Yanlız insanlar büyümezler Yeni Şafak Kitap Eki Haberleri
SonTurkHaber.com, Yenisafak kaynağından alınan bilgilere dayanarak bilgi paylaşıyor.
SERVET SENA SORKUN
“anlar gibiyim,
aşk bir taşınma hali,
kol saatini arıyor bir kadın”
Kitapseverleri yeni bir şair ile tanıştırmak istiyorum; Yasin Ertaş. 2021 yılında New York The New School Üniversitesi’nde Creative Writing (Yaratıcı Yazarlık) bölümünde yüksek lisansını tamamlayan ve üç yıl boyunca Haliç Üniversitesi’nde Yaratıcı Yazarlık dersleri veren Ertaş, 2025 yılında Almanya’daki Tübingen Üniversitesi’nde Amerikan Çalışmaları alanında doktora programına kabul edilmiş. Türk ve ABD vatandaşı olan şairin çalışmaları Varlık, Hece, Buzdokuz, The Poetry Society of New York ve The Bangalore Review gibi mecralarda yayımlanmış. Şairin dikkatleri üzerine toplayan ikinci şiir kitabı; dünya edebiyatı ürünü olarak değerlendirilebileceğini düşündüğüm çağdaş bir anlatı.
ŞİİRİN İÇİNDEN GEÇEN YALNIZLIK
Yasin Ertaş’ın يٰٰسٓٓ (yâ sîn) you are alone again’i, geleneksel şiir anlayışlarının bilinçli terk edilişiyle, postmodern estetiğin parçalı yapısını kucaklayan bir anlatı evreni kuruyor. Adını, Arapça’da “Ey insan!” anlamına gelen ve Kur’an’da bir sesleniş olan “Yâ-Sîn”den alan kitap, bu seslenişi her şiirde farklı bir alter ego’ya dönüştürüyor. Her şiirde başka bir yalnız var ve hepsinin adı aynı. Bazen bu yalnız İstanbul metrosunda yolculuk eden biri, bazen New York’ta gece yarısı yalnız yürüyen, metro bekleyen bir yabancı. Yalnızlığın şiddeti her şiirde artarak çoğalıyor. Bu çoğalma, kitabın biçimsel temelini oluşturuyor.
Açılış şiiri, “Yalnızlığın Bi Gözü Ne Çok Kulakları Var,” yalnızlığı kimlikten arındıran bir güç olarak resmediyor. “Yalnızlık yok eder cinsiyeti” dizesi, Judith Butler’ın toplumsal cinsiyetin performatif yapısına dair tezlerini hatırlatırken, Michel Foucault’nun beden politikaları üzerine düşünceleriyle de kesişiyor. Yalnızlık, burada bir kimliği silmek değil, onu yeniden biçimlendirmek; bedeni, toplumsal kodlardan kurtararak başka bir özgürlük alanı yaratmak anlamına geliyor.
Ertaş’ın kent gözlemleri, kitabın en güçlü damarlarından biri. “İstanbul Metrosundan Bir Kare” vagonlar içindeki iletişimsizliği ve İstanbul’un metro istasyonları arasındaki görünmez sınıf ayrımını gözler önüne seriyor. “Yetim gülerse dünya güler mi?” sorusu, bu yolculukta yalnızca bireysel bir duygu değil, bir toplumsal vicdan sorgusu olarak yankılanıyor. Lefebvre’in mekânın üretimine dair kavramsal sorgulaması burada kendiliğinden devreye giriyor: Metro yalnızca fiziksel bir ulaşım aracı değil, toplumsal ilişkilerin yeniden üretildiği bir ideolojik mekân oluyor.
Mekân teması, kitabın diğer şiirlerinde de güçlü biçimde hissediliyor. You Are Not There (Yoksun) metninde New York’un istasyonlarını, ıssız sokaklarını dolaşıyorsunuz. Coğrafya değişse de yalnızlık hissinin tonu değişmiyor. Yalnızlık başka bir kıyafetle, farklı bir isimle yeni bir yerde karşımıza çıkıyor. Ertaş, mekânı sadece fon olarak kullanmıyor; onu, yalnızlığın biçimlendiği, ses kazandığı bir alan olarak işliyor. Farklı dillerdeki şiirler bu mekânın çokdilliliğini ve duygunun evrenselliğini yansıtırken hangi dili konuşursak konuşalım yalnızlığın tek bir dili olabileceğini anlatıyor.
BİÇİMİN HİKÂYEYE KATKISI
Ertaş’ın şiirinde tipografi başlı başına bir anlatı aracı. Satır boşlukları, % işaretleri, harf kopmaları, ani flashbackler metni görsel bir şiire dönüştürüyor. Bu yönüyle şiirler bize Apollinaire’in görsel şiirlerini ya da E. E. Cummings’in tipografik oyunlarını hatırlatıyor. Okur, metni yalnızca “okumuyor”; görüyor, duyuyor ve şiirlerde geziniyor. Nitekim ünlü ozanımız Yunus Emre alıntısıyla başlayan kitap ünlü şair Paul Celan’ın alıntısıyla bitiyor; “Şiir ve el sıkışma arasında bir fark yok.” Kitabın adı, ey insan (yasin) yine yalnızsın olsa da sonunda eserin sonunda bir umut beliriyor; şiirin birleştirici yanı.
Metinlerarasılık Ertaş’ın poetikasının merkezinde. Borges, Gertrude Stein, Simone Weil, Orwell, Chantal Akerman ve Bunuel gibi isimlere yapılan imgesel göndermeler, kitabı bireysel bir anlatıdan çıkarıp kolektif bir edebî hafızaya yerleştiriyor. “Borges and I (ve Yasin),” Borges’in kendi benliğiyle kurduğu ironik mesafeyi şiir diline taşıyor. “Yalnızlık ve Bazı Şeyler Kalbimi Kırıyor”da ise Akerman’ın sinemasındaki sessizlik, aykırılık, ve kadın yalnızlığı temasıyla örtüşen bir atmosfer var. Bu göndermeler, dikkatli bir okur için Julia Kristeva’nın metinlerarasılık tanımıyla uyumlu bir şekilde, metnin başka metinlerle konuşarak anlam kazandığını gösteriyor.
Kitabın ortasında yer alan “Poetry and Compass” yani “Şiir ve Pergel” bölümü, Ertaş’ın poetikasına dair en açık ipuçlarını sunuyor. Pergel metaforu, yazma sürecinin hem köklerine bağlı hem de onlardan uzaklaşarak genişleyen doğasını anlatıyor. “Kalem, iğnesinden uzaklaştıkça özgürleşir” cümlesi, sanat ile aidiyet arasındaki gerilimi yalın bir şekilde ortaya koyuyor. Bu uzaklaşma şaire göre eskiyi terk etme değil, alan genişletmedir. Bu imgeler, Ernst Bloch’un “umut ilkesi”yle ve Behrangi’nin çıkış arayışındaki “Küçük Kara Balık” öyküsüyle aynı çizgide okunabilir.
Psikanalitik okumalar için verimli olan “Daha Kötü Ne Olabilir Yalnız Bir Adamın Bir Kadeh Daha İçmesinden Başka” şiirinde cevap ‘hiçbir şey” ve “birçok şey”, tekrarlarla kurulu yapılarıyla bu şiir dikkat çekiyor. Bu tekrarlar, anlamı boşaltmak yerine yoğunlaştırıyor. Samuel Beckett’in hiçlik dramaturjisi ve Jacques Lacan’ın “ayna evresi” kavramı burada devreye giriyor; özne, yansımasına baktığında bütünleşmiyor, çoğalıyor; çoğaldıkça da dağınık bir koroya dönüşüyor. Yalnızlık kitapta önce bir nesne sonra da bir boşluk haline geliyor. Şairin alter ego’su (yasin) yalnızlığı dört duvara sıkıştırıyor.
Öyle farklı sayfalarla karşılaşıyorsunuz ki; Amerikalı genç şair Mathew Weitman’ın Ertaş’a yazdığı bir e-mail aniden karşınıza çıkıyor. Yasin Ertaş’ın Mathew Weiltman ile konuşmasını merakla bir solukta okudum.
Şiirin farklı dönemlerde farklı yerlerde (New York ve İstanbul) yazılmış olduğunu da metinlerden hareketle kavradım, bu “dönemsizlik” eşliğinde hareket eden şiiri yakalamak keyif verici oldu. Şiirlerin Türkçe ve İngilizce olması bugün İstanbul’da ve dünyada hiçbirimizin yabancısı olmadığı bir duygu…
Kitaptaki şiirler arasından en sevdiğim “Yalnızlığın Bi Gözü Ne Çok Kulakları Var I, II, III, IV, V” oldu, bu uzun şiir yalnızlığın türevlerini ve cinsiyeti nasıl silikleştirdiğini anlatıyor. “Yalnız insanlar büyümezler” ve “Yalnızlık yok eder cinsiyeti” gibi dizeler, provokatif bir iddia gibi görünse de, aslında toplumsal kalıpların ötesinde bir varoluşu tarif ediyor. İnsan gerçekten çok yalnız olduğunda, cinsiyetinin hatta bir canlı olup olmamasının bile bir anlamı kalmıyor. Pergelin sahibi burada size manifestosunu sunmuş oluyor.
Teşekkür bölümü, kitabın deneysel ruhuyla uyumlu ama okurla kurduğu bağ açısından tartışmalı. Şair, burada isimlere ve dergilere doğrudan teşekkür ediyor; ancak bu ifadeler, kitabın çoğul sesinden kişisel bir çevreye daralıyor, şiirsel bir kapanış yerine özel bir not havası taşıyor. Bu, okurda davet edilmemiş bir tanık olma hissi yaratabiliyor.
Söz konusu eser, kolay tüketilen bir kitap değil; ancak biçimsel cesareti, çokdilliliği, metinlerarasılığı ve boşluğu anlamın asli unsuru haline getirmesiyle Türk şiirinde önemli bir yer edineceğe benziyor. Belki de kitabın en çarpıcı yanı, bittiğinde bile aklınızda kalan o soruda gizli: “Şiir mi okudun, yoksa kendi yalnızlığını mı gördün?”


