Sömürgeciliği kanıksatılmış yalanlarla meşrulaştırmak Ömer Lekesiz
Yenisafak sayfasından alınan verilere göre, SonTurkHaber.com bilgi veriyor.
ABD-İsraili’nin
Gazze’de
yaptığı soykırım,
Birleşmiş Milletler’in
ve onun Uluslararası Adalet Divanı vb. organlarının, sömürülenlere değil, sömür(g)enlere; müstaz‘aflara değil müstekbirlere; mağluplara değil galiplere, mülk sahiplerine değil, o mülkün işgalcilerine … hizmet maksadıyla kurulduğuna dair zaten baştan beri var olan tartışmaları ve bu minvaldeki entelektüel sorgulamaları hareketlendirdi.
Burada “entelektüel” vurgusunu yapmamın nedeni,
medyanın
kendi sektörel ve siyasal amaçları doğrultusunda muhataplarını bilgilendirmek için yaptığı habercilik, olayları sıcağı sıcağına değerlendirme, yeni algılar oluşturarak yığınları yönlendirme… vb. gündelik yani etkisi geldiği hızla hemen geçen gösterilerin uzağında durarak kadim, geleneksel ve modern düşünce merkezinde yapılmış ve yapılmakta olan bir zihni çabanın gerekliliğine işaret etmek içindir.
Bu ayrımla söylemek istediğim ilk şey ise, Modernizmin 19. yüzyılın başında tedavüle koyduğu Uluslararası / Uluslaraşırı / Dış… Politika esaslı Uluslararası Hukuk, İnsan Hakları, adalet, özgürlük, özerklik, evrenselcilik, küreselcilik… vb. kavramların Gazze Sokırımı’nda ne denli içeriksizleştikleri, uçucu bir hale geliverdikleri ama buna rağmen söz konusu terimlerin, kelimelerin sömürgeciler tarafından Modernizmin kutsal kaseleri olarak hâlâ bir masal tekerlemesi gibi ciddiyet tonuyla ve bilimsel gerçeklik numarasıyla tekrarlanabildiğidir.
Modernizmin hakikat kılıklı bu büyük yalanlarının, Dış Politika temalı olarak gündelik olayları anlatma, değerlendirme tahtında yazılmasına elbette hiçbir itirazımız olamaz, bilakis onların ilgili yazılarına a priori olarak hadisatın nabzını tutma kabiliyetleri nedeniyle ihtiyacımız vardır.
Nitekim bize fazla uzak olmayan bir geçmişte
Şehbenderzâde Filibeli Ahmed Hilmi
(ö. 1914), haftalık
Hikmet
gazetesindeki yazılarında yukarıda zikrettiğimiz modern yalanları ısrarla işlemişti ve biz onları günümüzde olup bitenleri anlamak için -sanki şimdi yazılmışlar gibi- okumaktayız. (Bkz.: İnsanlık Âlemi, Yirminci Asırda Âlem-i İslam ve Avrupa Siyaseti, Büyüyenay Yayınları)
Entelektüel vurgumuzu bu yönde izlediğimizde şu ilginç sonuçla da karşılaşırız: Batı’nın kendi içinde Etienne Balibar, Michel Foucault, Jacques Derrida, Slavoj Žižek, Jean-Paul Sartre, Frantz Fanon, Edward Said, Antony Anghie, Antonio Negri, Mark Mazower… yoluyla -faklı ilmi disiplinlerde- sömürgecilerin modern yalanlarına karşı yapılan şiddetli itirazlar da adeta yok hükmünde olup, yalanın devamlılığı her türlü gerçekliğin ve itirazın önündedir.
Önceki birkaç yazımızda bu devamlılığın, Hıristiyanlığın Roma’nın devlet dini oluşuyla birlikte içselleştirilen paganizm - Yahudi-Hıristiyan İlahiyatı’nın derin ilişkisinden kaynaklanışına işaret etmeye çalışmıştık. Şimdi de bu devamlılığa entelektüel düzeyden bakmaya çalışalım. Ancak bunu burada Batı sömürgeciliğinin tarihini anlatarak yapamayacağımız için, mevcut bilgilerimize, fiili şahitliklerimize yaslanarak -ve dolayısıyla sadeleştirerek- anlatmaya çalışalım.
Örneğin
Birleşik Almanya
’nın ilk Şansölyesi
Otto von Bismark
’ın -Osmanlı’nın da bir temsilcisiyle yer aldığı-
Berlin Batı Afrika Konferansı’
nın açılış konuşmasında (1884) “Afrika’ya ticareti, Hıristiyanlığı ve uygarlığı (civilization) yaymak için gidiyoruz.” demesiyle, 2003 yılının ABD Başkanı
George W. Bush
’un Irak’ı “Saddam Hüseyin’in zalimce yönetimi altında acı çeken halkını özgürleştirmek ve demokrasi getirmek” için işgal ettiğini (2003) söylemesi arasında neden hiçbir fark olmadığını; uygarlaştırma, yeni mottosuyla demokratikleştirme yalanlarının dünya halklarının gözlerinin içine baka baka bunca zamandır nasıl kesintisiz olarak sürdürüldüğünü anlamaya ve bunun Gazze soykırımıyla olan ilişkisini öğrenmeye çalışmak gibi…
Diğer bir yaklaşımla, bize göre öteki’den verdiğimiz bu örnek minvalinde üretilen,
yalanlara hakikat sanarak tutunmanın yerli psikolojisi
ni anlamak üzere, CHP Genel Başkanı
Özgür Özel’in
hırsızlık suçlamasıyla tutuklanan parti mensuplarını kurtarmak maksadıyla neden hemen İngiltere, Fransa ve Almanya’ya kapılandığına da -sığ olduğu kadar salt partici muhalifliğe dayanan
ihanet
suçlamasını geriye iterek- yine aynı devamlılıktan bakabiliriz.
Ancak bunlara geçmeden önce
Michael Hardt - Antonio Negr
i’nin -Ani DiFranco’nun “Her araç doğru kullandığınız takdirde bir silahtır” sözüyle başlayan-
İmparatorluk
adlı ortak çalışmasına uğrayıp, oradaki “Sömürgeci Egemenliğin Diyalektiği” adlı kısmı okurlarımızla birlikte okumamız, konumuzu netleştirmek bakımından yararlı olacaktır.
Nasipse sonraki yazımızda inşallah…


