Sığ zihinlerle nereye kadar? Gökhan Özcan
Yenisafak sayfasından elde edilen bilgilere dayanarak, SonTurkHaber.com duyuru yapıyor.
İnsanların sanal ekranlarda adeta birbirlerinin kafasını gözünü yararak tartıştığı konulara bakın; bağıra bağıra söyledikleri ve tereddütsüzce fikir kabul ettikleri şeylerin birkaç sığ slogandan ibaret olduğunu göreceksiniz. Bağıra bağıra yapılan tartışmaların pek azında fikrin esamisi okunur; çoğu boş lafazanlıktan ibarettir, tartışanlar sözlerinin dikkate alınması için yüksek sesle söylenmesinin gerektiğini bilir. Sağlam fikir ve kanaatlerin bu kadar gürültü koparması gerekmez; aklım selim sahibi herkes sağlam fikirle kuru gürültüyü birbirinden ayırmayı bilir. Ve fakat sayıları çok değildir böylelerinin; ekseriyet, kendisi de kısa yollardan gitmeyi bir şey sandığı için kuru gürültünün peşinden gider. Bir toplum için fevkalade tehlikeli bir şey varsa, o şey; kuru gürültünün aklı selimi, boş lafazanlıkların sağlam fikirleri, kayıkçı kavgalarının derin muhakemeleri, ucuzluğun bedeli ödenmiş, çilesi çekilmiş fikriyatı örter, perdeler, görünmez ve işitilmez hale getirmesidir.
Nezihe Meriç ‘Zor Yokuşu’ kitabında günümüzün en başat ve maalesef en geçerli karakterlerinden birinin zihinsel röntgenini çekmiş: “Yaşamı olduğu gibi alır. İncelemez. Düşünmez, yeniden, kendinden bir şey katarak üretmez. Ne öğrenmişse onunla yetinir. Günlük hayatını yaşar. Derinlik sözcüğünü, belki çok güzel yazar, o güzel yazısıyla: DERİNLİK! Ama anlamaz.”
Popüler bir karakteri niye çok sevdiğimizi ya da ondan niye deliler gibi nefret ettiğimizi tam bilemiyoruz artık. Bir fikri neden desteklediğimizi ya da bir fikre neden en keskin hallerle karşı çıktığımızı derinliğine izah edebilecek durumda da değiliz çoğumuz. Zihnimizde yer etmiş ve olduğu gibi katılaşmış kimi kabullerle ezbere hareket ediyor, önümüzden geçen kompartımanlardan kendimize uygun bulduğumuza atlıyoruz. Kimliklerimiz, aidiyetlerimiz, değerlerimiz donmuş halde, zamanın getirdiği değişimler, yeni zorluklar, yeni problemler, yeni yönelimler bu sağlaması alınmayan katı kabulleri hiçbir şekilde değiştirmiyor. Otuz kırk yıl önceki zihniyet şablonlarının zemini çok başka yerlere kaymış yeni pozisyonları anlamlandırmada işe yarayacağını zannediyoruz. Dünya tamamen değişmiş, eski insanla yeni insan arasında neredeyse geri döndürülemez zihinsel farklılıklar oluşmuş ama biz otuz kırk yıldır hiç geri dönüp bakmadığımız, hiç bu zamanın durumları içinde sağlamasını almadığımız izahlarla idare etmeye çalışıyoruz. Uymuyor hiçbir şey birbirine doğal olarak, dünün izahları bugüne bir şey söylemiyor. O zaman söylediklerimizi yüksek sesle söylemek, üç kelime sonra işi kavgaya bağlamak, karşındakini altından kalkamayacağı şeylerle itham edip devre dışı bırakmak gibi çarelere el atıyoruz. Bunlar çare sandığımız acınası çaresizliklerimiz aslında.
“Seslendirmeli konuşmalar anlatının yerini, sığlık derinliğin yerini ve geçmişin enkazları arasında sörf yapmak düşüncenin yerini alıyor. Hatırlama değil, unutma kültüründe yaşıyoruz. Günümüzde, tarihsel hafızanın simsarları (aynı zamanda paydaşları), çabalarını hafızanın belleme güçlerini aşındırmaya ve tarihsel amneziyi teşvik etmeye odaklamaktadır” diyor ‘Akışkan Kötülük’ isimli kitabında Zygmunt Bauman.
Fikir diye bir şeyden söz ediyorsak, her şeyden önce bunun zamanın bir yerinde üretip lazım oldukça çıkarıp kullanabileceğimiz bir şey olmadığını bilmemiz gerekiyor. Dünya dönüyor, hayat akıyor, bu döngü içinde biz istemesek de insan değişiyor. Bu değişimin yönü her geçen gün daha da kontrolümüzden çıkıyor, bunlarla baş edebilmek için ne olup bittiğini iyi anlamamız gerekiyor. Fikirler, tıpkı yaratılış gibi, hayatın kendisi gibi, insanın tabiatı gibi sürekli yenilenmesi gereken şeyler… Kadim ve değişmez kaideye bağlı kalınarak her zaman için o zamanın dertlerine deva olacak sözün, fikrin, muhtevanın hak ettiği derinlik içinde ortaya konması, hayata çağırılması lazım.


