Şiirimizin ucuz mazot problemi Yeni Şafak Kitap Eki Haberleri
Yenisafak sayfasından alınan verilere dayanarak, SonTurkHaber.com haber yayımlıyor.
Arif Ay
Şiir yazanın çok olduğu ama şiir üzerine düşünenin az olduğu bir dönemden geçiyoruz. Dolaysıyla şiir üzerine yazılan yazıları, kitapları önemsiyorum ve büyük bir ilgiyle okuyorum. Ahmet Edip Başaran’ın “Yeryüzü Eşiği” (Muhit Kitap, Mart 2025) de bunlardan biri.
Ahmet Edip Başaran, şiir üzerine düşünen ve üç şiir kitabıyla -Oyun Bozan (2010), İzinsiz Gösteri (2016), Hızır’ı Beklerken (2021)- şiirde yetkinliğini kanıtlamış bir şair.
SÖZ TANRI’DAN BİR EMANET
Şiirin hammaddesi ‘söz’ olduğuna göre, şiir üzerine düşünmek de ‘söz’ün ne olduğunu ortaya koymaktan geçer elbette. Ahmet Edip Başaran, şiir üzerine yazdığı yazıları topladığı “Yeryüzü Eşiği”ne ‘söz’ün ne olduğunu açıklamakla başlar. “Söz, düşünce evrenimizin varlık zarıdır.” Tespitinde bulunur. Ardından ‘söz’ün Tanrı’nın bir emaneti olduğuna vurgu yapar ve söz ile şiir arasındaki bağlar üzerinde durur.
Söz ‘söz’den açılmışken Jacques Ellul’un “Söz’ün / Dil’in kurtarılmasına ve nihilizmin aşılmasına adanmış bir kitap olan “Sözün Düşüşü” ne değinmeden geçmek olmaz.
Jacques Ellul “Tekniğin, modern bilimin ve kapitalizmin (para ve iktidarın) çağı imajın göz’ün ‘söz’e / kulağa üstün görüldüğü çağdır; Nietzscheci tabirle nihilistik bir çağ. Bu çağda insanî varoluşun anlamı ‘söz’ün / ‘anlam’ın düşüşüne paralel olarak indirgenmiş, daraltılmıştır. (…) İnsanlığı kurtarma isteği duyan herkes günümüzde, öncelikle sözü kurtarmalıdır” der.
Çağımızın ana meziyeti aşırı tüketmektir. Her şeyi hızla tüketiyoruz; sadece maddi şeyleri değil, zamanı, bilgiyi, nefesi, şükrü, duayı, dili, sözü tüm manevi değerleri… Dolaysıyla insanoğlu gafil olduğu kadar müsrif de…
Sözlükte “haddi aşma, hata, cehalet, gaflet gibi anlamlar içeren ‘seref’ kökünden türetilmiş olan israf, çağımızın en büyük hastalıklarından biridir. İnsanlık o denli konfora, lükse, hazza dalmış ki ahirette kaynakları nasıl kullandığından sorguya çekileceğini unutmuş durumda.
DİL İÇİNDE DİL İNŞA ETMEK
Bir ‘söz’, ‘sözcük’ tasarrufu olan şiiri, bu olumsuz gidişe karşı, ‘söz’ü kurtaracak bir umut olarak görebiliriz. Ahmet Edip Başaran’ın dediği gibi: “Dilde içkin olan izah ve idrak potansiyeli kendisini en çok şiirde ve şiirle tecrübe eder. Şiirin tecrübe estetiğinden geçmiş dillerin söz dağarları bu sebeple daha gelişmiş ve zengindir. Söz özdür, çekirdektir; çekirdek konuşur, ima ve imar eder şiir olur. Şiir bir dilin içinde başka bir dil inşa ederek kendine özgü özerk bir varoluş atlasında konumlanır. Bu konum varlık evreninde nerde durması gerektiğini sorgulayan insan için bir işaret parmağı hükmündedir.”
Ahmet Edip Başaran, yirmi şairin şiirleri üzerine kaleme aldığı yazılarında şiirin ince damarlarına nüfuz ederek önemli tespitlerde bulunur. Sözgelimi, Sezai Karakoç’u İkinci Yenici görenlerin aksine: “İkinci Yeni bir ‘yaşantı şiiri’dir. Ânın çemberinde yaşanan zaman diliminin şiirleştirilmesi söz konusudur. Odak noktası doğrudan yaşamın bizzat kendisidir. Karakoç şiiri bir yaşantıdan ziyade hayatın özüne dikkat kesilen bir ürperişle doludur. Duyarlılığın o büyük fikir ve inançla bezendiği şiir örneklerine baktığımızda ne demek istediğim daha sarih anlaşılabilir” derken, bu sözün, Sezai Karakoç’un İkinci Yeni şairi olmadığına dair bir ima taşıdığı da söylenebilir.
Tanrı’dan kopan hatta onu öldürdüğünü sanarak panikleyen insanın kendi ‘ben’ini Tanrı yerine koyduğu XX. Yüzyılda Necip Fazıl Kısakürek, şiiriyle ‘ben’ini pamuk atar gibi atarak nasıl bir nefs muhasebesine dönüştürdüğünü, Başaran şöyle dile getirir: “Onun şiirindeki ‘ben’, gelmiş olduğu coğrafyanın zihinsel ikliminden sıyrılıp bir varlık hesaplaşması içinde yaşayan insanın sancılı hikâyesine dönüşür. Gençlik yıllarında Batılı sanatçılardan beslenmiş olması da şüphesiz bunda etkili olmuştur. Necip Fazıl bu ‘ben’i ehlileştirmenin derdindedir daha çok. O ‘ben’e ateşten bir gömlek giydirip varlık ve yokluk kavgasının tam ortasına getirip bırakır. Bu topraklarda köksüzlükle malul ‘kriz entelektüel’ hastalığı bütün sanatçıları yokladığı gibi Necip Fazıl’ı da yoklar. Ama o, bu hastalığı inancın ve bağlanışın gücüyle alt etmeyi başarır. Batı’dan aldığı ‘ben’i sanatkârca bir sezişle ‘nefs’ kavramında bütünleştirir. Onun hikâyesi ‘kriz entelektüel’den ‘nefs muhasebesi’ne geçişin bir hikâyesidir aslında. Denilebilir ki, modern Türk şiirinde nefsiyle konuşabilme cesareti gösteren ilk şair Necip Fazıl’dır.”
Alaeddin Özdenören şiirine dair “Özdenören’in karakterinde ve şiirinde önemli izlek olan hüznü ve yalnızlığı, Müslüman bir sanatçının modern çağın kof ve yavan dünyasına, yanlışlarla dolu bir tarihsel kıyıma karşı geliştirilmiş bir ‘iç tepki’ olarak okumak gerektiği kanısındayım” der, Ahmet Edip Başaran.
Erdem Bayazıt’ın, şiirini dini bir kimliğe yasladığını belirten Başaran, şiirindeki redlerin neler olduğuna dair: “Şairin reddiyesini yaptığı temel nokta, Batı’nın Marksizm, kapitalizm, materyalizm gibi salgılarla kendi yaşama tarzlarını Doğulu toplumlara dayatan çarpık zihniyetinde odaklanır” der ve şiirinde işçi, emek gibi kavramları kullandığı için onu Marksistlere özenmekle eleştirenlere karşı “Kelimeler, imgeler belli başlı ideolojik gruplara, kliklere, edebiyat kanonlarına zimmetlenmiş olmayacağına” vurgu yapar.
İlhami Çiçek’in “Satranç Dersleri” kitabının “iyi oyun” imgesiyle “bir oyun ve eğlenceden ibaret olan dünya hayatında insanın tutması gereken yolu” imlediğini belirten Başaran, put kırmayı sadece heykel devirmek şeklinde algılayan günümüz insanına, hakikati örten, ‘öz’ü örten her şeyin “put” olduğu ve Hz. İbrahim’in eyleminin de ‘öz’ü örten her şeyi kırmak olduğu gerçeğinden hareketle İlhami Çiçek şiirinin bâtıla karşı durmanın bir şiiri olduğunu hatırlatır.
Ülkü Tamer’i İkinci Yeni’nin önemli şairlerinden biri olarak gören Başaran, “İkinci Yeni şiirinin kalkış noktası Cemal Süreya’ya ait olan şu dizede odaklanır: ‘Lâleli’den dünyaya doğru giden bir tramvaydayız’, Ülkü Tamer bu tramvayın en sessiz ve en yalnız yolcusudur” der ve onun şiirinin Halk şiirinden beslenmesinin Cemal Süreya’nın “Folklor Şiire Düşman” yazısından hareketle bazı tehlikeler taşıyabileceği ihtimaline karşı “Ülkü Tamer, bana kalırsa bu tehlikeleri nasıl bertaraf edebileceğiyle ilgili oldukça net ve güzel örnekler vermiştir kitabında” tespitini yapar.
“Osman Konuk şiirinin başı lirizmle fena halde dertlidir” diyen Başaran, Osman Konuk’un “insanı aptallaştıran patolojik bir duygu hercümercine asla prim vermediğini” belirtirken, onun şiirinin okura değil, muhatabına söylen şiir olduğunun altını çizer. Yozlaşmanın, lüksün, konforun, tüketimin, doyumsuzluğun, kofluğun, sürekli görünmenin, kendine tapmanın, cehaletin bir yaşam biçimi haline geldiği ve normal görüldüğü günümüzde o, şiirine aldığı Lacoste, cnn , şarz, örovizyon, Telekom, Türkan Şoray, provizyon, lambiri vb. sözcükleriyle bu anormalliğe dikkatimizi çeker. Bu anormalliği şu dizelerle bir güzel yansıtır:
“Boş bir ayakkabı ile dolu bir ayakkabı arasındaki fark kadardır bazen insan / Çünkü herkes ucuz mazot ve ucuz ayakkabı almak ister”
Kısacası, Ahmet Edip Başaran “Yeryüzü Eşiği”nde şiirimizin pek çok ortak temadan hareketle, çok farklı söyleyişlerle ‘söz’ün yolunu açtığını, onu değerli kıldığını ve onu düştüğü yerden kaldırmanın savaşını verdiğini hatırlatır bize.
Emeğine bereket Ahmet Edip Başaran.


