‘Şiddet sömürgeciliğin zorunlu temelidir’ Ömer Lekesiz
Yenisafak sayfasından alınan verilere göre, SonTurkHaber.com bilgi veriyor.
Hardt ve Negri, ‘Sömürgeciliğin Diyalektiği’ni şöyle çerçevelemişlerdir:
“Sömürgeci temsillerin mantığında, sömürgeleştirilmiş ayrıksı bir ötekinin inşası ile kimlikle başkalığın birbirinden ayrılması, paradoksal bir biçimde mutlak ve son derece yakın şeyler olarak karşımıza çıkar.
Aslında süreç diyalektik anlamda birbiriyle bağlantılı iki momentten oluşmaktadır.
İlk momentte farklılığın uç noktaya kadar itilmesi gerekir. Sömürgeci imgelemde sömürgeleştirilenler sadece medeniyetin dışına kovulmuş Ötekiler değildir. Aksine Öteki, mutlak bir yadsıma, ufkun en uzak noktası olarak kavranır veya üretilir. (…) ‘Zenci doğası ve eğilimleri sadece Avrupalılarınkinden farklı olmakla kalmayıp onların tam tersi olan bir varlıktır. Nezaket ve şefkat onun kalbinde bastırılamaz ve ölümcül bir nefret uyandırır. Ama kamçılar, hakaretler ve küfürler onlarda minnettarlık, düşkünlük ve bozulmaz bir bağlılık yaratır!’ Köleliğin kaldırılmasını savunan bir broşüre göre köle sahiplerinin zihniyeti işte budur. Avrupalı olmayan öznenin hareket etme, konuşma ve düşünme tarzı Avrupalıların tamamen zıddıdır.
(…) İkinci momentte benliğin temeli olarak tersine çevrilmesi mümkün olur. Diğer deyişle sömürgeleştirilmiş ötekinin kötülüğü, barbarlığı ve ahlaksızlığı, Avrupalı benliğin iyiliğini, medeniliğini ve edebini mümkün kılan şeylerdir. Başta tuhaf, yabancı ve uzak görünen şeylerin böylece çok yakın ve derin olduğu görülür. Sömürgeleştirilenleri tanımak, onları görmek, hatta onlara dokunmak, bu bilgi ve temas sadece temsili alanda gerçekleşse ve sömürgelerle metropolde yaşanan gerçek öznelerle çok zayıf bir ilişki içinde olsa bile olmazsa olmaz şeylerdir. Köleyle yakından mücadele yürütme, tenindeki teri hissetme, kokusunu duyma efendinin yaşama gücünü tanımlar. Ancak bu yakınlık, mücadele içinde olan iki kimlik arasındaki ayrımları kesinlikle bulanıklaştırmaz. (…)
Avrupalı benliğin kimliği bu diyalektik hareket içinde üretilir. Sömürgeci özne mutlak bir öteki olarak inşa edildiği anda çok daha yüce bir birliğin içine alınabilir (iptal edilebilir ve yükseltilebilir). Mutlak öteki geri yansıtıldığında karşısında en düzgün olanı bulur. Metropolitan özne ancak sömürgeleştirilmiş kişileri karşısına alarak gerçek anlamda kendisi olabilir. Önce dışlamanın temel mantığı gibi görünen şeyin diyalektik bir tanıma ilişkisi olduğu görülür. Sömürgeci sömürgeleşmiş olanı bir yadsıma olarak üretir ama diyalektik bir bükülmeyle bu negatif ve sömürgeleşmiş kimlik bir kez daha yadsınarak pozitif sömürgeci benliği ortaya çıkarır. (…) Sadece Avrupalı kentlerin değil modern Avrupa düşüncesinin yaldızlı anıtları bile, Ötekiyle arasındaki yakın diyalektik mücadele üzerine inşa edilmiştir.
Sömürgeci dünyanın aslında bu diyalektik yapının basitçe ikiye bölünmesine hiç boyun eğmediğine dikkat etmemiz gerekir. (…) Kısaca sömürgelerdeki gerçek toplumsal durum, asla saf karşıt güçlere ayrılmış mutlak ikiliklere indirgenmez. Gerçeklik her zaman çoğalan çeşitlilikler sunar. Ancak buradaki savımız, bu yüzeysel ikili yapıyı gerçekliğin değil sömürgeciliğin sunduğu, bunu kimlikleri ve başkalıkları üreten, sömürgeci dünyaya ikili ayrımlar dayatan soyut bir aygıt olarak yaptığıdır. (…) Diyalektik olan gerçeklik değil sömürgeciliktir. (…) Sömürgecilik başkalığı ve kimliği üreten soyut bir durumdur. Ancak sömürgeci durumda bu farklılıklar ve kimlikler sanki mutlak, temel ve doğal şeylermiş gibi işlev görür.
Diyalektik okumanın ilk sonucu, bundan ötürü ırksal ve kültürel farklılıkların tabi olmaktan çıkarılmasıdır. Bu, yapay kurgular olduğu fark edilince, sömürgeci kimliklerin buhar olup uçacağı anlamına gelmez. Gerçek illüzyonlardır ve sanki temel şeylermiş gibi işlev oynamaya devam ederler. (..)
İkinci olarak diyalektik yorumlar, sömürgeciliğin ve sömürgeci temsillerin sürekli yenilenmek zorunda olan şiddetli mücadeleler üzerinde temellendiğini netleştirir. (…) Durmaksızın sömürgeci temsillerin karşısında yer alan genelleşmiş savaş hali, tesadüfi bir şey olmadığı gibi istenmeyen bir şey de değildir. Şiddet sömürgeciliğin zorunlu temelidir.
Üçüncüsü, sömürgeciliği tanımanın negatif diyalektiği olarak konumlandırmak, durumun içinde saklı olan yıkıcı potansiyeli açığa çıkarır. Fanon gibi bir düşünür için Hegel’e yapılan referans, efendinin ancak içi boş bir tanınırlığa ulaşabileceğine işaret eder. Ölüm-kalım mücadelesiyle ilerleyip eksiksiz bir bilince ulaşma potansiyeli olan yalnızca köledir. Diyalektik harekete işaret etmelidir ama Avrupaî egemen kimliğe ait olan bu diyalektik durağanlığa girmiştir. Yenilen diyalektik, negatifliğiyle hakiki bir diyalektiğin tarihi ileriye götürme olasılığına işaret eder.” (İmparatorluk, trc.: Akın Emre Pilgir, Ayrıntı)


