildiğince ya da düşünebildiğince ne yapabileceğine, sınırları nasıl zorlayacağına somut bir örnek. Fiziğe, ilahiyata ve metafiziğe ilgisi, tasavvufa meyli onu bir arayışa, var olmak için kendine yakın ya da kendindeki o derinliğe yönlendiriyor. Belki de bundan, çevresindeki sıradanlıklardan hatta olumsuzluklardan kendini bilinç düzeyinde ayırt etmeyi bilmiş zarif bir portre çiziyor. Mesela siyasete mesafeli durması da bunlardan biri. Okuyacaklarını seçtiği gibi çocuklarının üzerine titremesi de ayrı hassasiyet. Hatıralardan, yaşadığı tecrübelerin kişiliğini ve düşünce yapısını nasıl şekillendirdiğini de anlıyoruz. Eser, didaktik türde olmasına rağmen duru dili ve anlatım inceliği bir şaire yakışır nitelikte.
Hiçbir eserde hayatın bütünü anlatılamaz. Zaten hatıraların yazılışı da sonradan özel bir bakışla insanın hafızasını yoklayarak yaşadıklarından ayıkladıkları, hayat tecrübeleri, insani ilişkileri ve duyarlılıkları, toplumsal hassasiyeti, yaşadığı coğrafya ve mekanlara açıklık kazdırmaktan başka nedir ki? Ali Büyükçapar elli beş yılın hatıralarını kaleme alırken okuru, kronolojik düzenin içinde ilerleyen bir anlatımla, geçmişin ve varoluşun sınırlarında kendi mücadelesi yolculuğa çıkarıyor. Neticede diyebiliriz ki yazar, doğumundan 6 Şubat Maraş depremine kadar ki hatıralarını yazmış. Genel bir değerlendirmenin ardından Hatıralar Albümü başlığı altında Yayımlanan Kitaplar (12 kitap), Geçmiş Zaman Kareleri (çeşitli yıllardan seçilmiş fotoğraflar), Dost Mektupları (ki bu mektuplardan biri de benim otuz yıl önce Ali Bey’e yazdığım ama yılların unutturduğu bir mektup), kendi tasarımı Plaket ve Mühürler ile köşe yazılarından Milcan Edebiyat Sayfası örneklerine yer veriliyor. Kitap, İndeks ve İçindekiler ile noktalanıyor. Mülk-î Bekâ, her okuru kendi hayatı ve zaman algısı üzerinde de düşünmeye çağırıyor.


