Sözlü kültürü dijital kültür evreninde yaşatmak boynumuzun borcu, fikrimizin harcı olmalı Fatma Barbarosoğlu
Yenisafak sayfasından alınan verilere göre, SonTurkHaber.com bilgi veriyor.
Genel ve büyük cümleler kurmak kitlede heyecan yaratır. Ancak idraki açan, küçük sahnelerdir, orada olan ama daha önce bunu nasıl da düşünemedim dedirten, gözümüzün önündeki şeylerdir daha ziyade.
Herkes en az günde birkaç defa, bir vesile ile “dijital kültür” kavramı ile karşılaşıyor. Bilenler bilmeyenlere anlatsın düsturu ile kavram cümle içinde kullanılıp geçiliyor. “O mahiler ki derya içindedir, deryayı bilmezler” kelamı kibarındaki gibi bizler de fena halde dijital kültürün içendeyiz, ne ki onun nerede başlayıp nerede hızlandığına, eğer mümkünse nerede yavaşlatılabileceğine dair pek zihnimizi yormuyoruz.
Bir şeyi anlamak için evvelini iyi bilmek şarttır. Neydik, ne olduk bahsi önemli. Dolayısıyla dijital kültürü anlamak için yazılı kültürü, yazılı kültürü anlamak için de sözlü kültürü bilmek lazım.
Bizim gibi sözlü kültürden apar topar dijital kültüre geçmiş toplumlarda “Ne idik, ne olduk, ne olacağız” sorusunu gözlem ve bilgiye dayanarak cevaplandırmak pek kolay değildir. Çünkü elimizde geçmişin izini süreceğimiz tasvirî bilgi yoktur.
Bir dönem alfabe inkılabına maruz kalmış kuşağın son temsilcileri aramızda iken onlarla sözlü kültür çalışması yapalım diye çok uğraştım.
Devletin üst düzey yöneticilerine söyledim. “Tamam Fatma Hanım, proje yapıp getirin.” dediler. Proje yapmak beni aşar. Devletin birimleri, birimlerinde yüzlerce memuru var. Önemli olan bir fikri ortaya koymaktır. Proje dediğiniz şey teknik meseledir.
Prof. Dr. İsmail Kara hocamızın kendi köyü üzerinden yazdıklarını okurken Nazife Şişman ile biz de kendi köylerimizi hocanın anlattığı bir hatıra ya da izlek üzerinden gözden geçiriyoruz. Bunlara ilaveten Anadolu’nun birbirine on beş dakika yürüme mesafesinde olan köylerinin birbirinden oldukça farklı hayat yordamı, nesneleri isimlendirme şeklindeki farklılıklara bakarak çıkarımlarda bulunmaya çalışıyoruz.
Ben kendi köyümden hareketle bu soruların peşine düşünce Selçuklu köyleri ile Osmanlı köyleri arasındaki fark üzerinden gitmenin yeni idrak sahneleri oluşturabileceğine kanaat getirdim.
Bu bahsi açmamın sebebi şu: Harf inkılabından önce bazı köylerde oturmasını kalkmasını bilen, köy odalarında kitap okuyan bir cemaat vardı. Bu cümlemi tasvirî hale getirmek için aile tarihimden bir örnek vermeme müsaade edin lütfen. Bizim sülalenin devam ettiği köy odasını çocukluğumdan beri merak ederim. Ne yapılır ne konuşulur. Nihayet kızım mimarlık okumaya başlayınca dedesi tavandaki ahşap işçiliği görmesi için onu köy odasına götürdü. Ben de peşlerine takıldım. Babam duvarın içindeki gömme dolapları açarken “şu dolap dedemin idi, kitaplarını koyardı” dedi. Herkesin dolabı mı vardı diye sormak anlamsız, iki tane küçük dolap, bir de misafirler için yatak ve yorganların bulunduğu iki kapaklı yüklük diye tabir edilen bir dolap var odanın içinde.
Babamın dedesinin kitaplarının ne olduğunu bilmiyoruz maalesef. Muhtemelen Menemen Vakasında kaçan bir zat, bizim köyde bir müddet misafir olmuş. Bu zat giderken “burada bu kitapların kıymetini kimse bilmez” diyerek dedemin kitaplarından bir kısmını götürmüş. Babamın dedesinin kuşağı harf inkılabı ile birlikte bir anda kör ve sağır olan kuşak. “Bir gecede tekmilimiz kör ve sağır olduk,” tabiri kendilerine ait.
Köyün önde gelenleri, bir gecede kör ve sağır olunca devletin ne dediğini anlamak için henüz okumayı sökmüş küçük çocuklardan medet umuyorlar.
Bu size neyi hatırlatıyor? Günümüzde de dijital kültürü sökemeyen ebeveynler çocuklarından, torunlarından yardım almıyor mu?
Sözlü kültür sohbet kültürü idi. Bir kişi okur/konuşur diğerleri dinler.
Yazılı kültür ile insanlar şimdi ve buradırlar, ancak kendi bireysel zamanlarını kitabın sayfaları içinde idrak ettikleri geniş bir psikolojik zaman inşası da mevcuttur.
Dijital kültür insanı, cep telefonunun ya da bilgisayarın ekranında bireysel zamanın içindedir, lakin “şimdi” ve “burada” değildir.
Kim neyi nasıl görür bahsine geliriz bu durumda. Yani kronolojik olarak aynı zamanın içinde olsak bile aynı zamanın içinde bütünlenemeyiz bir türlü.
Manzara üzerinden ilerleyelim. Sözlü kültür insanı bir yerden bir yere giderken, yayan ya da atlı, yavaş yavaş ilerleyen bir seyir içindedir. Her bir ağacı fark eder.
Yazılı kültür insanı manzarayı görmez. Tren, otomobil ya da otobüsün içinde hızla ilerlerken bakışı ya bir kitabın sayfaları arasındadır ya da uyku modunu yakalamak için kapalı. Ara ara başını kaldırır, camdan dışarı bakar.
Dijital kültür insanı camdan içeri bakar ama camdan dışarı bakma ve dışardakini görme kabiliyetini hızla yitirir.
“Bunlara” dikkat çekmemin sebebi şu: Sözlü kültürde hiçbir zaman cemiyetin önünde sözünü dinletemeyecek, yazılı kültürde doğru düzgün iki cümle kuramayacak bir takım özgüveni yüksek, egosu villa tapulu kadınlar ve erkekler “Varsa paran pulun dünya âlem kulun” sözünü şiar edinmiş olarak; sosyal meseleler konusunda metre metre cümle kuruyor, ton ton sözüm ona fikir üretiyor. Ki bunlar aile yılı münasebetiyle ola ki devletin dikkatini çekerim diye içinde aile geçen ama hiçbir şey söylemeyen cümlelerle şişirilmiş vidyolarını, sosyal medya hesaplarına yükleyerek sözüm ona dijital kültür öznesi olmaya çalışıyor.
Kendisini “dijital özne” olarak inşa edemeyeceğini düşünenler kültürün nimetlerinden mahrum kalacak değil ya. Onlar da en mağdur, en sorunlu hallerini yapay zekaya “dert ortağım benim” nidası ile sunuyor.
Eğlence niyetine seyredip geçiyorsunuz belki, lakin durum ciddi. Yapay zekâ ile dertleşenlerin reels vidyolarının ekranımıza düştüğü günlere geldik. Dün ile günü, gün ile yarını bütünlemek için hal ve vaziyeti idrak etmek, idrak ettiğimizi harflerin gövdesinde aktarılabilir bir bilgi olarak tasvir etmek önemli. Tekmilimiz kör ve sağır kalmamak için sözlü kültürü, dijital kültür evreninde yaşatmak boynumuzun borcu, fikrimizin harcı olmalı.


