Ölüm ansızın gelir, yavaşça Yeni Şafak Kitap Eki Haberleri
Yenisafak sayfasından alınan verilere göre, SonTurkHaber.com bilgi veriyor.
Sema Bayar’ı dergilerden ve telefon görüşmelerimizden bilirim. Tanışıklığımız ortak dostumuz Kibar Serseri’nin katkılarıyla ilerledi. Kibar Serseri kim mi? Tanımazsınız, serserinin biraz kibar olanından.
Ankara doğumlu (1983) Bayar. Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi mezunu. Öykü ve yazıları Dergâh, Hece, Kayıp Kayıt, Mahalle Mektebi, Muhit, Söğüt ve Türk Edebiyatı gibi dergilerde yayımlandı, yayımlanıyor. Üç esere imza atan yazar, ilk kitabı Kuklalar İçin İplerden Sonra Yaşam’la Ramazan Dikmen İlk Kitap Ödülü’nü almış (2021). İkinci kitabı Vakitsiz Ölüler Yurdu’yla da iki yıl önce Necip Fazıl İlk Eserler Ödülü’ne hak kazanan yazar evli ve bir kamu kuruluşunda editör olarak çalışıyor.
Vakitsiz Ölüler Yurdu’nu (Hece Yayınları, Ekim 2024) sıcaklarla boğuşarak okudum. Yayınevince, “Bayar, öykülerinde küçük insanların kederli yürüyüşünü takip eder” cümlesiyle tanıtılan yazarın öykülerini gölgelerin, aralıkların, kuytuların, gizemlerin, ihtimallerin peşinde ve merakla takip ettim. Bir hikâye kitabı üçüncü baskıya ulaşmış. Bunu da dikkate almayı ihmal etmedim.
Efsaneler, masal ögeleri, yerine göre kıssalarla besliyor öykülerini yazar. Al karısı, ins ü cin, karakoncolos, Upirler (vampir), ecinniler, şer taifesi vs. Bir nevi ‘masal-öykü’ koyuyor ortaya. Bununla kalmayıp, tarikat ehlinin aşina olduğu dili de katıyor anlatımına.
Esasta büyük bir hikâye var. Kitap o büyük hikâyenin parçalarından oluşuyor. Bir metinde öne çıkan, diğerinde görünmüyor. Bakış açısı ve kahramanlar değişiyor. Bez Bebek ve Hüseyin’in Boynundaki İp başlıklı çalışmalardan anlaşılacağı üzere öyküler bağımsız gibi görünse de irtibatlı.
Detaylara hâkim. Hiçbir durum veya olay öylesine gelişmiyor. Perde arkasında gizli olanı, gölgede kalanı, hatıralara sızanı arıyor yazar. Cansız ‘şey’leri çok iyi canlandırıyor, ete kemiğe büründürüp acılarla, sevinçlerle giydiriyor: ...demir parmaklıklar güneşin altında tebessüme duruyor (s. 35).
Dil işçiliği çok iyi fakat gençlerimize ağır gelebilir bu dil. Dil ve ağırlık kelimelerini ‘Bayar ağdalı bir dil kullanıyor’ yargısına varmak için yan yana getirmedim. Varılacak yargı belli: Dil yaşayan bir varlık. Onunla oynamamak, eğip bükmemek, TDK’lik yapmamak gerek. Her halûkârda genç okurun elinin altında bir sözlük bulunması iyi olur.
Kurgu sağlam, tasvirler/betimlemeler müthiş. Bakalım: Yavrusunu ateşten korumak için uzağa, çok uzağa fırlatan bir köknarın, uçurumun kenarına yuvarlanmış kozalağında büyüdüm ben (s. 7).
Ölümle iç içe yazar, Acı tespitleri var bu gerçeğe dair: Bir ceset en sevdiklerinin gözünde dahi çarçabuk kurtulması(!) gereken bir yüke dönüşür (s. 8). Veya ...ölüm, bütün soruları boşluğa düşürmüş, yalanlara, vaatlere, yaldızlı sözlere yer bırakmayan ağırlığıyla gelip başköşeye kurulmuş, bütün kırgınlıkları, kızgınlıkları bitirmişti (s. 23). Ölüm nedir? Mezar Artığı başlıklı öyküye bakarsak kurtuluş: ...öldü. ...Kurtulmuştu (s. 21). Bu noktada Dünya Vakitsiz Ölüler Yurdu’ndan başka nedir? sorusunu sorup eklemeli: Ölen bir defa ölüyor ya kalanlar?
İhtiyarlığın resmini ne güzel çiziyor Bayar: Sırlı camlara yansıyan bu adam da kim? Peşim sıra gelen bu gölge kimin? Ya bu çatallı ses, kır düşmüş saçlar, bu lekeli yüz ve hırpani parmaklar...(s. 53).
“Bizim yaşadığımız hayat tedavülden kalkmış” (s. 54) cümlesindeki hissiyat şu sıralar hiç peşimi bırakmıyor. Yoksa ben Bayar’ın öykülerinden çıkıp gelmiş biri miyim?
Bazı tasvirleri yazılıp baş köşeye asılacak güzellikte yazarın. Bakalım. Önce bir özgürlük tarifi: Özgürlük her yerde aranan, tam ele geçecekken parmakların arasından kaçan, uçarı ve biraz da hovarda bir kavramdı (s. 58). Hakikat: Hakikatin gizlendikçe, dile gelmedikçe bileylenen bir yüzü var (s. 72). Ve aşk: Sevgi’yi mektebin son sınıfında tanıdım. Tanrı onu gün ışığından yaratmış olmalıydı. İkindi güneşinin kızıllığından. Biz ise kömürden yontulmuştuk (s. 75).
Okurken, güzel bulduğum satırların altını çizerim. Kitap bittiğinde gördüm ki çizilmedik satır kalmamış. Birkaçını alıntılayayım: İncinmiş kelimeler biriktirdim ceplerimde (s. 8), Songüz bütün kızıllığıyla sırnaşıyor sarmaşıklara (s. 35), ...peşimden gelen sorulardan, cevaplardan, vicdan azabına benzeyen keskin uçlardan af diliyorum (s. 38),
.…kan oturmuş gözlerini döşemenin çatlaklarında gizliyor (s. 41), …haşarı bir yağmur çatılarda koşturuyor (s. 45), Gece sabun kokulu bir ihtiyar kılığında koynuna alır seni. Pencerene vuran ay ışığını ürkütmeden usul usul masal anlatır (s. 68), Gizli gizli sigara içer, ergenliğin tuz kokan, ter kokan, yağ kokan akşamlarında hayallerimizi mayalardık (s. 75), İnsan kendi geçmişini, is kokan evini öyle eski bir hırkayı üzerinden atar gibi, çıkarıp atamıyor (s. 79).
Bayar’ın öykülemedeki ustalığını görünce, ‘deneme yazsa nasıl olur acaba’ diye sordum kendi kendime.
Kitaptan şu güzel cümleyle bitireyim: İnsan aslında en çok kendine maruz kalmaktan yorulur (s. 80). Yorulmadan Bayar’dan yeni hikâyeler, romanlar bekleyeceğim.
Serserinin kibar olanı!
“Gençlerimiz okumuyor” cümlesini işitmişliğimiz çoktur. Aksine gençlik okuyor. 'Genç edebiyatı' da usuldan gelişiyor; yayınevleri konuya kafa yorup, yayınladıkları kitaplarla mücadeleye katılıyor. Bu yayınevlerinden biri de Hece Yayınları. Hece Genç başlığı altında kitaplara imza atan yayınevindeki arkadaşlar ilk turda okura sunulan eserlerden bana da ulaştırdılar. Sema Bayar’ın Kibar Serseri’si (Mart 2025) bunlardan biri. Hece Genç’in editörü de olan Bayar, “Biz ne yapabiliriz?” sorusunun peşine düştüklerini belirterek, “Güzel Türkçemizin, köklerimizin, medeniyetimizin sesini duyurmak gayemizdi. Edebiyat kanatlarını açsın, gençler fantastik hikâyelerle buluşsun, kendi dünyalarının izini sürsün ... istedik” diyor.
Kitabın kapağını araladığımızda Genç Bir Hece ifadesi karşılıyor bizi. 88 sayfalık eserdeki metin dokuz bölümden müteşekkil. Ön sözde ve arka kapak yazısında İlham Perisi imzası var. Yazar kadar etkin ‘peri’miz yazılanlar üzerinde. Yazarı kabul etmekte de zorlanan peri, araya girip soruyor: Olay nerede efenim, olay? (s. 21). Yazarın dilinden de rahatsız. Şöyle diyor: Bizim yazar tedavülden kalkmış kelimelere pek meraklı çıktı iyi mi? (s. 53). Peri’nin de açık ettiğine göre, olay(sız olay) bir şehrin en gözde liselerinden olan AAL’de geçiyor. Lisede Roman Kahramanları Festivali düzenlemeye karar veriliyor ve öğrenciler en sevdikleri kahramanları canlandırmak için kolları sıvıyor.
Zaten kahraman olan roman karakterleri bu uzun hikâyede de kahramanlıklarını sürdürüyor. Bayar, onların kendi iklimlerinden eserine geçişlerini gayet ‘hissettirmeden’ yapmış. Kimler var? En baskınları (bana göre) İlham Perisi. Onu Cingöz Recai, Efruz Bey, Raskolnikov (baltasıyla), Anna Karenina, Akaki Akakiyeviç, Çalıkuşu Feride, Hayri İrdal, Selim Işık, Lady Macbeth, Aliye Öğretmen, Bihter, Neriman, Gregor Samsa, Olric, Nuran, Macide, Esmeralda (Agnes), Fosforlu Cevriye ve adamım Oblomov takip ediyor.
Peri ile yazar arasındaki tatlı atışma ve roman kahramanlarının birer birer sahneye çıkıp toplanmalarının ardından bir ‘olay’ patlak veriyor. Çözülmesi gereken olayı elbette meşhur Cingöz ele alıyor. Bir dedektif(!) dikkatiyle çalışıp düğümleri bir bir çözüyor!
Kahramanı bol romanla ilgili son sözü kapanışı yapan İlham Perisi’ne bırakayım: Polissiz bir polisiye biraz tuhafıma gitse de (yazarın) Cingöz Recai’yi yeni bir macerayla karşımıza çıkartmasını takdir ettim. Mizah kısmını da çaktırmadan benim üzerime yüklemiş (s. 85).
Kibar Serseri, kahramanlarıyla, polisiye ve mizahi yanıyla, akıcı üslubuyla gençleri, genç ihtiyarları bekliyor.


