Sûfîler Ansiklopedisi Nefehâtü’l Üns Fütûhu’l Mücâhidîn Yeni Şafak Kitap Eki Haberleri
Yenisafak sayfasından alınan verilere dayanarak, SonTurkHaber.com duyuru yapıyor.
Mustafa Kara
Tasavvuf tarihi ve kültürünü değerlendirirken genellikle şöyle bir üç K formülü ile söze başlıyorum: Kişiler, Kitaplar, Kurumlar. Birincisi ile bu ilmin temsilcilerini, kurucu şahsiyetlerini, onların temel düşüncelerini, ikincisi ile, farklı dillerde kaleme alınan tasavvufî terim ve kişiler hakkında bilgi veren eserlerin macerasını, nihayet üçüncüsü ile de tekke ve tarikatlarla ilgili bilgileri dinleyicilerin/okuyucuların dikkatlerine sunmaya çalışıyorum.
Bazan öğrencilerime şöyle bir tartışma yaptırırım: Tasavvufî kurumlar mı sûfileri yetiştirir, yoksa yetişmiş insanlar mı tasavvufî kurumları inşa ve ihya eder? Kurumlara öncelik verenlere hemen sorarım: Kurucu şahsiyetleri kim, nerede, nasıl yetiştirdi?. Kişilere öncelik verenlerin sorusu da hazırdır: Gökten zenbille mi indiler? Tartışmanın sonunda orta bir yol bulur şu hususta anlaşır gibi oluruz: Bu sorunun cevabı biraz yumurta tavuk meselesine benzemektedir. Kişilerin yetişmesi için kurum şarttır, kurumların oluşumu için kişilerin tecrübeleri olmazsa olmazdır. Bu soruyu bütün ilim dalları ve ideolojiler için sormak ve tartışmak mümkündür.
Sözü tasavvuf klasiklerine getireceğim. Yani dergâhlardan feyz alan insanların kaleme aldığı eserler. Kimi biyoğrafi, kimi terim, kimi düşünce merkezli, kimi de bu hayatla ilgili pratik bilgiler veren risalelerdir. Bu kitap ve risalelerde kişilerin biyoğrafileri, tasavvufî hayat ve ahlâk ile ilgili değerlendirmeleri, yetiştiği muhitin ve meslektaşlarının artı ve eksileri, o günün tartışılan konuları ile irtibatlı kanaatleri değişik vesilelerle bazan özet, bazan teferruatlı bir şekilde dile getirilir. Sülemî’nin Tabakat’ı, Feriduddin Attar’ın Tezkire’si –adı üzerinde- bütünüyle biyoğrafilere tahsis edilmiştir. Ebû Nasr Serrâc’ın Luma’ı, Kelebazî’nin Taarruf’u, düşünceler, ıstılahlar, yorumlar etrafında dönüp durmaktadır. Bin yıl önce kaleme alınan Kuşeyrî’nin Risale’si ile Hucvirî’nin Keşfu’l-mahcûb’u terim/ıstılah ağırlıklı ise de biyoğrafi bölümleri de vardır.
BİYOGRAFİ AĞIRLIKLI BİR ESER
XV. asırda Türkistan topraklarında Molla Abdurrahman Cami (ö. Herat 1492) tarafından Farsça olarak kaleme alınan Nefehâtü’l-üns min hadarâti’l-kuds isimli eser Buhara Bursa Bosna güzergâhında son altı asrın en makbul ve en meşhur yâdigârlarından biri olmuştur. Asrının en mühim derviş yazarlarından, şairlerinden ve düşünürlerinden biri olan Câmî’yi, İstanbul’a davet etmek için Fatih Sultan Mehmet ve oğlu Sultan İkinci Beyazıt’ın girişimlerde bulunmaları, bize onun ilim ve irfan dünyasındaki yeri ve şöhreti hakkında bilgi vermektedir.
Dostluk Esintileri anlamına gelen Nefehatü’l-üns, kendinden önce kaleme alınan eserlerden istifade edilerek, biyografi ağırlıklı bir eser olmakla birlikte ilk sayfaları tasavvufî terimlere tahsis edilmiş ve 1478 tarihinde tamamlanmış bir klasiktir. Bu terimlerin bir kısmı şöyle: Mutasavvıf, melâmî, zühhad, fukara, hâdim, âbid, evtâd, abdâl, nücebâ, nükabâ, müftü, vâiz, şeyh…
İLK TERCÜMEYİ DOSTU YAPMIŞ
Eserin 1495te yapılan ilk Türkçe tercümesi, Camî’nin dostu Ali Şir Nevâyî’ye ait olup (ö. Herat, 1501) ismi, mahabbet rüzgârları anlamına gelen Nesâyimü’l-mahabbe’dir. Bursa’lı Lâmiî Çelebi, 1521 yılında Farsça’dan tercüme ettiği esere ise şu Arapça ismi vermiştir: Fütûhu’l-mücahidin li tervih-i kulûbi’l-müşahidin. Niçin? Çünkü ordusunun başında mücâhitlerle birlikte Belgrat zaferi için fetih yolunda olan Kânunî Sultan Süleyman’a ithaf edilecekti.
Nefehât’ta hayat ve menkıbeleriyle tanıtılan 620 sufi, doğal olarak önceki asırlarda kaleme alınan eserlerde yer alan dervişler başta olmak üzere özellikle Türkistan topraklarında yaşayan ve Cami’nin bizzat tanıdığı veya ismini duyduğu meslektaşlarıdır. Afrika’da Abdülvahhâb Şa’ranî (ö. Kahire 1565) tarafından kaleme alınan Tabakatü’l-kübra da bize daha çok bu kıtanın dervişlerini tanıtacaktır. XV. asırdan sonra Anadolu ve Rumeli’de yazılan eserlerle/vefeyâtnâmelerle daire tamamlanacak, Asya, Afrika ve Avrupa’nın gönül erleri bir araya gelmiş olacaktır.
Ali Şir Nevâyî, eseri Çağatay Türkçesine tercüme ederken Ahmed Yesevî başta olmak üzere kendi coğrafyasının ve Hint kıtasının 160 kadar mutasavvıfını ilave etmeyi ihmal etmediği gibi –sanki anlaşmışlar- Lâmiî de (ö. Bursa, 1532) aynı işi yapmış; Anadolu’nun tanıdığı bazı dervişler hakkında kısa bilgilerle Nefehât’ı zenginleştirmiştir. Fakat Lâmiî, Anadolu dervişlerinden önce hayranı olduğu Molla Cami hakkında geniş bilgi vermiştir. Sonra bu toprakların gönül erlerinden 36 zat. Şeyh Vefa, Aşık Paşa, Yunus Emre, Hacı Bektaş Veli, Dede Ömer Rûşenî, Somuncu Baba, Hacı Bayram Veli, Akşemseddin, Şeyh İlâhî.. Bu isimler arasında Eşrefoğlu Rumî, Emir Sultan ve Süleyman Çelebi gibi bazı dervişlerin niçin olmadığı sorusu hâlâ esrarını korumaktadır.
Dolayısıyla bu alim, arif ve sanatkâr üç Nakşî dervişinin eserleri altı asırdan beri kültür ve medeniyet tarihimize ışık tuttuğu gibi aktarılan sûfî menkıbeleri de o gün bugün gönlümüzü aydınlatmaktadır. Lâmiî Çelebi’nin bu mühim hizmet ve katkıları sebebiyle dostları onu, Molla Câmî’nin Anadolu’daki temsilcisi anlamına Câmi-i Rûm ifadesiyle anmaya başlamışlardır.
Lâmiî Çelebi’nin eseri yazma olarak elden ele, dilden dile XIX. yüzyıla kadar yedi iklim dört köşeyi gezmiş dolaşmış, daha sonra 1850’li yıllarda matbaa yolu ile çoğaltılarak seyr u seferine sessiz sadasız bir şekilde devam etmiş, Türkiye’de harflerin değişimiyle birlikte bu sefer başka bir “kisve” ile Allah dostlarıyla tanışmak isteyenlere rehberlik yapmıştır.
Ülkemizde altmışlı yıllarda ilk defa yeni harflere eksik ve kusurlarla birlikte aktarılmıştır. Çünkü klasik bir Osmanlıca eseri yeni harflere kusursuz aktarmak imkânsız derecede güçtür. Bu konuyu da Osmanlıcaya hâkim olan Destursuz Bağa Girenler’in yazarı Orhan Şaik Gökyay’ı örnek vererek açıklıyorum. Altmışlı yıllarda Osmanlıca -nazım veya nesir- klasik metin yayınlayan akademisyenlere yönelttiği sert tenkitlerle adeta onların “korkulu rüyası” haline gelen Gökyay’ın, Kâtip Çelebi’nin Mizânü’l-hak isimli eserini sadeleştirirken yaptığı büyük hataları görünce bu kanaate ulaşmıştım. Çünkü bazı kelimeler zaman içinde farklı topraklarda değişik anlamlar kazanıyor. Bu farkı farketmek kolay değildir. Mesela miskin, miskinlik ve meskenet kelimesinin bugün bize göre bir anlamı var. Ama Nefehâtü’l-üns’de bu kelimeler kibrin zıddı anlamında kullanılmıştır; alçakgönüllülük demektir.
Daha sonra Süleyman Uludağ’ın geniş bir giriş yazısıyla -geçen günlerde rahmet-i Rahman’a kavuşan Marifet Yayınları’nın sahibi Ömer Ziya Belviranlı’nın himmetiyle- matbu metin ofset olarak 1980 yılında basılmıştır.1995 yılında ise Bursa’da bir heyet tarafından hazırlanan eser yeni harflere daha az hata ile aktarılmıştır. Başka neşirleri de vardır.
ESER ÜZERİNE İLK AKADEMİK ÇALIŞMA
Songül Karaca’nın bu yıl yayınladığı Sûfîler Ansiklopedisi Fütûhu’l Mücâhidin ise, ülkemizde eser üzerinde yapılan ilk akademik çalışmanın ürünüdür. Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi’nde öğretim üyesi olan Karaca, ulaşabildiği bütün yazmalardan ve matbu nüshalardan istifade ederek 2019 yılında tamamladığı emek mahsülü doktora tezinin sadeleştirilmiş halini bize sunuyor. Teşekkür borcumuzu eda ederken orijinal metnin yayınlanmasını beklediğimizi de ifade edelim.
Ketebe yayınlarının tasavvuf klasikleri serisinden çıkan ve Ömer Tuğrul İnançer’e ithaf edilen eserle ilgili son söz Songül Karaca’nın:8 “Eserin diliçi çevirisinde (günümüz Türkçesine aktarım) birebir çeviri yerine, bugünün okuyucusu için daha anlaşılır olan işlevsel bir çeviri kullanılmıştır… Lâmiî’nin Fütûhu’l- Mücâhidin’yle 2014’ten beri kurduğum ünsiyet ve tüm gayretime rağmen metinde anlaşılmayan veya hatalı çevrildiği düşünülen yerler olursa hataları ‘sehv-i kaleme haml idüb’ bu hususta fakirle iletişime geçmeleri, tüm okuyuculardan âcizâne niyazımdır” (s. 22)
Dipnotlar
1 Nesâyimü’l-mahabbe min şemâyimi’l-fütüvve, Nşr. Kemal Eraslan, İstanbul, 1979
2 Kabri Hisar’da Nakkaş Ali Paşa Camii haziresindedir.
3 2011 yılında Bursa’da yapılan Bursalı Lâmiî Çelebi ve Dönemi Sempozyumu’na sunulan tebliğler basılmıştır.
4 İstanbul 1981.
5 Bu kitabı neşrettiği için Dergâh Yayınları’nın yetkililerine kızan akademisyenler tanıyorum.
6 Evliya Menkıbeleri, Nşr. S. Uludağ-M.Kara, İstanbul 1995.
7 Nefehât’ın İran’da yapılan güzel neşirleri de vardır.
8 Sûfîler Ansiklopedisi, iki cilt, İstanbul 2025.


