Terörsüz Türkiye sürecinde tehditler ve fırsatlar Düşünce Günlüğü Haberleri
SonTurkHaber.com, Yenisafak kaynağından alınan bilgilere dayanarak bilgi yayımlıyor.
Prof. Dr. Serhat Ulağlı / Marmara Üniversitesi Öğretim Üyesi
Anadolu’nun en eski toplumlarından olan Türkler ve Kürtler, tarih boyunca büyük zaferlere, imparatorluklara ve kültürel bir mirasa ortaklık etmişlerdir. Türkleri ve Kürtleri yakınlaştıran en önemli sosyal dinamik hiç şüphe yok ki İslam’dır. Erken dönemde Müslüman olan Kürtler, Sünni mezhebine bağlı olup, ehli sünneti temsil eden Selçukluların, ardından da Osmanlıların yanında yer almışlardır. Kendilerini güvende hissettikleri bu devletler sadece Türklerin değil Kürtlerin de devleti olmuştur.
KADİM KARDEŞLİĞE DARBE
Milliyetçi akımların yükselişe geçtiği 19. yüzyıl ve 20. yüzyılın başlarında Osmanlı’daki büyük ayaklanmaların önemli bir kısmı ya Balkanlar’da ya da Arap Yarımadası'nda başlamıştır. I. Dünya Savaşı'nın Osmanlı topraklarına sirayet ettiği yıllarda ve Cumhuriyet'in kuruluş döneminde ise emperyalist devletlerin, Sevr Antlaşması’nın (1920) Kürtlere bağımsız devlet olma hakkı verdiği provokasyonu neticesinde bazı Kürt ayaklanmaları olmuşsa da bazı grupların organize terör eylemlerine girişmesi bu tarihten çok sonra, Eruh ve Şemdinli saldırıları (15 Eylül 1985) ile başlamıştır.
Terör örgütü PKK’nın eylemlerine taban bulmasında sorumluluğu sadece batı emperyalizmine yüklemek olayların taraflı okunmasına neden olacaktır. 12 Eylül 1980 askeri yönetiminin merkeziyetçi ve etnik politikaları, terör örgütünün bölgede güçlenmesine olanak sağlamıştır. Kürtçenin yasaklanması, bölge insanının demokratik temsilinde yaşanan sorunlar ve tüm bunların ötesinde askeri darbe yönetiminin baskıcı politikaları, bu ayrışma için önemli bir zemin hazırlamıştır. Böyle bir zeminde bir yanda İran, Irak, Suriye gibi komşu ülkelerin, diğer yanda da NATO karşıtı Doğu Bloku ülkelerinin ve ABD, İngiltere, Fransa gibi Batılı devletlerin lojistik, donanım ve finansal destek verdikleri PKK, yukarıdaki gerekçelerin yanı sıra güvenlik eksikliği ve otorite boşluğu bahanesiyle ülke genelinde kargaşa çıkararak eylemlerini artırmıştır.
SİYONİZM'İN SİNSİ PLANI
Bölgede Kürtler üzerine siyasi hesap yapan diğer bir ülke de İsrail’dir. Kürtler ile Yahudiler arasındaki ilişkinin temeli değişik dönemlerde İsrail’e göç etmiş olan sayıları 200 bin ile 500 bin arasında değişen Yahudi kökenli Kürtlere dayanmaktadır. Kuruluş aşamasında tüm dünyadan Yahudi göçmenleri kabul ederek bölgede nüfus oluşturan İsrail, David Ben Gurion’un planı kapsamında güvenliğini sağlamak amacıyla Arap olmayan topluluklar ile ilişkilerini geliştirip, siyasi müttefik olarak gördüğü Kürtlere büyük önem vermiştir. 1960 yılında Iraklı peşmergelere silahlı eğitimler verilmesi, 6 Gün Savaşları (1967) sırasında Kürt Peşmergelerin İsrail’i desteklemesi, Mesut Barzani’nin babası Molla Mustafa Barzani’nin İsrail ile yakın temaslar kurması, pek çok alanda anlaşmalar imzalaması hatta İsrail gizli servisi MOSSAD ile iş birliği yapması İsrail’in Kürt politikasının bir yansımasıdır. Akılları karıştıran soru ise; İsrail’in Kürtlere sınırsız desteğinin sebebinin ne olduğudur.
İsrail, konuşlandığı coğrafyada kendi güvenliğini sağlamak amacıyla bölge ülkelerindeki karşıt gruplara desteğini sürdürerek bölgede kaos ve istikrarsızlık oluşturma politikalarına devam etmiştir. İsrail’in Pro-Kürt politikasının bir diğer nedeni ise; “vadedilmiş topraklar”ı işgal edebilmek ve daha sonra o toprakları elinde tutmak için büyük bir insan/asker gücüne ihtiyaç duymasıdır. Sınırlı asker sayısı nedeniyle tek başına bu işgali başaramayacak olan İsrail; başta Türkiye olmak üzere, Irak, Suriye ve İran’da fazla nüfusa sahip olan Kürtleri yakın müttefik olarak görmektedir. Nitekim Irak-Kürt Özerk Bölgesi'nde yapılmış olan 2017 referandumuna en büyük desteği veren ülkenin de İsrail olduğuna dikkat çekmek gerekir.
İsrail ve iş birliği içinde olduğu Batılı devletler, ülkemizde istikrarın, barışın tesisine engel olarak bölgede güçlü bir Türkiye istemedikleri için PKK’ya desteklerini sürdürmüşlerdir. Bir yandan emperyalizmin diğer yandan siyonizmin bölgede gerçekleştirmeye çalıştığı kirli hesapların bugün farkına varıldığı ve Anadolu’nun bu iki kadim halkının yine birlikte tarihi bir sorumluluğunu yerine getireceği sürecin eşiğindeyiz. 26 Eylül 2024 tarihinde MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin çağrısı ile terör örgütünün kendini feshetmesi; bölgeye barış, huzur ve ekonomik kalkınma getirecektir.
BEŞ AŞAMALI STRATEJİK PLAN
Elbette coğrafyamızda yeni bir ortak geleceğin inşasının arifesinde ümit verici gelişmeler görülürken süreç provokasyon ile sekteye uğratılma gibi bir risk de barındırmaktadır. Ancak sanıldığının aksine riskin kaynağı; Kürt gruplar değil, yıllardır terör örgütlerini destekleyen zihniyet yani İsrail’in yayılmacı politikası ve onun Batılı işbirlikçileri olacaktır. Bu nedenle Terörsüz Türkiye sürecinin başarısı psikolojik, sosyolojik, iletişimsel, bilimsel ve askeri unsurlar ile harmanlanmış 5 aşamalı stratejik planlama ile mümkün olacaktır:
YPG’yi destekleyen gruplara Türkiye’nin bölgedeki askeri, siyasi ve diplomatik gücü üzerine odaklanmış bir propaganda çalışması ile örgüt içinde güç kaybının sağlanması ve YPG’ye destek verme, katılma eğilimlerinin önüne geçmek için kamuoyu desteği sağlanması gereklidir.
YPG’nin silah bırakmama durumunda askeri seçeneklerin masada olduğu mesajı verilmelidir. Yani YPG’nin yeni militan kazanmasının önüne geçmek için YPG karşıtı propaganda…
YPG’ye destek veren ülkelerde, Türkiye’nin askeri, ekonomik ve diplomatik gücü ile daha doğru bir stratejik ortak olduğu algısının oluşturulması gerekmektedir.
Provokasyona karşı siyasi partilerin, STK’ların, medyanın ve kanaat önderlerinin bu sürecin başarıyla tamamlanması için, milli hassasiyetleri ve kamu algısını dikkate alan bir iletişim stratejisini hayata geçirmesi büyük önem arz etmektedir. Sürecin başarıya ulaşması için, öncelikle bölge halkının doğru bilgilendirilmesi, ulusal bir söylem birliğinin oluşturulması elzemdir. Yazının başında da dile getirildiği gibi İslam inancına özellikle de Sünni geleneğe bağlı Kürtlerin, Amerika ve İsrail destekli YPG-PKK gibi örgütler ile arasına mesafe koyacak yeni bir söylem dili oluşturmak isabetli olacaktır.


