Trump ve Netanyahu’nun Suriye vizyonları çatışınca… Kadir Üstün
SonTurkHaber.com, Yenisafak kaynağından alınan bilgilere dayanarak haber veriyor.
Suriye’de Esed rejimi sonrası geçen yedi aylık süre içerisinde siyasi istikrar konusunda büyük mesafe alındı ancak Süveyde olayları daha yolun başında olduğumuzu hatırlatıyor. Ahmed el-Şara yönetimi hem farklı gruplar arasında uzlaşı hem de uluslararası diplomatik kabul konusunda önemli aşama kaydetti. Uluslararası yaptırımların kaldırılmasından farklı etnik ve mezhepsel grupların yeni yönetimle ilişkilerine kadar birçok olumlu gelişme yaşandı. Bununla birlikte İsrail’in Süveyde olaylarındaki dahlinde görüldüğü üzere, Suriye’nin istikrarının bölgesel gelişmelerle yakından ilgili olduğu gerçeğini unutmamak gerekiyor. İsrail’in Suriye’ye müdahalesini, İran’a saldırarak ABD’yi savaşın eşiğine getirmesi sonrasında Ortadoğu’da güç dengelerini yeniden düzenleme çabasının devamı olarak görebiliriz.
WASHİNGTON ‘RAHATSIZ’
Süveyde’de Dürzileri korumak adına şiddet olaylarına müdahale eden İsrail, Washington’ın baskısıyla ateşkes sağlanmasına razı oldu. Daha önce Dürzileri koruma söylemiyle şiddet olaylarını kışkırtan Netanyahu yönetimi, olaylara doğrudan müdahale ederek Suriye içindeki fiili hareket özgürlüğünü normalleştirmeye çalışıyor. Şam’ın ve İsrail sınırına yakın bölgelerin vurulmasını rutin hale getiren İsrail’in müdahalesinin Suriye’de istikrar arayan Trump yönetiminin öncelikleriyle örtüşmediği açık. Suriye’den tamamen çekilmek ve bunu sağlamak için de Şam yönetimine bir fırsat vermeye çalışan Trump, Suriye’nin güneyini ‘askersizleştirmekten’ dem vuran Netanyahu’yla aynı frekansta değil.
ABD’nin Türkiye Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack’ın İsrail müdahalesini nefs-i müdafaa bağlamında değerlendirmekle birlikte bunun ‘çok kafa karıştırıcı’ ve ‘çok yanlış bir zamanlamada’ gerçekleştiğini söylemesi Washington’ın rahatsızlığına işaret ediyordu. Beyaz Saray, İsrail’in Suriye’ye ve Gazze’deki Katolik Kilisesi’ne saldırılarının Trump’ı ‘hazırlıksız yakaladığını’ ve Başkan’ın Netanyahu’yu ‘durumu düzeltmek için hemen aradığını’ açıkladı. Amerikan basınında çıkan haberlere göre de Trump yönetimi yetkililerinin Netanyahu’yu ‘çılgın adam’ olarak nitelemeye başladılar.
7 Ekim saldırıları sonrasında artık ‘sürekli savaş’ moduna geçen ve siyasi kariyerini bunun üzerine inşa etme kararı vermiş görünen Netanyahu, ulusal egemenlik tanımaksızın Lübnan, İran, Suriye ve Yemen’i hedef aldı. Ortadoğu’da herhangi bir yere İsrail’in güvenliği bahanesiyle müdahale edebileceği bir denklem oluşturmaya çalışan Netanyahu, Washington’ın rahatsızlığını giderecek adımlar atsa da kendi bildiğini okumaya devam ediyor. Amerika’nın desteğinin zaman zaman basına yansıyan ‘rahatsızlık’ imalarına rağmen devam edeceğinden emin görünen İsrail, ciddi bir siyasi veya askeri bedel ödemeyeceğinin farkında. Netanyahu, gerek Biden gerekse Trump yönetimlerinin İsrail’i durdurmak şöyle dursun adeta ‘arkasını toplamak’ durumunda kaldıkları bir denklem oluşturmayı başardı.
MUTLAK HAREKET ÖZGÜRLÜĞÜ
Bu bağlamda İsrail’in tarihi bir fırsat ele geçirdiğini düşünen Netanyahu, Ortadoğu’da mutlak hareket özgürlüğünü sağlamaya çalışıyor. Gene Tom Barrack’ın ima ettiği gibi bölgede güçlü ulus devlet istemeyen İsrail hem askeri müdahaleleri hem de Dürziler ve YPG üzerinden Suriye’nin iç siyasi dengelerinde söz sahibi olacağı mesajını vermeye çalışıyor. Esed rejiminin düşüşü sonrasında Suriye’nin iç çatışma ve bölgesel riskleri yönetme kabiliyetinin belirleyici olacağını tartışmıştık. Son yedi ayda içerde Alevi ve Dürzi grupların dahil olduğu çatışmalar ve dışarda İsrail’in askeri müdahaleleri ulusal ve bölgesel risklerin örnekleri oldu. Bu süreçte izlediği politikalara bakıldığında, İsrail’in iç karışıklıklarla boğuşan ve tam egemenliğe sahip olmayan bir Suriye peşinde olduğunu söyleyebiliriz.
Trump yönetimi ise iç istikrarına kavuşmuş ve farklı grupları sisteme dahil edebilmiş bir Suriye beklentisi içerisinde. Biden yönetiminin Afganistan’da yaptığı gibi apar topar çekilerek kaos oluşmasını istemeyen Trump, Suriye’de stabilite sağlanmasını tercih ediyor. Ancak bunu hayata geçirmek için Netanyahu’ya sistematik biçimde baskı yapması gerekirken İsrail’in güvenliğinden bahsetmek zorunda kalması handikap oluşturuyor. Suriye’nin İsrail’e ciddi bir tehdit oluşturmadığını ve ülkenin istikrarının bölge güvenliği için kritik olduğunu herkes biliyor ancak Trump’ın bunu Netanyahu’ya kabul ettirmesi de pek mümkün görünmüyor. Washington’daki İsrail yanlısı gruplar şimdiden Trump yönetiminin Şam’dan taleplerini gündeme getirerek Netanyahu’nun manevra alanını genişletmeye çalışıyor.
ABD ve İsrail’in Suriye’nin geleceği konusunda ‘aynı sayfada’ olmadıkları aşikâr ve iki ülkenin politikaları arasındaki farklılıkların giderilmesi de zor görünüyor. Amerika iç bütünlüğünü sağlamış istikrarlı bir Suriye tercih ederken İsrail bölünmüş ve güçsüz bir Suriye peşinde. Washington kendi politikasını dikte ettirecek siyasi kapital harcamaya da niyetli değil. Netanyahu’nun manevraları neticesinde İran’la savaşın eşiğine gelen Trump, geride kaosa sürüklenmemiş bir Suriye bırakarak çekilmek istiyorsa İsrail’in müdahalesine daha net tavır koyması gerekecek. İsrail’in bölge ülkelerine askeri müdahalelerini sadece sınırlandırmakla yetinmek ve arkasını toplamak zorunda kalan Washington, kendi Ortadoğu politikasını Tel Aviv’e kabul ettirecek kararlılıktan yoksun görünüyor.


