Suriye’de tekerrür eden tarih ve yıkılan “korku ve iktidar” denklemi Yasin Aktay
SonTurkHaber.com, Yenisafak kaynağından alınan verilere dayanarak bilgi yayımlıyor.
Suriye’de 14 yıl boyunca başta el-Nusra sonradan HTŞ komutası altında bir mücadele veren Ahmet Şara ve ekibinin ülke yönetimini devralmasından bu yana ileri sürülen
en önemli korku, iktidarı ele geçirdikleri takdirde Suriye’nin bambaşka ve İslamcı-ideolojik bir şiddet sarmalına düşeceğiydi.
Bu tarz korkuların bizzat Suriye’yi tam bir şiddet ve istibdat ile yönetenlerin iktidarlarını sürdürmeye dönük önemli bir propaganda olduğundan yana hiç kuşkumuz yoktu bizim.
KORKU VE İKTİDAR DENKLEMİ
Olay tam bir “korku ve iktidar” denklemi içinde bu şekilde devam ediyordu.
Yüzyıl boyunca en büyük baskıları çoğunluk halk (Sünni-Arap halk) üzerinde uygulayan ve onlara yönelik bir soykırım yapan rejim bu denklem üzerinden kendisini dünyaya “sıtma” olarak gösteriyor, böylece kendisinin “ehven” görülmesini sağlıyordu.
Soykırım da yapsa Seydnaya gibi insanlık suçlarını sistematik olarak irtikap da etse
, ülkeyi bir
captagon
üretim merkezine de dönüştürse, dünyaya bolca mülteci de ihraç etse,
kendisine karşı savaşan muhalifler ne de olsa “İslamcı teröristler” idi
. Bu korku ve iktidar dengesi ne yazık ki bugün İslamcıları demonize eden bütün rejimlerin en iyi üretip sattıkları bir ideolojik ürün.
Bu ürün sistematik olarak üretilmiş olsa da Baas rejimini daha fazla taşıyamadı. Bugün Suriye’de yönetimi ele geçirmiş olan kadro hiç de beklendiği gibi ülkeyi bir şiddet sarmalına sürüklemedi, kimseden intikam alma yoluna bile gitmedi.
Bugün “azınlık hakları” diye tutturanları aslında utandırması gereken sahneler var demiştik.
Tabii ki her şeyden önce bu sahnelerin Şara ve ekibinin kendiliğinden kaynaklanan erdemleri değil.
Takip ettiklerini söyledikleri, uğruna mücadele verdikleri İslam’ın en rutin uygulamalarından başka bir şey değil.
13 asır boyunca bu topraklarda ve başka topraklarda hükmetmiş olan Müslümanlar hiçbir zaman azınlıklara karşı gaddarca uygulamaların failleri olmamış, bilakis onları kendi inançlarında, kültürlerinde serbest, cemaat hayatlarında özerk bırakarak İslam medeniyetinin ayrılmaz bir parçası kılmışlardı.
KORKU FİLMLERİ YAPIP BAŞROLÜNÜ DAEŞ’E VERDİLER
Tam da bu nedenle o azınlıklar bugün çoğunluk kültürünün içinde erimeden, yok olmadan hayatiyetlerini sürdürebiliyorlar.
İslamcı gruplara dair korkular zaten kendi ürettikleri ve destekledikleri, başrollerini de DAEŞ benzeri örgütlere verdikleri senaryoların bir gereğiydi.
Korku filmleri üretip sahneye koydular.
Hedefleri de İslam’ın korkulacak bir din ve anlayış olduğunu anlatmaktı. O filmlerde konuşanlar Müslümanlar değildi, kendi senaryolarına göre oynayan aktörlerdi.
Şimdi gerçek Müslüman aktörler devreye girdi ve o senaryolardakinden çok daha farklı bir oyun ortaya koyuyorlar. Bu
oyun tarihsel sürekliliği olan, İslam kültür ve medeniyetinin bağrından çıkmış, kurumsal bir uygulamayı temsil ediyor.
Afganistan’da işgalcilerden sonra yönetime gelenler genel af ilan ettiler ve hiç kimseye karşı bir devr-i sabık yaratmadılar.
BİR TOPLUMSAL BARIŞ MUCİZESİ VAR VE BU, İSLAM’IN ÖZÜNE AİT
Aynı şekilde Suriye’de de bu mücadelede zafere ulaşanların ilk yaptığı şey yeni bir sayfa açmak ve bundan sonra Suriye’nin bütün Suriyeliler için güvenli bir yer olduğunu ilan etmek oldu.
Bunun sonucunda, devlet, güvenlik cuntası ve vatandaşları onlarca yıldır sömüren ve silahlarını onlara karşı kullanan mezhepçi ordunun tasfiyesi dışında hiçbir çalışanı işten çıkarmadı.
Diğer devlet dairelerinde ise, bu görevler, makamına, ülkesine ve sorumluluklarına sadık kalmak isteyen herkese açık bırakıldı.
Yaşanan onca kanlı ve acılarla dolu geçmişin ardından muzaffer bir grubun böyle bir uygulamaya keskin bir geçiş yapabilmesi neresinden bakılırsa bir toplumsal barış mucizesidir ve bu mucize Şara’nın kendi şahsına ait değil, tamamen Müslümanların tarihi misyonuna aittir.
Tarih boyunca Şam’da, İstanbul’da, Antakya’da, Kahire’de ve Müslümanların yaşadıkları her yerde defalarca tekrarlamış bir uygulama bugün Afganistan ve Suriye’de kısa aralıklarla tekerrür ediyor.
İSLAMİ EĞİTİM VE İMANİ EĞİTİM: TUVALET TEMİZLEYEN BAKANLAR
Şam’da aşiretlerden ve Şam yönetiminden katılımcıların olduğu bir mecliste İdlib tecrübesinin başından itibaren Şara ile birlikte görev almış üst düzey iki komutanla sohbet ediyoruz.
Bugün bütün dünyanın şahit olduğu uygulamaların istisnai ve geçici olmadığını, yeni yönetimin tabi oldukları bir İslami terbiyenin doğal sonucu olduğunu anlatıyorlar.
Nitekim bugünkü yönetimin ilk uygulamaları İdlib’de ortaya konuldu. Orada adeta daha büyük bir misyon için ilahi takdirle bir tür staj yapıldı:
Mesela İdlib’de mescitlerin ihyası ve güzelleştirilmesi görevi ilan edildi. Bunun için başta komuta kademesi olmak üzere hepimiz gittik ve ayakları ve kolları sıvayıp mescitlerin tuvaletlerini temizledik. Bunun oluşturduğu nefis terbiyesi bize bugün ulaştığımız zaferin sadece Allah’tan bir emanet olduğunu çok daha iyi öğretti.
Tuvalet temizlemeye bizimle birlikte şu anda bakan olanlarımız bile katılıyordu o zaman.
Komutan, Şam’ı fethetmeye doğru yapılan hazırlığı, bu sürece katılan mücahitlerin İslami eğitimden ziyade bir imani eğitimden geçmeleriyle açıklıyor.
İslami eğitimin önemini hiç ihmal etmeksizin veya küçümsemeksizin bunun mutlaka imani eğitimle tamamlanması gerektiğini anlatıyordu. İmani eğitimin somut örneğini aslında bugün Gazze’de mücadele eden insanların tutumunda görüyoruz. Onlar sadece Allah’a inanıyor sadece ona güveniyor ve sadece onun için savaşıyorlar. Zaferin Allah’tan olduğuna ve zaferi verdiği takdirde bile bunu kendilerine bir iktidar değil, yine bir emanet yüklemiş olduğunun şuurunda olmak.
ŞARA’DAN ABD’Lİ GAZETECİYE: SİZ DEĞİL BİZ SORACAK KONUMDAYIZ
Şimdi devrimin komutanı
Suriye Cumhurbaşkanı Ahmet Şara
BM’de ülkesini temsil ediyor. Katıldığı bir televizyon programında ABD’li gazetecinin
“Siz değiştiniz mi?”
sorusu üzerine aralarında geçen diyalog çok manidar. Bir kısmını aynen aktarıyorum:
Margaret Brennan
: Sizinle ilgili konuştuğum birçok yetkili sizi pragmatik olarak tanımlıyor. Ama başka şüpheciler de var; onlar da sizin Suriye’de o an neye ihtiyaç duyuyorsanız ona göre değiştiğinizi söylüyorlar. Siz, tamamen farklı bir insan olduğunuzu mu söylüyorsunuz?
Ahmed Şara
: Pragmatiklik tanımına tamamen katılmıyorum, çünkü bu kelime Arapçada bazı olumsuz çağrışımlar taşır. Mesele şu: Medyada söylenenlerden bağımsız olarak, şimdi neler olduğuna bakalım. Bugün biz, halkı gerçekten de zalim rejimin dayattığı zulümden kurtardık.
Mülteci veya ülke içinde yerinden edilmiş insanlar için umutları yeniden canlandırdık ki ülkelerine dönebilsinler. Kimyasal silahlarla bombalanan insanlara destek olduk. Aynı zamanda DEAŞ ile de mücadele ettik. İran milislerini ve Hizbullah’ı bölgeden çıkardık.
Suriye’de gerçekleştirdiğimiz bütün bu asil işler aslında uluslararası toplumun görevi olmalıydı.
Ama uluslararası toplum tek bir esiri bile serbest bırakamadı; açlıktan ölenlerin bulunduğu tek bir kasabanın kuşatmasını bile kıramadı. Uluslararası toplum, rejimi kimyasal silah kullanmaktan alıkoymakta başarısız oldu.
Bu yüzden sanık sandalyesinde biz olmamalıyız; asıl biz diğerlerine sormalıyız:
Suriye’de bu korkunç suçlar işlenirken neden sessiz kaldınız?
Ben inanıyorum ki dünya Suriye’yi yüzüstü bıraktı, ama artık yardım etmesi gerekiyor. Dünya bir kez daha Suriyelilerin öldürülmesine, yaptırımların kaldırılmasını geciktirerek veya engelleyerek ya da Suriyelilerin ülkelerini yeniden inşa etmesini engelleyerek ortak olmamalı.
Yaptırımların kaldırılmasına karşı çıkan her taraf, Suriye halkının öldürülmesinde ortaktır.


