Trump’ın sırrı Süleyman Seyfi Öğün
Yenisafak sayfasından alınan verilere dayanarak, SonTurkHaber.com haber yayımlıyor.
Trump ilişkilerinde son derecede tuhaf bir çizgi tâkip ediyor. Onun gözünde ekonomik nitelikli meseleler her zamân siyâsî veyâ diplomatik nitelikli meselelere göre baskın bir mâhiyet taşıyor. Yâni Trump kiminle masaya oturuyorsa zihninde
ondan ne alacağı ve ona satacağından başka
bir şey yok. Bir siyâsetçinin ekonomiyi merkeze alması kendi içinde anlaşılabilir bir durumdur. Trump’ın bu yaklaşımın sıkıntılı kulan husus,
alacaklarını karşılıksız, hattâ gasp edici bir şekilde istemesi; buna mukâbil satacaklarını yüksek bedellerle, karşısındakine hiçbir pazarlık fırsatı vermeden
dayatmasından kaynaklanıyor.
İktidârının daha ilk haftalarında Kanada ve Grönland’ı gözdağı vererek ABD’ye katmak istemesi onun bu yaklaşımını son derecede açık bir şekilde ortaya koyuyor. Bu talepler karşısında pek çok otorite bunu ABD’nin o herkesin çok âşina olduğu yayılmacı arzularının yeni bir açılımı; yeni bir kovboyluk olarak algıladı ve değerlendirdi. Hâlbuki ne Kanada ne de Danimarka’nın bir parçası olarak Grönland Batı (Atlantik) sisteminin hâricinde değildi ki. Bu tehdikârlığa, meydan okumaya ne ihtiyaç vardı ? Ama daha sonra anlaşıldı ki, Trump bu aşırı talepleri esas olarak
Kuzey Kutbu ve Kuzey Denizi’nde var olan zengin nadir elementler için
istiyormuş. Yâni stratejik ve askerî sâiklerle değil.
Başka bir misâl verelim.
Trump’ın Körfez çıkarmasını
herkes hatırlayacaktır.İrili ufaklı zengin Arap devletlerine yaptığı ziyâret herkesi heyecanlandırdı. Medyalarda bu ziyâretlerin siyâsî ve stratejik çıktılarının neler olabileceği uzun uzun tartışıldı. Ama artık anlıyoruz ki, Trump’ın bagajında bunlardan hiçbiri yoktu. O, zengin Arapların paralarına göz dikmişti. Onlara
ne kadar silâh satacağının, çöllere ne gibi teknolojik yatırımlar yapıp oralardan neler kaldıracağının
derdindeydi. Ziyâretler tamamlandığında, Trump etrâfına gülücükler dağıtıyor, istediklerini elde etmiş başarılı bir işadamının pişkin edâsıyla beyânatlar veriyordu. Geride sâdece trilyonlarca Dolarlık anlaşmalar kalmıştı. (Sonrasını Doha saldırısında gördük)
Bir başka misâl de şu meşhûr
Alaska Zirvesi’nden
verilebilir. Putin ve Trump ikilisinin müzâkerelerinde Rusya-Ukrayna savaşının isitkbâline dâir harâretli pazarlıkların yapılacağı , buradan da Avrupa’nın güvenliğine dâir kritik çıktılar türeyeceği zannedildi. Bu zirveyi Yalta konferansına benzeten, buradan Yeni Dünyâ Düzeni çıkacağını düşünen saflar bile çıktı. Hâlbuki öyle olmadı. Putin tecrübeli bir devlet adamı olarak Trump’ı çözmüştü. Berâber
Kuzey Kutbu coğrafyasında hangi müşterek yatırımlar yapacaklarını, enerji mevzuunda hangi yeni ortaklıklar kuracaklarını
konuştular. Herkes, en azından bir ateşkes beklerken Rusya-Ukrayna savaşı kaldığı yerden devâm etti. Bu saflığı Avrupa devletleri de yaptı. Dağ fâre doğurunca tutuşup soluğu Washington’da aldılar. Trump ise onları başından savdı..
Trump’ın son Birleşik Krallık ziyâretinin,
ABD’yi yeniden Rusya’ya karşı NATO’nun içine çekmek için tertip edildiğini düşünenler çıktı. Belki de Buckingham’ın da hesâbı buydu. Gelin görün ki bu mutandan misâfirlikten çıka çıka 180 Milyar Sterling tutarında anlaşmalardan başka bir şey çıkmadı. Şu aralar Trump’ın nazarında Kral Charles’dan daha mühim olan sâbık Başbakan Tony Blair’den başkası değil. Berâberce kazınmış, zımparalanmış bir Gazze hayâliyle projeler hazırlıyor ve yüzbinlerce insanın kanıyla sulanmış o mübârek topraklarda hangi otelleri, kumarhâneleri nerelere kuracaklarının hesaplarını yapıyorlar.
Evet, Trump’ın ajandasında siyâsî ve ideolojik meseleler çok tâlî br ehemmiyete sâhip.
Üslubundaki dalgalanmalar, hattâ tutarsızlıklar
doğrudan buradan kaynaklanıyor. Eğer odakta tatlı kârların potansiyelini hissettiren birileri varsa, o Trump’ın gözünde iş yapılacak; daha doğrusu âmiyâne tâbirle söğüşlenecek “hârika adamlar” muamelesine mazhâr oluyor. Trump’ın bu tarz ölçüsüz övgülerine muhatap olan bir devlet lideri eğer yanılıp bunlara kanarsa; hele hele bu sıcaklıktan
siyâsî ve stratejik bir fayda elde etmeyi düşünürse
yandı demektir. Trump’ın ekonomik beklentilerini karşılayıp ,bunu siyâsete ve stratejiye tahvil etmeye yeltenirseniz kaybettiniz. En az iki ihtimâl var. Eğer sizin beklentileriniz ve talepleriniz Trump’ın sâbitelerinin hâricinde bir yerlerdeyse, Trump sizi duymayacaktır bile. Muhtemelen anlamsız cevaplarla sizi savuşturacak, başından atacaktır. Meselâ
Rusya-Ukrayna savaşı Trump’ı hiç, ama hiç ilgilendirmiyor.
O, Ukrayna’daki nadir metal yataklarına çöktü. Yâni istediğini elde etti. Hattâ muhtemelen Putin ile buluşmasında berâberce bunları nasıl işletecekleri husûsunda ön anlaşmaları yaptılar. Gayrısı Trump için lâf-ı güzâf. Nitekim Londra’da savaşın âkıbeti mevzuunda kendisine soru soran gazetecilere eski masalları anlatarak tuhaf cevaplar verdi. Herşey Biden’ın suçuymuş. Eğer kendisi olsaymış savaş çıkmazmış. İki günde savaşı bitireceğini zannetmiş Yanılmış.. Bu savaşı bitirmek meğer çok zormuş..Ama inşaallah üç vakte kadar güzel şeyler olacakmış…Büyüklere masallar…
İkinci ihtimâl ise siyâsî ve stratejik olarak dile getirdiğiniz taleplerinizle Trump’ın damarına; dokunulmaz olarak ilân ettiği haydi açık söyleyelim İsrâil’e ve siyonist faşizmin arazisine basmanız durumunda devreye giriyor.. İşte orada Trump âniden şâhinleşiyor. Çığrından çıkıyor ve sizi düpedüz aşağılıyor ve tehdit ediyor.
TC Cumhûrbaşkanı yola çıktı. Trump ile görüşecek. Trump dostunu büyük bir heyecanla beklediğini beyân etti. Bununla da kalmadı, ajandayı açıkladı. Türkiye’ye satılacak sivil uçak filosundan bahsetti. Bence esas mesele de bu. Pazarlama taktiği olarak boncuk dağıtmayı ihmâl etmiyor. Yılan hikâyesine dönen, Türkiye’ye zamân kaybettiren, bu meyânda artık ahı gidip vahı kalan F 16 satışlarından bahsetti. F 35'ler için ise göz kırptı. Gelin de inanın.. Sanki, İsrâil lobisinin bastırmasıyla CAATSA yaptırımlarını koyan kendisi değildi.
Trump ile ekonomiden başlayan bir pazarlık ve alışveriş üzerinden stratejik bâzı kazanımlar elde etmek mi? Ne diyeyim; müşterisi bu fikri satın alsın ve varsa hayrını görsün…


