Nihat Genç ve evi taşlamak Süleyman Seyfi Öğün
Yenisafak sayfasından alınan bilgilere göre, SonTurkHaber.com açıklama yapıyor.
Sırrı Süreyya’dan sonra Nihat Genç de bu dünyâdan ayrıldı. Sırrı Süreyya için
yerli ama
millî değildi
diye yazmıştım. Nihat Genç için ise
yerli ve ulusalcı
demek uygun düşer. Bu ikilinin muhtemelen zaman zaman yolları kesişmiştir. Bilemiyorum. Pozisyonel olarak farklı yerlerde oldukları âşikâr. Buna rağmen, eğer bir araya geldilerse, eminim aralarında, fıkralar, Anadolu irfânından süzülen hikmetli sözler ve şiirlerden mürekkep çok sıcak bir sohbet dönmüştür. Yakınlaştıkları yer yerlilikleriydi.
Mehmet Bekâroğlu’nun 1990’ların ortalarında kurduğu Doğu Konferansı’nın toplantılarında bir iki defâ karşılaşmış, uzun sohbet etmiştik. Daha doğrusu o konuşmuş, ben dinlemiştim. Daha sonra hiç karşılaşmadık. Fikirlerinin neredeyse büyük çoğunluğuna katılmadım. Ama erdemli hayâtına hep saygı duydum.
Ev taşlama
metaforunu zihin açıcı bulmuşumdur. Çünkü kültürel hayâtımızda bunu yapanların sayısının ihmâl edilmeyecek kadar çok olduğunu görebiliyorum. Onları okuyup işittikçe bundan husûsî bir zevk aldıklarını da hissedebiliyorum. Bir bakıma, içinden çıktıkları evi -buna baba ocağı da diyebiliriz-
taşlamak onlar için artık bir varlık sebebi hâline gelmiş
görünüyor. Ocaktan ve onu kuşatan muhitlerden kendilerine gelen ve çoğu da hayli kaba olan tepkiler onları daha da biliyor. Garip bir duygulanım içinde olduklarını zannediyorum. Sanki,
gizli gizli acıdan devşirilmiş bir haz
yaşıyorlar.
Doğum hâdisesi, beşerin emniyetli ana rahminden dışarıya çıkmasını ifâde eder. Otoriteler bunun son derecede travmatik olduğunu ifâde ederler. Esâsen ev ve onun müştemilâtı olan muhitler, bu travmayı bertaraf etmek için vardır. Başta hudutsuz şefkâtleri ve hamiyetleriyle anneler olmak üzere büyükler, rahmin dışına çıkan çocukları kuşatırlar. Aslen bu,
rahmin dışarıda sun’i olarak yeniden inşâ edilmesinden başka bir şey değildir.
Çocukluk devirlerinin bir sıcaklık hissi ile hatırlanmasının sebebi de bu olsa gerektir. Ama unutmamak gerekir ki, bu rahim sun’idir. Dahası, anne ile bebeğin doğrudan bağı üzerine inşâ edilen
orijinal rahimden hem daha hacimli hem de çok daha kalabalıktır.
Bu kadarla da bitmiyor; bu sun’i rahim, orijinali gibi şahsa mahsus değildir. Doğacak yeni nesiller için rahmin selâmetinin muhafaza edilmesi icap eder. Bu sebepten, sun’i rahim çift boyut kazanır. Bir taraftan bireyleri hâricî tehlikelerden müdâfaa etmekte, diğer taraftan ise bireylerin bu sun’i rahmin devamlılığını temin etmek maksadıyla ona mutlak sadâkat göstermesi telkin edilmektedir. Bireylere “Seni koruyanı sen de korumakla mükellefsin” denilir. Gelenekler, örf ve âdetler bunu sağlar. (Meraklısı için bir not: Durkheim’in sosyolojinin hakikî mânâda bânisi olmasının da sebebi de budur. Çünkü Durkheim toplumun sâdece bireylerin toplanması fiilinin basit bir yansıması olmadığını, onu aşan bir varlık sâhasına işâret ettiğini keşfetmişti).
Bâzıları, adına topluluk veyâ modern zamanlarda toplum denilen kozalarda yaşanan hayatların son derecede boğucu olduğunu, bireyselleşmelerin önünü kapadığını iddia eder. Evet, bu bir bakıma doğrudur da. Hacmi büyük ve kalabalık bu rahim yer yer baskılayıcı ve örseleyicidir. Büyük bir ekseriyeti meydana getiren kimileri bunu gönüllü olarak kabûl eder. Ekalliyet olan bâzıları ise oradan çıkmak için fırsat kollar, gün sayar.
Aslında rahim içinde kalarak da bireyselleş-mek pekâlâ mümkündür.
Bu tarz bireyselleşme
gelenekli bireyselleşmedir.
Ama bu bireyselleşme mâcerasını özgürlükle ilişkilendirmek mümkün değildir. Rahim içinde örselenen kimileri de bunu boğucu bulurlar ve evi terk etmek isterler. Peşinde oldukları
özgürlükçü
bireyselleşmelerdir
. Evet, ortada büyük riskler vardır. Ama bu riskleri hevesle kabûl ederler.
Enderûndan birûna çıkanların evleriyle kurdukları ilişkiler çok çeşitlidir. Bu biraz da
rahmin dışına hangi sâiklerle
çıktıklarına bağlıdır. Mecbûriyetten veyâ gönüllü olarak dışarı çıkıp; çalışmalar, gezmeler, görmeler, okumalar vb tecrübeler üzerinden yaşadıkları marjinal kültürlenmeler onları ne kadar başkalaştırsa da yürekleri hep evlerinde kalır.
Nostalji, sıla-i rahim pratikleri
bu gibilerin hissiyatlarını temsil eder. Artık evlerine dışarıdan bakmaktadırlar. Bir daha asla eskisi gibi evlerinde yaşayamayacaklardır. Ama bu mesâfeli bakış onların evlerine olan bağlılıklarını katmerlendiren bir tesir doğurur.
Eğer o insan rahmin dışına,
hınç yüklü bir bagajla, meydan okuyucu sâiklerle
çıktıysa veyâ bu duygu çeşitli hesaplaşmalarla bir aşamada içine yerleşirse tablo değişir. Bir büyüğüm bana, “Taşradan büyük şehirlere gelmek üzere yola çıkan gençlerin bavullarında çamaşır veyâ giysiye bakma. İçinde hınç var mı diye bak” demişti. Hıncın serencâmı tuhaftır.
Doğrudan eve duyulan hınç ile gidilecek yere duyulan hınç aslında yapı
şıktır. İlki sizi doğrudan rahimden koparır. Diğeri ise dolaylıdır ve diyalektik bir istikamet tâkip eder. Hınç evvelâ hasede, sonra gıptaya; nihâyet yeni eve taşınmaya evrilir. Birey artık yeni habitusundadır. Netice ise aynıdır. İçinden çıkılacak ev illâki taşlanacaktır.
Süreç
eleştirel düşüncenin serencâmı
olarak vaftiz edilir. Belki de başlangıçta niyet evi taşlamak olmayabilir de. Ama her eleştiri evin camlarına isâbet eder. Ev taşlamak işi evvelâ nohut büyüklüğünde taşlarla başlar. Bu küçük çaplı taşlama bile evdekileri çileden çıkarmaya yeter. Çok defâ kaba, hoyrat tepkiler verilir kendisine. Bu tepkiler, rahmin dışına çıkanları kendilerinden daha da emin kılar. Bu defâ ellerine daha iri taşlar alırlar. Buna mukâbil gelen tepkilerde ağırlaşır. Çok yıpratıcı süreçlerdir bunlar. Evdekilerin sukutuhayâli, kızgınlıkları, evden gidenin ise yer yer hezeyan boyutlarına varan şikâyetleri el ele gider. Kan dâvasının şehirli versiyonudur bu. Uzar gider…
Bu yazıda bir yargı aramayın. Sâdece bir tespit yazısıdır. Esâsen Nihat Genç için yazıldı. Fikirlerine katılmayabilirsiniz. Ama şunu inkâr mümkün değildir: Onun sesi evin içinden geldi. Evine ihânet etmedi. Attığı taşların hiçbiri evin camlarını hedeflemedi. Eve hiç yabancı olmayan, eve âit yollardan birisinin; sekrin, şathiyenin sesiydi bu. Yaşadığı sürece veryansın etti. Ama hiçbir yeri yakmadı. En azından kendi nam ve hesâbıma buna şâhitlik ederim…


