Yalnızlığımdan gayri ne getirdim buraya? Mecburiyet Caddesi Fatma Barbarosoğlu
Yenisafak kaynağından alınan verilere dayanarak, SonTurkHaber.com açıklama yapıyor.
Doktorlar apartmanının balkonundan Mecburiyet Caddesi’ne “Ben sana mecburum” mısraı eşliğinde bakıyorum. Hakiki bir cadde değil de bir film seti gibi. Cadde olarak inşa edilmiş bir film seti. Yabancıları bile tanıyorum artık. Şenler Otel’e giren çıkanı biliyorum. Bu çalışandır. Bu şehre yeni gelmiş olandır.
Selvinaz’ın “Dualarımdasın” cümlesinden sonra kendime hep aynı soruyu soruyorum: Ne getirdim ben buraya? İki yıllık uzmanlık. Başka? Yalnızlığımı, birbirinden ayrı düşmüş tespih tanesi umutlarımı. En çok kaçışlarımı getirdim. Kaçış ile hicreti birbirinden ayıran nedir? Kaçan kaçtığı ile gelmiştir. Hicret eden umutları ile. Ben hangisiyim?
Burası aynı zamanda turnusol kâğıdı gibi bir yer. Şehri benim gözümde turnusol kâğıdına çeviren, Ortopedi Uzmanı Dr. Nilay. Her yerine ayrı krem süren Nilay. Doğma büyüme Büyükdereli. İstanbulluyum bile demiyor. Nerelisin? Büyükdereliyim. İstanbul’un dışında bildiği şehirler Ankara, Antalya, Londra, Paris, Sidney.
En çok onun uyumsuzluk çekmesi beklenir.
Oysa ben yaşadığım yere Dr. Nilay ile ait oldum. Hücreme geldi. Hekimler evinde beş gün kaldıktan sonra nihayet Doktorlar Apartmanı’nda bir daire boşalmıştı. Ankara’ya tayini çıkan Dr. Ethem Bey götürmek istemediği eşyaları bana bırakmıştı. Hakkâri için lüks sayılan, çünkü suyu akşam sekize kadar akan ender birkaç apartmandan biriydi Doktorlar Apartmanı.
Doktorlar Apartmanı’nda beşinci kattaki daireye (daireme değil) taşındığımın onuncu günü idi. Ethem Bey’in bıraktıklarına ilave olarak bir su ısıtıcısı, bir kupa, bir de bıçak almıştım. Yalnızlığıma yoksulluğu ve yoksunluğu katık ediyordum.
Büyükdereli Nilay’ın sağa sola burun kıvırması, evin eşyasızlığını filan yadırgaması normal gelirdi bana. Buraya gelen üçüncü kişiydi. Daha öncekiler internet üzerinden nasıl alışveriş yaptıklarını uzun uzun anlatmıştı. Yol yordam gösterme niyetine bir anlatış içinde oldukları o kadar aşikâr olduğu hâlde onların oyununa ben de anlamazlıktan gelme oyunu ile mukabelede bulundum.
Nilay için hazırlıklıydım. “O oradan, bu buradan alınır” konuşmalarına karşı tam teçhizatlı bir bekleyiş içindeydim. Hayır, eşyalarla hiç ilgilenmedi. Neden senin hiç çiçeğin yok, dedi. İnsanın odasında bir saksı çiçek olmaz ise yaşadığı yere ait olamaz ki, dedi. Üstelik ters lalenin/ağlayan gelinin vatanı bu şehre bu çiçeksizlik hakaret, dedi. Bunu söyleyen kim? Ortopedi Uzmanı Dr. Nilay. Kime söylüyor? Psikiyatrist Reyhan’a.
Dr. Nilay haklıydı. Durmadan yağan kar, akmayan sular, gelmeyen elektrikler, açılmayan kepenkler arasında ziyadesiyle yaşanan, idrak edilen, yudum yudum tadılan zamanlar inşa etmez isek önce kendimizi zehirlerdik. Bizden çıkan zehir de bütün zamanları zehirlemeye yeterdi.
Yaşamıyor gibi yaşamayacaktık. Yaşadığımız her ana şükrederek, idrak ederek, Nilay’ın tabiriyle saniyelerin üzerine imzamızı atarak yaşayacaktık.
Meraklısı için notlar:
-2013 yılında yayımladığım Rüzgâr Avı kitabının son öyküsü üzerinden iz sürerek, zamanı birlikte demlemeye, demlenmiş olanı tatmaya, tattığımızı yorumlamaya devam ediyoruz.
-21.yüzyılın en önemli meselesi insanların doğal karşılaşma mekanlarını giderek kaybetmesi. Vaktimizin çoğunu ekran karşısında bir kıymeti olmayan reels vidyolar akışında geçiriyor ama ne kendimize ne de başkasına rastlıyoruz. Kendimize, başkalarına rastlayabileceğimiz en sahih “mekân” sanatın himayesindeki yazılı ve görsel metinler.
-Tefrika olarak yayımladığım, dikkatinize sunduğum metinleri “birlikte okuduğunuzdan, okuduklarınıza kendinizi dahil ettiğinizden” haberdar olmak benim için çok kıymetli. Eksik olmayın.


