Trump İsrail’i Neden Pas Geçiyor? Kadir Üstün
SonTurkHaber.com, Yenisafak kaynağından alınan verilere dayanarak açıklama yapıyor.
Başkan Trump’ın Körfez seyahatinin öncesine veya sonrasına İsrail ziyareti eklememiş olması Amerika’nın İsrail’le ilişkilerinin ‘sarsılmaz’ imajının altını oyar nitelikte. Elbette mesele sadece ziyaret değil, Trump’ın Netanyahu’yla muhatap olmak istemediği şeklinde basına yansıyan haberler meselenin arkasında daha geniş bir hoşnutsuzluğun varlığına işaret ediyor. İsrail’in Gazze’deki soykırım harekatının Amerikan kamuoyunda tarihte olmadığı kadar tartışılmasına neden olduğu bir gerçek. Bu süreçte hem İsrail’e yakın lobi gruplarının hem de Netanyahu’nun kredilerini sonuna kadar kullanarak Amerikan siyasetinde derin bir meşruiyet zaafına uğradıklarını belirtmek gerekiyor. Bunun sonucu olarak İsrail’e kayıtsız şartsız destek veren Biden’a çıkan faturanın büyük olduğunu gören Trump, Netanyahu’dan istediğini alamayınca İsrail’i pas geçmeyi tercih etmiş görünüyor.
‘ÖNCE AMERİKA’, SONRA İSRAİL
Trump’ın son haftalarda Netanyahu hükümetini bypass ederek attığı adımlar ‘Önce Amerika’ politikasının İsrail için de maliyetli olacağını gösterdi. Hamas’ın elinde rehine olarak bulunan bir Amerikan vatandaşının serbest bırakılması için Amerika’nın İsrail’den bağımsız bir şekilde Hamas’la doğrudan müzakere etmesi bu adımların en sıcak olanı. Netanyahu’yu rahatsız eden diğer adımlar da Amerika’nın Yemen’deki Husilerle doğrudan ateşkes görüşmesi yaparak sonuç alması ve İran’la nükleer müzakerelerde gene İsrail’den bağımsız hareket etmesi olarak öne çıkıyor. Trump iç siyasette zafer olarak kullanabileceği fırsatları kaçırmak istemiyor ve bunu sağlayacak herhangi bir aktörle pazarlık masasına oturmaktan çekinmiyor.
Trump, ‘Önce Amerika’ ideolojisinin bir gereği olarak da Amerika’nın tek taraflı hareket etme kabiliyetinden taviz vermek istemiyor. Ortadoğu politikasını önce İsrail olarak şekillendiren birçok Amerikan başkanına göre daha farklı bir yaklaşımı var Trump’ın. Trump Kudüs’ün İsrail’in başkenti olarak tanınması gibi son derece ‘İsrailci’ adımlar atarken bir yandan da İbrahim Anlaşmaları ve Asrın Anlaşması’yla İsrail-Filistin meselesini çözebileceğini düşünmüştü. Kendi bakış açısıyla İsrail’in ve Evanjelist destekçilerinin her istediğini fazlasıyla yapan Trump, bunun karşılığında siyasi bir kazanım bekliyor. Biden gibi diğer başkanlar, İsrail’e desteği hem stratejik hem de ideolojik bir zorunluluk görürken Trump için somut bir kazanım yoksa verilen desteğin de anlamı yok.
Netanyahu, en son Gazze’yi işgal planını açıkladı ve bunun içinde Amerikan şirketlerine yardım dağıtımı için bir rol biçerek Trump’ı hem işgale ortak edip hem de bu işten kârlı çıkabileceğine inandırmaya çalıştı. Ancak Körfez’in vadettiği Amerika’ya trilyonlarca dolarlık yatırım yanında bu çerez bile sayılamaz. Dolayısıyla Netanyahu’nun Trump’a Filistin sorununu çözen adam payesini vermeye yanaşmaması Trump’ı tatminsizliğe götürüyor. Gazze’yi devralıp tam bir müteahhitlik projesine dönüştürmesinin gerçekliğinin olmadığını görmesi, Trump için ‘yüksek maliyet, az getiri’ tablosu anlamına geliyor. İran’la nükleer anlaşmaya karşı çıkan Netanyahu bir yandan da Yemen’e saldırılara devam edip Gazze’deki işgali sürekli hale getirmek isteyince, Amerikan hareket özgürlüğünü sürekli kısıtlayan bir İsrail politikası ortaya çıkmış oluyor. ‘Önce Amerika’ sonra işimize gelirse İsrail’in çıkarı diye meseleye bakan Trump için Netanyahu sürekli maliyet üreten ancak siyasi zafer vermeye yanaşmayan bir aktör olarak öne çıkıyor.
GAZZE’NİN İSRAİL’E MALİYETİ
İsrail yönetimine mesafe koymanın veya bölgesel politikaları koordine etmekten kaçınmanın Amerikan iç siyasetinde ciddi bir maliyeti yok. Trump’ın şu aşamada siyaseten güçlü olmasının bunda payı büyük ama aynı zamanda İsrail’in Gazze’yi yerle bir ederken lobi ve baskı grupları üzerinden her türlü eleştiriyi antisemitizm olarak yaftalamaya çalışmasının ters teptiği söylenebilir. Elbette Trump yönetiminin kampüslerdeki İsrail gösterilerine karşı sert tavır alması göz ardı edilemez ancak Trump’ın bunu İsrail lobisi istediği için değil yabancıların kampüs aktivizmini kriminal hale getirerek liberal olarak gördükleri üniversitelere baskı aracı olarak kullanmak için yaptığı açık. Yani asıl mesele önde gelen Amerikan üniversitelerinin liberal eğilimlerinin törpülenerek federal yardımların kesilmesi tehdidiyle ehlileştirilmeleri hedefleniyor.
Gazze’deki etnik temizlik ve soykırım sürecinde İsrail’in yaptıklarını Amerikan medyası da inkâr edemez hale gelmişti. Biden’ın kayıtsız şartsız desteği, Demokratlara başkanlığı kaybettirecek kritik destek kaybına neden olmuştu. Bütün ateşkes çağrılarına kulak tıkayan ve rehineleri almak için de gerçekten iyi niyetli bir müzakere sürecine girmekten hep kaçınan Netanyahu, yeni seçilmiş Trump’la arasını iyi tutmak için onun çağrısıyla ateşkese evet demişti. Ancak ateşkesin ikinci aşamasına hiç geçmeyen ve şimdi de sürekli işgal planı açıklayan Netanyahu yönetimi, Amerikan kamuoyunda İsrail karşıtlığının artmasında başrol oynadı. Dahası, İsrail’e mali ve askeri desteğin bu kadar sorunsallaştırıldığı bir dönem hatırlamak zor. Dolayısıyla İsrail’in imajı Amerikan kamuoyunda derin yara aldı ve Trump da İsrail’e tavır koymasının kendisine siyasi maliyet üretmeyeceğinin farkında. Gazze’yi yerle bir ederek yaşanmaz hale getirmenin İsrail’e maliyeti Amerikan kamuoyunun sempatisinin belki de tarihin en düşük seviyelerinde olması oldu.
Trump’ın İsrail’i pas geçmesi, bölge politikalarında Amerikan hareket özgürlüğünü sağlamak istemesi, Netanyahu’nun kendisine onu tatmin edecek bir siyasi zafer fırsatı sunmaması ve Amerikan siyasetinde önemli bir maliyet ödeyecek olmamasından kaynaklanıyor. Trump, bundan sonra da son derece İsrailci politikalar izleyebilir, bunda şüphe yok. Ancak meşhur Beyaz Saray basın toplantısında ifade ettiği gibi İsrail’i Amerikan yardımına muhtaç ve bölgede ‘makul’ olması gereken bir müttefik olarak görüyor. İsrail’e desteği ahlaki bir sorumluluk ve ideolojik bir mecburiyet gibi gören Amerikan başkanlarına alışan Netanyahu ise bundan sonra karşısında istediği gibi yönlendireceği bir Washington bulmakta zorlanacak. Trump’ın Kasım Süleymani suikastı sonrasında Netanyahu’nun İran’a saldırmaktan dem vurup sonra iş ciddiyete binince bundan kaçındığı yönündeki sözleri de iki liderin arasındaki kan uyuşmazlığına işaret ediyor. Trump İsrail’le koordine etmeden İran, Hamas ve Husilerle doğrudan müzakere ederek Netanyahu yönetimine güvenmediğini de göstermiş oluyor. Trump, Amerika’nın İsrail politikasını temelden değiştirmek gibi bir vizyona sahip görünmüyor ancak Trump’ın ‘Önce Amerika’ politikasının İsrail’e mesafe koymayı gerektirdiği ortada.


