Nefsine karşı samimiyetsiz olanlar için hatırlatma: “Günah” Fatma Barbarosoğlu
SonTurkHaber.com, Yenisafak kaynağından alınan verilere dayanarak bilgi yayımlıyor.
İnsan bazen kendini geçmişin içinde, hatta bir metnin içinde, adım adım yol alışını gözlerken buluyor. Benim böyle bir nasibimin olduğunun yeni farkına vardım.
Cumartesi günü Ezel Erverdi Beyefendi ve İsmail Kara Hocamızın birlikte hazırladığı Nurettin Topçu’nun Bütün Yazıları adlı eser iki cilt olarak elime ulaştı. Kitapları açarken Besmele çekip tefeül ederim. Bahtıma çıkan ilk yazıda bir müddet oyalanırım. O gün dahi öyle yaptım. Elimdeki cildin ikinci cilt olduğunu fark etmeksizin açtım: “Günah”. Metni okudum. Tekrar okudum. Pek çok satırını evvelinden bildiğimi fark ettim. Metin, Mart 1961’de Düşünen Adam’da yayınlanmış.
Okurken okurken o bölüm geldi. Ve bir cümle dünü gözlerimin önüne bir resim, hissiyatıma bir heyecan olarak serdi. Heyecan da değil esasında. Başka bir şey. Sarsıldım. Metnin geri kalanını ağlayarak okudum. Sonra bu yaşadıklarımı birine anlatmam gerekiyor diyerek Nazife Şişman’ı aradım.
Yaz tatilini köyde geçirirken babamın tahta bavulundaki metinleri okumak bitmeyecek kadar uzun gelen günleri bölüp hareketlendiren tek şeydi. Gün boyu çeyiz işler, yemek yapar, fırsat bulduğumda babamın tahta bavulunu açar, elime geçen kitaptan rastgele bir sayfayı evde kimse yoksa sesli sesli okurdum. Nurettin Topçu’nun Yarınki Türkiye kitabında rastladığım “Davamız hayata uymak değil, hayatımızı hakka uydurmaktır” cümlesini tekrarlar, manasını aklımın almadığını, ama başka türlü bir biçimde içime işlediğini hissederdim. Hayata uymak… Hayata uyabilen biri olamadığım için mi o kadar çarpıcı gelmişti bu cümle?
O tahta bavulun içinde yaptığım seyahatlerin, sonraki yıllarda Hiçbiryer romanına maya olacağını bilmiyordum elbet.
Babamın kitaplarının arasında rastladığım gazete kupürleri, takvim yaprakları, kitaplardan daha çok meşgul ederdi beni. Belki de zamanları üst üste bindirme deneyimini bir kitabın sayfaları arasında aniden karşıma çıkan 1950’lerin, 60’ların takvim yaprakları, gazete kupürleri ile öğrenmiştim.
Nurettin Topçu’nun “Günah” yazısını okuyunca bu metni bir defa değil pek çok defa okumuş olabileceğimi düşündüm. Felsefe eğitimi boyunca, farkına varmadan ezberime aldığım bu metni bir altlık olarak kullandığımı düşündüm.
Metinler nasıl klasik olur?
Yazıldığı zamanda bırakılmayarak.
1970’li yılların sonunda “Günah” metnini nasıl okumuştum hatırlamıyorum. Ama şimdi aynı metni okurken Instagram kültürü üzerinden yeşertilen haset kültürünü görüyorum. Metin yazıldığı zamanda kalmamıştı. Hâlâ “burada” idi.
Merhum Topçu, en büyük günahın, “başkasının olmasına engel olmak” olduğunu söylüyor. Başkasının olmasına engel olmak... Bu önerme beni hayatım boyunca çok meşgul etti.
Metnin bazı cümlelerini birlikte okuyalım mı?
Buyurun: “Allah’tan kaçma, ruhunu terk etme ve bedenine teslim olma günahtır, şerdir, ebedî hayatı kaybetmektir. Bu hareketin geniş bir tekniği vardır ve ondan günahın pek çok şekilleri doğmaktadır. Kendi ruh kuvvetine inanmamak günah olduğu gibi, başkasının ruh hamlesini kırıcı hareketler de günahtır. Allah’a götürücü yolculukta gayeyi karartan ve bu yolda yürüyenlerin yolunu şaşırtan hareket günah olduğu gibi, kendi ruh kuvvetimizi felce uğratan imansızlık da günahtır. Evet ye’is günahtır, ümit ibadettir. Daima ileri götüren yolları tanımak ve tanıtmak en büyük sevap sayılır, bu sebepten ilim ibadetlerin başında bulunur.”
“İnsan, sonsuzluk yolunun yolcusudur, Allah’ı ancak o bulacaktır. Onun bu yürüyüşünü engellemekten daha büyük günah olur mu? Başkalarının ruh kuvvetini, ümit ve imanını felce uğratan, hatta zedeleyen bütün hareketlerimiz günahtır. İnsanı tahkir günah, günahı teşhir ise sade bir günah işlemekten daha günahtır.”
“Bütün günahların içerisinde hele bir tanesi var ki, o hiç affedilmez, silinmez, temizlenmez, ortadan kalkmaz. Zira o insan olan varlığı, Allah yolcusu olan ruhun varlığını ortadan kaldırır. Bizi her günaha vasıta olacak bir şer âleti hâline koyar. İnsanda insanlığı telef ettirir. Günahlarımızın pek çoğu belki de hepsi ondan doğmaktadır. Bu günah, kendisine nüfuz ettiği, tahakküm ettiği, idare ettiği insanı gerçek varlığından ayırır. Zekâ ile birleşir: Gururdan saltanatlar kurar. Hislerle anlaşır: Hasetten ve hileden kılıçlar kuşanır. İradeye bağlanır: İmanı boğar. Tahakküm ettiği varlığı etle tenin eşiğine kadar götürür bırakır da kurtardığına inandırır: İnsanı insanlığı içinde helâk eder.”
“Bizzat kendi kendisiyle karşılaşmayan ruh, ruh afetlerinin en fecisine uğratılmıştır. Samimiyetsiz insan, samimi olmadığını bilseydi, belki kurtulurdu. Fakat o kendi içinden şaşırtılmıştır. Muzafferdir, varlıklıdır, kuvvetlidir, akıllıdır. O neden korksun! Zira en büyük ve asıl düşman kendi varlığında, kendi nefsinde pusu kuran yabancı varlıktır. İşte bu meş’um yabancı, onun muvaffakiyetidir, kuvvetidir, aklıdır; akıl sandığı gafletidir. Lâkin sonunda anlayacak. Bir büyük sadme onu sarsarak varlığında kıyamet koparır da muvaffakiyet, kuvvet, akıl denen o yabancılar tahtından devrilirse o zaman anlar belki. Bu günahın sahipleri ekseriya mağrur başlardır. Kimi adam taşlar, şeytan taşlıyorum diye. Fatihleri, âbidleri ve daha nice hayat kahramanlarını telef eden işte odur, o samimiyetsizlik. Ona, o menhus ruh felcine âlim de uğrar, zâhit de uğrar. Kuvvetli de zayıf da o çukura yuvarlanır ve hepsi orada kendini kaybeder. İnsanlar hep bu bataklıkta birbirlerini kaybeder. İnsanlığın helâk olduğu gaza işte odur. Bütün günahlar affedilse de o affedilmez.”
Düşüncenize maya, ruhunuza tadımlık gıda olarak sunduğum satırları okurken ne kadar günümüzü tarif ettiğini fark ettiniz muhakkak. Klasik metinler zamana karşı gücünü kaybetmeyen, tam aksine zaman içinde frekansını yükselten metinlerdir. Lakin sorun şu ki, o metinleri görecek göz, idrak edecek akıl, izini sürecek kalp olmayınca saklı hazineler olarak kalmaya devam ediyorlar.
Merhum Nurettin Topçu, arkasında o kadar vefalı talebeler bırakmış ki metinlerinin muhatabını bulması için, değişik vesilelerle gündeme getiriliyor. Nitekim tarih sırasına göre iki cilt halinde yayımlanmış olan Bütün Yazıları, dönemin düşünce hayatının izini sürmek için çok güzel bir izlek sunuyor.


