Uygar barbarlık düzeni ve iki işgal biçimi Yusuf Kaplan
Yenisafak sayfasından alınan verilere dayanarak, SonTurkHaber.com duyuruda bulunuyor.
Türkiye, prangalarla boğuşuyor iki asırdır. Tek bir prangası yok Türkiye’nin: Hem kanlı hem de kansız prangaları var. Aynı anda ikisiyle de boğuşuyoruz yaklaşık yarım asırdır.
Kanlı prangalar, hem PKK ve Suriye’deki PYD / YPG uzantıları gibi Türkiye’nin parçalanması için icat edilen ve üzerimize salınan ayrılıkçı terör örgütleri hem de Türkiye’yi -ve bölgemizi- istikrarsızlaştırmayı amaçlayan DEAŞ, İran’ın bölgeyi kan gölüne çeviren şebbihaları Haşdi Şabi›leri ve türevleri gibi “proxy” -uzaktan kumanda edilen kukla- terör örgütleri.
WESTFALYA DÜZENİ’NİN SALDIRILARI VE YIKIMLARI
Bu meseleyi derinlemesine analiz etmeye çalışacağım birkaç yazıda. Bu analiz çabasını gerçekleştireceğim teorik çerçeveyi inşa etmem ve sizlere sunmam gerekiyor önce.
Yazının başında şu cümleyi kurmam farz oldu: Dünyada yalnızca Batı uygarlığı yaşıyor; Batı uygarlığının dışında hiçbir medeniyet, kültür, din varlığını -kendi olarak ve kendi kalarak- sürdüremiyor. Buraya bir mim koymamız gerekiyor öncelikle.
Hâl böyle olunca, bütün dünyaya, bütün insanlığa Batılı düşünme ve zihin kalıpları hâkim iki asırdır. Batı uygarlığı, kendisi dışındaki bütün medeniyetlerin varoluş zeminlerini de, varolma biçimlerini ve iradelerini de yok etti. Kendi olan ve kendi kalan, özgünlüğünü koruyan hiçbir medeniyet kalmadı. Bütün medeniyetler, bütün toplumlar, bütün dünya Batılı zihin, düşünme ve yaşama biçimlerine mahkûm edildi. Daha da vahimi, hiçbir medeniyetin veya toplumun kendi olmadığı, zihnen işgal edildiği henüz fark edilmiş bile değil. Bütün dünya, başına ne geldiğini bilmiyor. Bütün dünya Batı’ya teslim, bütün dünya yalana teslim. Uygar barbarlık düzeni olarak adlandırıyorum bu olguyu.
Burada, önce uygar barbarlık düzeni dediğim şeyin ne olduğunu ve nasıl oluştuğunu anlatacağım. Ardından bizim bu uygar barbarlık düzeninin gönüllü acentalığına soyunmamızın bizi nasıl kendimizden ve tarih yapmaktan uzaklaştırdığını, bizi bu topraklarda ve üç kıtada bin yıl hükümran kılan medeniyet mefkûremizi yitirmemize yol açan şizofren / çift kimlikli bir toplum icat ederek boynumuza geçirdiği kanlı ve kansız prangalarla bu toplumu bir yok oluş sürecine nasıl sürüklediğini göstermeye çalışacağım bir kaç yazıyla.
Bu ilk yazıda “uygar barbarlık düzeni” olarak tarif ettiğim olguyu izah etmeye çalışacağım.
Dünya, Batılıların, 1648 Westfalya Düzeni ile kurdukları ulus-devlet imparatorlukları üzerinden yeryüzüne hâkim oldukları küresel kapitalist düzenin sosyal-darwinci kuralsızlıklarının çeki düzen verdiği “uygar barbarlık” düzeninin tam ortasında hâlâ. Orman kanunlarının bütün dünyaya bu kadar hâkim olduğu başka bir zaman dilimi yaşandı mı insanlık tarihinde, araştırılmaya değer bir konu bu.
Batılılar, siyasî devrimler, düşünce devrimleri ve ardından iktisadî devrimleriyle temelleri sarsılmaz bir şekilde atılan, orman kanunlarıyla dünyaya çeki düzen verdikleri uygar barbarlık olarak adlandırabileceğimiz bir düzen kurdular yerküre üzerinde.
“UYGARLIK SÜRECİ” DEĞİL, BARBARLIK SÜRECİ
“Uygarlık süreci” olarak ayartıcı isimler taktılar dünyayı işgal ve yıkımlarla kontrol ve kolonize etme saldırılarına. “Süreç”miş! “Uygarlık süreci” değil, olsa olsa barbarlık süreci olarak adlandırılabilir bu. Norbert Elias, bugün sosyal bilimlerin şaheserlerinden biri olarak kabul edilen aynı adı taşıyan eseriyle “uygarlık süreci” dediği olguyu, süreç olarak tanımlama yanılgısına düştüğü için, “uygarlık süreci” dediği şeyin, işgal edilen kıtalardaki toprakların tabiî kaynaklarını talan etmek, kültürlerini tarumar etmek, kaynaklarını yağmalamak sonucunu doğurduğunu görmemiş olabilir mi?
Böyle bir saldırı ve yıkım, nasıl “tabiî bir sosyal süreç”miş gibi adlandırılıp inceleme konusu yapılabilir ki? Bu, akademik olarak gerçekleştirilen örtük / zihnî sömürgeciliğin normalleştirilmesi sonucunu doğurmuş olmuyor mu? Gerçekleştirilen işgal, katliam ve soykırımların üstünü -üstelik de bilimsel bir kılıfla- örtme çabası değil mi bu?
“Uygarlık süreci” olarak adlandırılan olgu, kolonyalizm ve emperyalizm tecavüzleri ile gerçekleştirilen barbarca saldırıları ve yıkımları tastamam doğalmış, doğal süreçlermiş gibi kabul ettirip bu fiilî işgali zihnî işgal’e dönüştürmekten başka bir işe yaramayan çarpık ve gerçekleri tepe taklak eden çarpıtıcı bir tanımlama. Akademide de sorgusuz-sualsiz benimsenen, deyim yerindeyse, iştahla kullanılan meşum bir kavramlaştırma. Batı-merkezciliğin inşa ettiği zihnî işgal’in nasıl çaktırmadan kök saldığını göstermesi bakımından ürpertici.
Uygarlık süreci olarak adlandırılan benim uygarlaştırma süreci olarak adlandırılmasını önerdiğim, uygar barbarlık olarak adlandırabileceğimiz sosyal darwinci kuralsızlıkların dünyaya çeki düzen vermenin yegâne kuralı olarak görüldüğü bir çıkmaz sokak, dünyanın eşiğine sürüklediği yer.
Böyle bir ortamda, uygar barbarlık düzeni kuruldu. Dünya aynı anda iki işgalle teslim alındı ve sömürüldü, sömürülüyor hâlâ da… Önce Westfalya Düzeni’yle birlikte bütün dünyaya, karalara ve denizlere gerçekleştirilen kolonyalist-emperyalist fiilî saldırı ve işgal, ardından bu fiilî saldırı’nın kök salmasını, yerleşmesini sağlayan zihnî saldırı, zihnî işgal ve zihnin kolonileştirilmesi.
Moderniteyle birlikte Avrupa / Batı hâkimiyeti kurulurken, dünya fiilen işgal edildi, dünyayı dünya yapan, insanlığın bütün birikimini geliştiren dünya medeniyetleri yıkıldı, talan edildi, yok edildi. Modernite, hem Batı’yı kurdu hem de dünyayı fiilen işgal ederek yeryüzünde Batı hegemonyasını gerçeğe dönüştürdü. Yaşanan şey, Thomas Paine’in “insanlığın kökünü kazıma konusunda kimse Batılılarla yarışamaz” dediği insanlık tarihinde benzeri görülmemiş bir barbarlığın yerküreye hâkim olmasıydı.
Postmodernlikle birlikte bu fiilî işgal ve saldırı sona erdi’rildi. Fiîlî işgal ve saldırı, zihnî işgal ve saldırı ile hem örtbas edildi hem de meşrûlaştırıldı. Ortaya çıkan şey, uygar barbarlık düzeni oldu. Uygar barbarlık düzeni, zihnî işgalle, zihnin kolonize edilmesiyle insanlığın topyekûn mankurtlaştırılmasını sağlıyor.
Batı uygarlığının bütün dünyaya gerçekleştirdiği fiilî işgal ve saldırı ile yaptığı yıkımı hem örtbas ediyor, hem de meşrûlaştırıyor; böylelikle bilinçaltı mekanizmaları işleterek dünyanın geri kalan bölümünün yani Batı dışı dünyanın hem zaten varolma iradesi geliştirmekten yoksun olduğunu hem de Batı uygarlığının bütün diğer medeniyetleri ve kültürleri yok ederek kurduğu hegemonyanın normal ve meşrû olduğunu zihinlere kazıyor; amiyane tabirle, sağ gösterip sol vuruyor.
Türkiye’nin fiilen işgal edilmediğini, içerden ele geçirilerek zihnen işgal edildiğini gözlemliyoruz iki asırdır. Bu sürecin kaçınılmaz sonucu, kanlı ve kansız prangalar.
Sonraki yazılarda buradan devam edeceğim...


