Ölmeden önce ölmek için bazı denemeler İsmail Kılıçarslan
Yenisafak sayfasından alınan verilere dayanarak, SonTurkHaber.com haber yayımlıyor.
Önünde taşlığı, yanında küçücük sundurması olan unutulmuş bir Üsküdar tekkesinde göğe dalgın bakan adamların oynadıkları oyun her neyse onu öğrenmektir yolu belki de. “Satranç Dersleri” almaktır ve anlamaktır kesin matın olmadığını. Dizleri döve döve, meydanda döne döne, ağlamayı-gülmeyi saklamak için uğraşmadan o nehirde yıkanmanın zevkine talip olmaktır belki de. Talep etmeden talip olmak demek isterim. Talep etmenin kendisindeki o arzuyu da yerle bir edebilme cesareti göstermek. Eskiler “mahviyet” diyormuş. Maf olmaktır belki de. Kim bilir?
Yerin iki, üç, dört kat altında yaşayan inançlı bir mühendisin düşman bombalarıyla yıkılmış binalardan getirttiği kırık dökük malzemelerle yaptığı bombayı sıfır noktasında bir Merkava’ya yerleştirip, koca demir yığınının içindeki köpeklerle birlikte havaya uçtuğunu “Allahuekber velillahilhamd” nidasıyla karşılayan 18 yaşında bir savaşçının dudaklarına yerleşen mutlu gülümsemeyi nasıl elde ettiğini öğrenmektir belki de. Ölmekle yaşamak arasında herhangi bir fark olmadığını anlama bilgisinin peşine düşmektir. Ona “kardeşim” diye seslenenler de dahil olmak üzere dünya üzerindeki herkes kendisini terk etmişken onun kendisini terk etmemesinin yordamının peşine düşmektir. Hayatın bir başka türlü de yaşanabileceğine, ölümün bir başka türlü de olabileceğine iman edebilme cesaretidir belki de. Kim bilir?
Yoldan insanlara eza veren bir taşı kaldırmadaki kararlılıktır belki de. İnsanların çöplere attığı ekmekleri yüksünmeden toplayıp kuş lokantası açmaktır. Tek bir bayramı evinde geçirmeden Kamçatka’da, Arjantin’de, Zaire’de, Moğolistan’da bir yetimin yüzünü güldürmek için çabalamaktır. Dokunuvermektir bir hayata belki de. Hayatın saçlarını tarayan gizli ellerden biri olmaya azmetmektir. İyilik yapıp denize atmaktır belki de. Kim bilir?
“Yol mu önemli yürümek mi” sorusunun cevabını aramakta durup ömür tüketmektense yürümenin kendisine inanıp yolda karşına çıkacak engelleri birer birer ortadan kaldırabileceğine güvenmektir belki de. “Daha önemlisini yapabilirim” diye düşünmenin seni elindekini yapmaktan alıkoymasına müsaade etmemektir. Hele hele “başarırım, başarabilirim, başarmak benim kaderim” diyen bir mutlaklaştırıcı aptala dönüşmektense başarının sadece yaptıklarının bir sonucu olarak kendiliğinden orada olacağını bir an olsun unutmamaktır belki de. Dahası, başarıyı getirecek tek şeyin başarının orada olup olmayacağını hesaplamadan yürümek olduğunu hesaba katmaktır. “Eksiğimi tamamla, fazlamı benden al” yakarmasının yakarmaların en âlâsı olduğunu akıldan çıkarmamaktır belki de. Kim bilir?
Önemli, daha da önemli, en önemli insanın kendin olduğunu düşünerek düşeceğin kuyudan neyle ve nasıl çıkabileceğini öğrenmektir belki de. “Benden milyarlarca vardı, milyarlarca var ve milyarlarca olacak. Ben yokken dönüyordu dünya, ben olmadığımda da dönmeye devam edecek ama asla benim etrafımda dönmedi, dönmeyecek” diye düşünmenin seni götüreceği o ferah yeri keşfetmektir belki de. Hiçbir şeyin sen olmadan olmayacağını düşünmenin seni kocaman bir açık yaraya, kokan, çürüyen bir cürufa döndürdüğünü fark etmektir. Her şey sen yaşarken oldu elbette ama hiçbir şeyi sen yaşamadın belki de. Kim bilir?
“Benim de bu dünyaya gelişim, bir güzelden ötürü” dizesindeki “Güzel”i iyice tanımak, hayatını o Güzel’e ayarlamaya çalışarak mutluluğu sadece O’nu taklit etmekte görmektir belki de. Eşyalarına isim vermektir. Dönerken bütün veçhenle dönmektir birine. Gülerken en fazla dişlerinin görünmesidir. Düğün gecesi, kızınla damadının ellerini, hem de zifafa girecekleri odada, avcuna alıp onlara hayır dua etmektir belki de. Muzaffer bir fatih olarak girdiğin kentte karşındakine “titreyip durma, ben kral değilim, Mekkeli, kurutulmuş et yiyen bir kadının oğluyum” demektir. Öyle güvenilir olmaktır ki “şu dağın arkasından bir ordu geliyor desem bana inanır mısınız?” diye sorduğunuzda düşmanlarınızın istisnasız “elbette” diye cevap vermesidir belki de. Bir dağa doğru bakıp “biz o dağı severiz, o dağ da bizi sever” diyebilecek kadar uyumlanmaktır evrene. Bir kadına hakaret edildiğinde “onun kellesini bana kim getirecek?” sorusunu sormanın da hayata dahil olduğunu fark etmektir belki de.
Yok. Bu son paragrafı “kim bilir?” sorusuyla bitirecek değilim. Çünkü ben dahi biliyorum. Kendisinden ötürü dünyaya geldiğimiz o Güzel’e benzemek demek, ölmeden önce ölmenin, yaşamadan önce yaşamanın, yaşarken iliklerine kadar yaşamanın, ölürken ölmenin kendisini bile güzelleştirmenin kesin, keskin ve kesintisiz yolu çünkü.
“Ah” diyelim O(s.a.v)’nun adı anılanda. “Af” diyelim. Adımımızı adımına uyumlamanın gayretiyle yaşayıp, ölümü de öldürerek ölelim. Amin.


