Sessizliğin gürültüsünde nemide’ye bir sesleniş Yeni Şafak Kitap Eki Haberleri
SonTurkHaber.com, Yenisafak kaynağından alınan bilgilere dayanarak haber veriyor.
Gülnaz Eliaçık Yıldız
Sevgili Nemide,
Seninle ilk karşılaştığımız zamanı hatırlar mısın bilmem, benim aklımdan hiç çıkmadı. Bir yaz günüydü, açık yeşil bir rengi vardı evinin. Evin diyorum evet, çünkü her kitap kahramanının evidir bir bakıma. Evinin en son odasına geldiğimde duvarı yıkılmış bulmuştum, o yırtık sayfanın okuyamadığım kısmının hüznünü hâlâ içimde hissederim.
Aslında ikimizde bu dünyanın yerlisi değildik ama ikimizin de ortak bir kaderi vardı, doğmuş olmak! Mesela henüz on beşimdeydim sayfalarını çevirdiğimde, aklımda yazmakla ilgili en ufak bir fikir yoktu. Sense on altı yaşında körpe bir genç kız. Hikâyeni okurken altını çizdiğim satırları, elimdeki pembe kalemi, ne için not aldığımı bile bilmeden o cümleleri küçük bir kâğıda yazışımı anımsıyorum. Benim için kıymetliydin çünkü annemin gençliğinden bana yadigârdın. İlk o okumuştu seni, sonra ben. Aynı satırlara farklı zamanlarda gözlerimiz değmişti. Ama bugünden o güne baktığımda, biliyorum ki aynı duyguları hissederek gezinmiştik kalbinin içinde.
Fulford, hikâyecilik tüm edebi sanatların anasıdır ve okuyan herkes zaman zaman onun kalıcılığı üzerine düşünür, diyor. Belleğimin kuytu köşelerinde kalan adınla ve o büyük aşkının talihsiz öyküsüyle anımsıyorum seni. Doğumun annenin bu dünyadan gidişine gebeydi. Bu yük omuzlarına öyle ağır geldi ki, senin ömrün de pek uzun olmadı.
Halit Ziya, güzelliğini öyle muazzam betimliyordu ki gözümün önünde öylece salınarak yürüyordun. Sanki seni okumuyor da izliyordum; kıvırcık kirpiklerin, koyu mavi gözlerin, zayıf ve çelimsiz vücudun… Babanla bahçede gül toplarken gelen mektubun Nail’den olduğunu öğrenince ne çok sevinmiş ama belli etmemiştin. Kelimeler de bazen böyle Nemide, coşkuyla sevinirken bile kendi düzenlerini senin gibi korumak zorunda. Bazen belli etmeden anlatmak, sezdirmek, bazense aleni bir şekilde, olan bitenle haşır neşir etmek okuyanı ama hepsinin sonu, Halit Ziya’nın seni kelimelerle çizerken tuttuğu kalemin ucu işte…
Baban Şevket Bey, annenin acısına dayanamayıp seni Doktor Osman Bey’e emanet ettiğinde çok küçüktün. İki yıl sonra geri gelip yanına aldığında ise annene ne kadar benziyordun. Belki de seni yalnız bırakıp gitmenin yüküyle, üzerine fazlaca düştü baban. Ya da annenden sonra seni de kaybetme korkusu sarıp sarmaladı içini, kim bilir… Bu yüzden istediğin her şey yapılıyordu.
Amcanın oğlu Nail’i delice seviyordun. Artık aşk, kitapların sayfasında alelade bir nesne gibi Nemide, klişe diye yazmıyor kimse! Hiçbir cümle ötekine benzemek istemiyor. Kimsenin ayak basmadığı, tuhafın tuhaf sayılmadığı romanlar yazılıyor. Zaman kendi kelimelerini doğuruyor. Halit Ziya’ya yazarların aşktan bunca köşe bucak kaçacağını, sayfaların arasında iki karakterin kısacık bir diyaloğuyla öylesine yazılıp geçileceğini söyleseler inanmazdı belki. Kimse ince hastalıktan ölmüyor artık, çelimsiz, zayıf ve hastalıklı kadınlar yok öykülerde, romanlarda. En iyi ihtimalle yatalak kalıyor bizimkiler, başlarına gelen amansız bir kazayla ya da ne bileyim bir doktor ihmaliyle mesela…
Amcanın oğlu Nail, onun adı geçince evde kalbinde bir heyecan, yüzünde pür neşe. Ne çok seviyordun Nail’i. Sen beş yaşındaydın hani, bir kutu şekerleme ile girince bahçe kapısından Nail, yerinden fırlayıp koşmuştun ona doğru, iri mavi gözlerini dikmiştin ona, “Al, sana getirdim.” deyip vermişti şekerleme kutusunu eline. “Bak baba, Nail bana ne getirdi!”
Nail’in sana getirdikleri götürdüklerinin yanında bir hiçti elbet. Pazar ve cuma günleri size gelirdi, bu yüzden sadece bu iki günün adını ezber ettin küçücükken. Azıcık geç kalsa kı yametler kopardın. Öyle haklıydın ki! Etrafında aşçının kızı Nergis’ten başka çocuk yoktu ki doyasın oynamaya. Bir bakıma Nail senin oyun arkadaşındı. Babanın senden sonra en çok sevgi gösterdiği kişiydi. Sen Nail’i değil de kimi sevecektin Allah aşkına!
Babanla birlikte Kâğıthane’ye gezmeye götürmeye evinden almaya gittiniz hani Nail’i, odanın kapısını açan o çekingen elin sahibini gördükten sonra kalbin hiç eskisi gibi olmadı. Teyzesinin kızı, dediler adı Nahit. Daha o gün anladın Nail’le aralarında özel bir bağ olduğunu. Bu bağa rağmen Nail’le nişanlandın sandın ki sevdiğin gibi sevecek seni. Böyle olmaz romanlarda Nemide, biri hep daha çok sever diğeri hep bir başkasını! Nahit senin zayıf bedenine, hasta haline bakıp aşkını kalbinde taşıyor, kaderine razı oluyordu. Ama her kadın gibi sonunda anladın sen de. Daha az sevilmeye razı gelmediğin o yüzüğü çıkarıp Nail’e verdiğin için seni bir kez daha sevdim.
Ve evinin kapısı kapandı Nemide, yirmi yıl sonra seninle yeniden buluştuğumda bildim ki bedenin bu aşkın vücudundaki tesirine yenildi. O zaman da tahmin etmiştim bu sonu. Çünkü ölümle biten her son etkileyicidir, mutlu son yazılmaz bizim romanlarımızda. Kederi tutar, mutluluğu kuş gibi uçururuz biz.
Ben olsaydım Nail’i seni çok severken yazardım, Nahit’i araya hiç karıştırmazdım belki ama bir rakip de lazım geliyor değil mi? İnadına mutlu son yazacaktım sana işte, kimse okumayacaktı o zaman belki, adın duyulmayacaktı. Nur içinde uyu Nemide, seninle yeniden konuşmak güzeldi…


