Yazarların kaleminden ilk okul günü Yeni Şafak Kitap Eki Haberleri
SonTurkHaber.com, Yenisafak kaynağından alınan bilgilere dayanarak bilgi yayımlıyor.
Yaratıcımızın bizleri ilk olarak “oku” emriyle görevlendirdiği bir dünyaya gözlerimizi açtık. Anne kucağında biraz serpilince, öğretmen kollarına gönderildik. Başta anlamsız gelen şekiller ilk kez harf oldu, anlam kazandı bizim için. Okul sıralarına oturmadan okumayı sökenler de vardır elbet aramızda ama okulun ilk gün heyecanını her birimiz yaşadık. Bu heyecanı her dönem kendine özgü yaşamış. Mesela Osmanlı döneminde çocuklar okul hayatına “Bed-i Besmele” töreni yani halk arasında bilinen ismiyle “Âmin Alayı” gibi törenlerle hazırlanırmış. Türk edebiyatının mihenk taşlarından Halide Edip Adıvar, Yahya Kemal ve Hasan Ali Yücel de bu törenle okula başladıklarını anılarında anlatıyorlar. Günümüzde belki “Bed-i Besmele” gibi unutulmaz bir törenler düzenlenmiyor. Yine de minik kalpler bu ilk heyecanı unutmuyor. Bizler Yeni Şafak Kitap eki olarak istedik ki aradan kaç yıl geçmiş olursa olsun heyecanla sınıfa atılan ilk adımı, okunan o ilk heceyi ve neler hissettirdiğini bir kez de günümüz yazarlarıyla hatırlayalım. Onlarla ilk okul günlerini, kimin yolcu ettiğini, sınıfta tahta sıralara oturduğunda neler hissettiğini, okuduğu ilk kitapları, okul kütüphanelerini ve o günlerin bügünkü yazar kimliklerine etkilerini konuşalım. Kalemini beğeniyle takip ettiğimiz yazarlar; Adnan Özer, Ali Haydar Haksal, Ali Sürmelioğlu, Dursun Gürlek, Emin Gürdamur, Funda Özsoy, Gülşen Funda, Güven Adıgüzel, Güzide Ertürk, Hasan Aycın ve Naime Erkovan Yeni Şafak Kitap okuyucuları için ilkokul günlerini anlattılar.
Okuryazar olmak en büyük mutluluğum

Dursun Gürlek
Okula başladığınız ilk günü hatırlıyor musunuz? Sizi kim yolcu etmiş, okula kim bırakmıştı? Sınıfa girip de tahta sıralara oturduğunuzda nasıl hissetmiştiniz?
Okula başladığım ilk günü hatırlamıyorum, yalnız okul evimize yakın olmasına rağmen rahmetli annemin istat götürdüğünü hatırlıyorum. Sınıfa girip tahta sıraya oturduğumda duyduğum heyecanı ve tabii ki mutluluğu anlatmam mümkün değil.
Okumayı nasıl öğrendiniz?
Okumayı, hatta biraz da yazmayı ben daha ilkokula kayıt yaptırmadan önce kısmen de olsa mahallemizde benden önce okula giden çocuklardan öğrenmiştim. Komşumuz olup da okuma yazma bilmeyen yaşlı büyüklerimizden bazıları camideki duvar takviminden kopardıkları takvim yapraklarını bana okuturlardı.
Okumayı öğrenmek sizi heyecanlandırdı mı, korkuttu mu?
İlkokula başlayıp yarım yamalak bildiğim okumayı ilerletince bu, beni heyecandan çok sevindirdi. Daha önce kendilerine takvim yaprakları okuduğum ihtiyar komşularımız, amcalarımız, dedeler akşamları evlerine davet edip, “Senin okuman güzel” diye bana çeşitli kitaplar okutmaya başladılar. Bunlar Evliya Menkıbeleri, Battal Gazi Hikâyeleri, Hazreti Ali Cenkleri, Köroğlu, Leyla ile Mecnun, Ferhat ile Şirin gibi halk için yazılmış kitaplardı.
Okulunuzda bir kütüphane, kitap kolu var mıydı? Oradan hangi kitapları okudunuz?
Okulumuzda bir kütüphane vardı. Ben de kütüphane kolu başkanıydım. Okuduğum okul binası köyümüzde yahut kasabamızda diyelim büyük bir köy çünkü kasabamızda hâlâ duruyor. Adı da “İbni Kemal İlkokulu”dur. Yavuz Sultan Selim devrinin bu büyük şeyhülislamı bilindiği gibi Tokatlı’dır. Tokat benim de memleketim oluyor. İlkokulda İsmet Üste ve Necati Kaya Bumin isimli öğretmenlerim benim okumaya ve kitaplara olan ilgimi daha da arttırdılar. Her ikisi de okumam için çocuk kitapları verdiler. Ama bu kitaplar şu anda aklıma gelmiyor. Bu kitaplara aklıma gelmiyorsa da İsmet öğretmenimin, “Evladım, sen ortaokulu da liseyi de üniverseyi de oku, e mi? Sen belki ileride yazar da olursun. Yazar olursan bana da mektup yaz. Sana adresimi de vereceğim” dediğini çok iyi hatırlıyorum.
O ilk yıllarda yazıyla kurduğunuz ilişkinin gelecekte hayatınızı belirleyeceğini tahmin edebilir miydiniz?
Her dört eğitim kurumunu, ilkokul, ortaokul, lise, üniversiteyi kastediyorum. Dört eğitim kurumunu bitirerek Türkçe edebiyat hocası olarak mezun oldum. Yazarlığım hâlen devam ediyor. Kısacası, okuryazarı biriyim. Ve bu benim en büyük mutluluğum. Bu mutluluğu bana tattırdığı için Rabbime şükrediyorum.
Dünyaya tekrar sadece okumak için gelmeye razıyım

Adnan Özer
Okula başladığınız ilk günü hatırlıyor musunuz? Sizi kim yolcu etmiş, okula kim bırakmıştı? Sınıfa girip de tahta sıralara oturduğunuzda nasıl hissetmiştiniz?
Gecesini hatırlıyorum. Gecesi travmatik benim için. Ben annemden ayrıydım birkaç yıl. Çünkü ard arda doğmuş üç çocuktuk. Fakirdik o zaman. Doalyısıyla birkaç yıl anneannem ve teyzemle kaldım. Ondan annem benim için biraz yabancılaşmıştı. O gece geldi, beni öptü. Ben uyuma numarası yapıyordum. Sabah da önlüğümü çantamı hazırlamıştı. Okula da galiba annem götürdü çünkü babam çalışıyordu. Zeytinburnu, Fatma Süslügül İlkokulu. Biz o okulun aşağısında bir gecekonduda oturuyorduk. Fatma Süslügül İlkokulu’nda dört yıl okudum. Bir defter tutuyordu öğretmenler o zaman. Galiba dersleri ve öğrencilerin ilerlemesini anlatan defterlerdi. Ben okuma yazmayı öğrendikten sonra üçüncü sınıfta o defterleri temize çektim. Öğretmenim bana yazdırdı. İleride cümle kurmamda bu defterlerin çok etkili olduğunu düşünüyorum.
Okumayı nasıl öğrendiniz? Okumayı öğrenmek sizi heyecanlandırdı mı, korkuttu mu?
Okumayı bana teyzem öğretti. Daha da önce, okula başlamadan. Ben okula başlamadan önce çatapat okumayı biliyordum. Yazmayı değil de. Çünkü bana masal kitapları alıyordu. Çok güzel resimler, altlarında birkaç satır bir şey yazıyor. Ben de geri kalanı uyduruyordum.
Okulunuzda bir kütüphane, kitap kolu var mıydı? Oradan hangi kitapları okudunuz?
Benim ilk kütüphanem babamın tayin olduğu Küçük Sinekli Köyü’nde oldu. İlkokul beşinci sınıfı orada okudum. Bir köy okulu olduğu için tüm sınıflar bir arada. Beşinci sınıf olarak orman bekçisinin bir kızı var, bir de ben. Öğretmenimiz bana dedi ki, “Sen İstanbul’dan geldin, gayet iyi okuma yazma biliyorsun. Seni sınıf başkanı yapıyorum. Birinci ve ikinci sınıfları sen eğit.” Ben hem okul başkanı hem hoca oldum. Okulun küçük bir öğretmen odası vardı. Orta büyüklükte camekanlı bir dolap, içi kitap dolu. Ağırlıklı hikâye ve roman vardı. “Senin eğitimin bu. Sen bunları oku” dedi öğretmen. Benim ilkokul beşinci sınıf eğitimin o kitapları okumak oldu.
İlk okuduğunuz kitaplar arasında hangilerini hatırlıyorsunuz?
Çok iyi hatırlarım, bazılarında ağlıyordum tabii. Mesela Kimsesiz Çocuk. Bir yetimhanede büyüyen çocuk hikâyesi. Jack London’ı ilk defa orada okudum. Ondan sonra Ömer Seyfettin… Çok güzel hikâye kitapları vardı. Çulluk ve Tipi Dindi birkaç tane klasik kitap de vardı. Ben onları yuttum. Sanıyorum, onları yutunca dedim ki “Ben de hikâyeci olacağım.” Şairlik hiç yok o zaman aklımda.
O ilk yıllarda yazıyla kurduğunuz ilişkinin gelecekte hayatınızı belirleyeceğini tahmin edebilir miydiniz?
Beşinci sınıftan sonra Çatalca Lisesi’nde yatılı okudum. O zaman yatılı okullar çok disiplinli oluyordu. Böyle bir edebiyata falan pek zaman olmadı. Yalnız bir şey var: “Eflatun Cem Güney” diye bir de masal derlemecimiz vardır bizim. Onun yeğeni benim Türkçe hocamdı, bir hanımcağız. Nasıl oldu bilmiyorum ama o benimle ilgilendi. “Sen iyi bir yazar olacaksın” dediğini hatırlıyorum. Bana onun kitaplarını getirmişti. Sonra bir daha göç, bu sefer Batman’a taşındık. Tamamıyla farklı bir kültür. Alışamadım ben de kitaplara, edebiyata sardım. Babam istasyonda çalışıyordu. Kapı komşumuz gar müdürünün inanılmaz bir kütüphanesi vardı. 1.200 kitap saydığımızı biliyorum. Benden bir buçuk yaş büyük bir oğlu vardı. O futbol oynardı, kitap çok okumazdı. Ben o kitapların yarısından fazlasını okudum. 13 yaşında Albert Camus’un Yabancısı’nı okudum. Şimdi hâlâ sırrı çözülemeyen bir roman: Pedro Paramo. Onu Tomris Uyar’ın çevirisiyle okudum. Varlık Yayınları’na aboneydi Yahya Bey. Oradan kitaplar geliyordu. Evet, çok okudum. Çok okumadan hiçbir şey olmak mümkün değil. Çıldıracak derecede okumak lazım. Bir daha dünyaya sadece okumak için gelmeye razıyım. Başka bir şey yapmayacağım, rahat duracağıma söz veriyorum.
Birinci sınıfa teyze oğlumun sırtında gittim

Hasan Aycın
Okula başladığınız ilk günü hatırlıyor musunuz? Sizi kim yolcu etmiş, okula kim bırakmıştı? Sınıfa girip de tahta sıralara oturduğunuzda nasıl hissetmiştiniz?
Benim hususi bir durumum vardı. Ben ilk okula başladığımda yürümüyor idim. İkinci sınıfta yürümeye başladım. Dolayısıyla benden üç yaş büyük, o zaman da üçüncü sınıfta olan teyze oğlumun sırtında beni okula gönderdiler. İkinci sınıfın ikinci yarısına kadar ben okula öyle gittim geldim. İkinci yarısında kendim yürümeye başladım.
Okumayı nasıl öğrendiniz?
Tam olarak hatırlamıyorum fakat evde rahmetli babam bir şeyler okur, dururdu. Başta Kur’an-ı Kerim olmak üzere. Arada kitap okur. Bizimle de paylaşırdı. Okumak deyince benim aklıma ilk gelenler onlar. Ama yazıyı sökmek ve yazılı metinleri okumak faslı sanıyorum ilkokul boyunca sürdü. Yani imam hatip okulu için 1966 yılında yazılı sınavlara girmiştim. O zaman doğru dürüst yazı yazmasını bilmiyordum. Dolayısıyla yedeklere bile kalamamıştım sınavda.
Okumayı öğrenmek sizi heyecanlandırdı mı, korkuttu mu?
Ben karalayıp duruyordum zaten yani. Çiziktiriyordum. Okul öncesinden başlayan bir şeydi bu. Önce karalamayı öğrenmiştim, sonra yavaş yavaş harfler ben de bir forma dönüştü. Ama çizmek hep öncelikli kaldı hayatımda, hep böyle oldu.
Okulunuzda bir kütüphane, kitap kolu var mıydı? Oradan hangi kitapları okudunuz?
Yok, bizim okulumuzda iki tane duvara asılı ecza dolabı ve onun muadiliyle bir dolap vardı. Ecza dolabında bir tentürdiyot, bir pamuk, gazlı bez ve oksijenli su vardı. Yaralanan çocuklar olursa diye. Bir de onunla aynı duvarda, öyle bir dolap daha vardı asılı. Onda da kapakları olmayan bir Keloğlan kitabıyla bir Nasrettin Hoca kitabı vardı. Başka kitap yoktu, kütüphanemiz o kadardı.
İlk okuduğunuz kitaplar arasında hangilerini hatırlıyorsunuz?
İlk okuduğunuz kitaplar. Ama çok şifahiydi. Yani ben o yürümediğim şeylerde çok masal ve nasıl diyeyim masalları bir masal dinim vardı mesela komşumuz ona sürekli masal anlatırdı. Yine bir komşumuz vardı. O da, Allah rahmet etsin hepsine. O da sürekli cenneti, melekleri, peygamberleri anlatırdı. Böyle çok bereketli bir çocukluğum vardı.
O ilk yıllarda yazıyla kurduğunuz ilişkinin gelecekte hayatınızı belirleyeceğini tahmin edebilir miydiniz?
Ben imam hatip orta kısımdayken yoğunlaştı her şey. Balıkesir İlk Halk Kütüphanesi’ne dadanmıştım. Oraya gider kitaplar alırdım. Daha çok tarihi romanlar, klasik şeyler, halk hikâyeleri. Düzenli olarak alır, okur, teslim eder, yenisini aldı. O sıralar Amerikan resimli romanları çocuklar arasında çok yaygındı. Ben mesela onlara hiç para da vermedim. Onlar beni hiç sarmadı daha doğrusu. İmam hatip orta kısımdayken bir daktilom da olmuştu. Onunla ilk yaptığım şey Kur’an-ı Kerim’deki benî İsrail ve Hazreti Musa ile ilgili bütün ayetleri çıkartmak oldu. Onları tasnif ettim, daktilo ile yazdım. Onu ciltletmiştim çarşıda. Bir de şehirde matbaada basılan bir okul gazetesi vardı. Oraya fıkra yazmaya, karikatür çizmeye, duvar gazetelerine karikatür çiziyordum.
Köy evimizin bir odası sınıfımızdı

Ali Haydar Haksal
Okula başladığınız ilk günü hatırlıyor musunuz? Sizi kim yolcu etmiş, okula kim bırakmıştı? Sınıfa girip de tahta sıralara oturduğunuzda nasıl hissetmiştiniz?
Babam, köyde ilk okula atanan ilk öğretmendi. Okul binası olmadığından evimizin bir odası derslik yapıldı. Çocuk olarak bir odadan çıkar sınıfa girerdik. Abla ve ağabeylerin kucağında büyüdük. Her gün ve an bunları yaşıyorduk. Özel bir ilk günümüz olmadı.
Okumayı nasıl öğrendiniz?
Babam doğal olarak bizimle özel ilgileniyordu. Okumayı önceden sökmüştük. Köy yerinde çok kitap yoktu, sınırlıydı. Babama İstanbul’dan gelen gazeteler olurdu, özellikle bize okutur, kendisi dinlerdi. Bir de ders kitaplarıyla yetiniyorduk. Babam duvarlar boyunca tablolar yapmıştı, sürekli onlarla baş başaydık ve okuyorduk. Benim sosyal derslerim o zaman ağırlık kazandı.
Okumayı öğrenmek sizi heyecanlandırdı mı, korkuttu mu?
Bu sorunuza şöyle karşılık vereyim. İlk günümüz olmadığı için çok şeyi kavramış ve okumaya başlamıştık. İlkokul üçüncü sınıftan dördüncü sınıfa geçtiğim yıl babam rahmetli oldu. Biz yetim kaldık. İlkokulu bitirdikten sonra orta okula gitmeyi çok istedim. Üç gün ağladım, bir şey yemedim, içmedim. Annem gönderemedi. Ağabeyimi gönderdi. Artık çaresiz onun ders kitaplarını alır okurdum. Bununla yetinirdim. On altı yaşıma kadar köydeydim. Dedemin bir öğrencisinin ve babamın dayısının tavassutuyla Elâzığ İmam Hatip Orta okuluna, yaşım on yedi yaşını geçtiğim için valilikten özel izin alınarak kaydım yapıldı.
İlk okuduğunuz kitaplar arasında hangilerini hatırlıyorsunuz?
Yukarıdaki sorunuza buradan itibaren karşılık vereceğim. Çünkü okumaya özlemim vardı, çok açtım. Okulun kütüphanesine dadandım ilk okuduğum kitabı anımsamıyorum ama o kadar çok okudum ki okul kütüphanesinin kitapları bana yetmedi. Kitapçılara dadandım. Batı klasiklerini, doğu klasiklerini daha ilk yıllarımda okudum. Diriliş dergisini bir öğretmenim vasıtasıyla aldım ilk ezberlediğim şiir Üstad Sezai Karakoç’un Ey Yahudi şiiriydi. Diriliş dergisini okuyunca öykü ve şiir zevkim o zaman belirginleşti. Üstad Necip Fazıl’ın eserlerini okudum. Gerek bilinç ve gerekse sanat zevkini bu iki üstaddan edindim. Daha sonra Edebiyat dergisi gelir.
Okulunuzda bir kütüphane, kitap kolu var mıydı? Oradan hangi kitapları okudunuz?
İlk okulda ilk üç yıl dedemin odasıydı. İlk üç sınıf bir aradaydı. Bir yıl nahiyede bulunan okula babam atanınca biz onunla birlikte oraya gittik. Orada bir den beşe kadar sınıflar ayrıydı. Babamın vefatından sonra köyümüze döndük, sağlığında İstanbul’a taşınan bir ailenin evini okul yapmıştı. Orada da beş sınıfın öğrencileri bir aradaydı. Orada böyle bir şey düşünülemezdi. İmam Hatip okuluna başladıktan kitap okuma tutkum ağır bastıkça kitaplık kolu başkanlığı yaptım. Kitap edinme tutkum çok ağır basıyordu. Liseye geçince edebiyat kolu başkanıydım okul boyunca.
O ilk yıllarda yazıyla kurduğunuz ilişkinin gelecekte hayatınızı belirleyeceğini tahmin edebilir miydiniz?
Zorunlu olarak orta okul dönemimi örnek veriyorum. Asıl şekillenmem o zaman başladı. Üstad Sezai Karakoç’un etkisiyle serbest şiire yöneldim. İlk yazdığım şiir “Şehidim” başlığını taşıyordu. Okulun duvar gazetesinde yer aldı, çok da ilgi gördü. Yıllar sonra edebiyat öğretmenim Ahmet Başpınar, hayatta, birkaç yıl önce görüştüğümde beni hep şair olarak bilir anımsar. İlk sorduğu şiirlerim oldu. Sonraları şiir sökün etti. Peşinden de öyküler yazmaya başladım. Beni asıl etkileyen Jack London’ın Martin Eden romanıdır. Onu çok içselleştirerek okudum. Yıllar sonra kütüphanemde bu roman elime gelince yeniden okudum. O zamanki okuma dikkatim, altı çizili satırlardan belli oluyor. Asıl önemlisi kitabın kenar boşluğuna bir not düşmüşmüş. “Ben yazar olacağım”. Bu notumu unutmuşum, orada görünce niyetimi belli etmişim.
Okumayı tüm sınıftan sonra söktüm

Ali Sürmelioğlu
Okula başladığınız ilk günü hatırlıyor musunuz? Sizi kim yolcu etmiş, okula kim bırakmıştı? Sınıfa girip de tahta sıralara oturduğunuzda nasıl hissetmiştiniz?
Okulun ilk günü, köşkten bozma bir okulda mavi önlüklü birbirini hiç tanımayan çocukların beş sene boyunca hırgür edecekleri sınıfa ilk doluştukları bir fotoğraf karesi benim hafızamda. Aynı okulda ikinci sınıfa giden ağabeyimle beraber okula gittiğimi anımsıyorum. Kapıdan ayrılmayan anneler ve can havliyle sınıfın kısıtından kurtulmak isteyen, salya sümük ağlayan çocuklar. Ben o sahnede boş bulduğum ilk yere oturup bu şamatayı sakince seyretmiştim.
Okumayı nasıl öğrendiniz?
Bütün sınıftan sonra. Yaşım gelmeden okula gönderilmenin zorluğuydu galiba. İlk dönem karnesini alana kadar herkes kırmızı kurdelasını takmıştı. Ara tatilde okumayı söktüm. Galiba o geride kalma hissi hiç bitmedi bunca senedir ama ben artık arayı açmış olabilirim.
Okumayı öğrenmek sizi heyecanlandırdı mı, korkuttu mu?
Televizyonsuz bir evde büyüdüm. Oyun oynamaktan da çokça sıkılan bir çocuktum. Radyo tiyatroları ve okumak kendime ait bir hayal evreni kurmamı sağladı.
İlk okuduğunuz kitaplar arasında hangilerini hatırlıyorsunuz?
Tasavvufi kitapların olduğu bir kitap rafının önünde büyüdüm. En eski hatırladığım kitap kapağında Ravza-ı Mutahhara’nın olduğu Zekai Konpara’nın Sevgili Peygamberimiz eseri. Okumayı bilmeden de insan adının yazılışını fotoğrafik olarak öğrenir. Adımın sahibi Hazreti Ali ile Fatıma Valide’nin evlendirilmesini okuduğumu hatırlıyorum.
Okulunuzda bir kütüphane, kitap kolu var mıydı? Oradan hangi kitapları okudunuz?
Küçücük bir binada ilkokulu okudum, kütüphane yoktu İlk kitabımı ancak ilkokulu bitirince anneannemin verdiği harçlıkla aldım.
O ilk yıllarda yazıyla kurduğunuz ilişkinin gelecekte hayatınızı belirleyeceğini tahmin edebilir miydiniz?
Çocukluğumun özeti galiba tek kelimeyle şahitlik; okuyarak, dinleyerek, gözlem yaparak. Hikâyenin peşinde olan bu şahitliğin beni bir gün yazmaya sevk edeceğini bilemezdim.
Tahta sıraya oturunca kendimi önemli biri gibi hissettim

Emin Gürdamur
Okula başladığınız ilk günü hatırlıyor musunuz? Sizi kim yolcu etmiş, okula kim bırakmıştı? Sınıfa girip de tahta sıralara oturduğunuzda nasıl hissetmiştiniz?
Annem ceplerime fındık içi doldurup yolcu etmişti beni. Muhtemelen içi rahattı çünkü iki ablamla birlikte gitmiştim okula. Onların yürüyüşünü taklit ettiğimi, yol boyu bana sürekli okuldaki düzeni, işleyişi anlattıklarını hatırlıyorum. Okulda tahta sıraya oturunca, kendime ait bir yer edinmenin mutluluğunu yaşamıştım. Hatta kendimi önemli biri gibi hissetmiş bile olabilirim.
Okumayı nasıl öğrendiniz?
Annemin yardımını unutamam. Köydeki akşam okulundan öğrendiği kadarıyla bütün kardeşlerime harfleri yazmayı, heceleri sökmeyi öğretti. Fişler vardı bir de. Fiş defterlerimiz. Siyah kaplı. O plastik sayfalar arasında öğrendim okumayı. Sonra o ilk kitaplar, Cin Ali’ler filan geldi, onları da ne müthiş bir keyifle okumaya çalışırdık.
Okumayı öğrenmek sizi heyecanlandırdı mı, korkuttu mu?
Okumayı, okuduklarının içeriğiyle birlikte anlamlandırıyor insan. O yıllarda okumak demek; okul, öğretmen, Atatürk, Cumhuriyet gibi birtakım imgelerle birlikte öğretilen bir eylemdi. Hafızam beni yanıltmıyorsa bu yeni kavramlar karşısında heyecanlanıyordum.
İlk okuduğunuz kitaplar arasında hangilerini hatırlıyorsunuz?
Yaz ansiklopedisi gibi kitaplar vardı. İrice ve resimli kitaplar. O kitapları okumak, bir ödev duygusu barındırmadığı için olsa gerek bize keyif verirdi. Özellikle hikâyeleri. Tabii ekransız yıllardı, oradaki resimlere uzun uzun bakmak da okumanın parçasıydı.
Okulunuzda bir kütüphane, kitap kolu var mıydı? Oradan hangi kitapları okudunuz?
İlkokulda kütüphane hatırlamıyorum. Ama sınıfta öğretmenlerin dönüşümlü şekilde bizlere okuttuğu kitaplar vardı. Kemalettin Tuğcu’yu ve Ömer Seyfettin’i unutmak mümkün değil.
O ilk yıllarda yazıyla kurduğunuz ilişkinin gelecekte hayatınızı belirleyeceğini tahmin edebilir miydiniz?
Bunu tahmin edemezdim. Asla. Ama o yıllarda okuduklarım kadar okuyamadıklarım da beni belirlemiş gibi duruyor. Bütün mahrumiyetlerine rağmen bir köy okulunda ilkokul okumuş olmanın sevinci içimde duruyor.
Okumak dünyamı genişletti

Gülşen Funda
Okula başladığınız ilk günü hatırlıyor musunuz? Sizi kim yolcu etmiş, okula kim bırakmıştı? Sınıfa girip de tahta sıralara oturduğunuzda nasıl hissetmiştiniz?
Elbette hatırlıyorum.Annem, çocukluk arkadaşım ve arkadaşımın annesi ile beraber gitmiştik. Sırada İstiklal Marşı okunurken gözlerimin dolduğunu hatırlıyorum ilkin. Sınıflarımızı bulup içeriye girdiğimizde heyecanlıydım. “Bilgili” görünen kızlardan birine ders neden başlamıyor diye sormuştum. “Öğretmenimiz velilerle konuşuyor çünkü” demişti. Ben de garipseyerek şöyle sormuştum: “Veli kim?” O da kendinden emin, “Anne babalarımıza veli deniyor” denmişti. Okuldaki ilk dersimi sıra arkadaşımdan öğrenmiştim ben de.
Okumayı nasıl öğrendiniz?
Babam Türkçe öğretmeniydi. Evdeki ders kitaplarından kendi kendime öğrenmiştim okumayı. Birkaç şiir de ezberlemiştim. “Ayı der armudum olsa”, “Orada bir köy var uzakta” hiç unutmadıklarımdan.
Okumayı öğrenmek sizi heyecanlandırdı mı, korkuttu mu?
Okumak, okuyabilmek muhteşem bir deneyimdi. O yücelik, enginlik hissini bugün bile gayet net hatırlıyorum. Okumayı öğrenmek dünyamı genişlettikçe genişletti, arzı büyüttü, göğü katladı. Korkutmaktan ziyade heyecanlıydı.
İlk okuduğunuz kitaplar arasında hangilerini hatırlıyorsunuz?
Oz Büyücüsü. Dorothy’nin kasırgayla savrulup bambaşka bir diyara düşmesi bana öyle büyüleyici gelmişti ki! Eve dönmek çıktığı yolda yoldaşlarıyla birlikte cesareti, sevgiyi, aidiyeti, asıl yurdun kalpte saklı olduğunu keşfediyordu. Sonrasında bol bol Türk masalları okumaya başladım. Masal okumaya bayılırdım.
Okulunuzda bir kütüphane, kitap kolu var mıydı? Oradan hangi kitapları okudunuz?
Sınıf kütüphanesinde okumadığım kitap kalmamıştı, bu yüzden okul kütüphanesini keşfetmem zor olmadı.
O ilk yıllarda yazıyla kurduğunuz ilişkinin gelecekte hayatınızı belirleyeceğini tahmin edebilir miydiniz?
Okumak, öte diyarları keşfetmek, sayfaların dışında rastlayamayacağımız dostlar edinmek “çocuk-Gülşen”in kalbini engin duygularla doldurmuştu fakat yazıyla kurduğum ilişkiyi düşündüğümde, daha ziyade sınıf öğretmenizin bizlere defter dağıtıp günlük (yeşil, elmalı defter) benim yazıyla ilişkimi etkiledi. Sonralarında, kalbim her dalgalandığında yazıya koşar buldum kendimi. İyi ki de öyle oldu.
Okuma meselesini kavrayabilmem zaman aldı

Güven Adıgüzel
Okula başladığınız ilk günü hatırlıyor musunuz? Sizi kim yolcu etmiş, okula kim bırakmıştı? Sınıfa girip de tahta sıralara oturduğunuzda nasıl hissetmiştiniz?
İlk gün özelinde hafızam çok net değil. Ancak hatırladığım bazı kısımlar var. İzmir’deki Piyale İlkokulu’nda başlamıştı okul maceram. Siyah önlükten mavi önlüğe geçildiği bir dönemdi ama sınıfımızda siyah önlükle devam arkadaşlarımız da vardı. Okul evimize yürüme mesafesindeydi, bir koşu eve gidip-gelmenin mümkünlüğü güzeldi. Nasıl bırakıldığımı hatırlamıyorum. Hayatım boyunca okuldan hiç hoşlanmasam da, huysuzluk yapmadım. Bahçede sıraya girip, yapılan konuşmaların ardından adını hâlâ bankacılık şifre hatırlama sorularında (ilkokul öğretmeninizin adı?) kullandığım öğretmenimizin eşliğinde 1-D sınıfına girdiğimiz an, aklımdakiler uğultu, gürültü. İlk arkadaşlıklar güzel elbette. Yeni bir şeyin başladığını idrak etmiştim, her şeyin artık daha kalabalık yaşanacağını. Hayat denen tantanaya çocuk aklımla belli belirsiz ilk temas.
Okumayı nasıl öğrendiniz?
Çok zorlandım. Bu konuda travmam falan yok. Ama meseleyi kavrayabilmem zaman aldı. Okumayı sökenleri tahtaya kaldırıp törenle kırmızı kurdele takıyorlardı. Benim kurdele epey gecikti. Bir ara kırtasiyeden kendi kurdelemi kendim alsam mı diye düşünmüştüm. Okurken bağlantılarda, yazarken de “G” gibi kavisli harflerde zorlanıyordum. Sonra okuduk, yazdık, kurdeleler kuşandık.
Okumayı öğrenmek sizi heyecanlandırdı mı, korkuttu mu?
Heyecan ya da korku gibi duygularla tarif edemem. Başarılması gereken bir görev gibiydi öncelikle. Dış dünyada her yerde yazılı şeyler vardı ve galiba bunların okunması gerekiyordu. Kamusal vazifemi yerime getirmişim gibi hissetmiş olabilirim. Ailemi mahcup etmemeliyim, güdüsü hep baskındı bende.
İlk okuduğunuz kitaplar arasında hangilerini hatırlıyorsunuz?
Kemalettin Tuğcu Yer Altında Bir Şehir ve Muzaffer İzgü’nün kitapları.
Okulunuzda bir kütüphane, kitap kolu var mıydı? Oradan hangi kitapları okudunuz?
Evet, kolumuza törenle takılan çok havalı kolluklar vardı. Beyaz bandajın üzerine siyah yazıyla. Sabah pencereden gökyüzüne bakan Hava-Gözlem Kolu’yla dalga geçerdik. Kitaplık Kolu Başkanı’nın tuhaf bir özgüveni vardı. Önemli bir görev yürüttüğünün farkındaydı galiba, kitaplara erişimi de kolaydı. Sınıfta 4-5 raflı bir kitaplık vardı, ilgimi çektiğini söyleyemem.
O ilk yıllarda yazıyla kurduğunuz ilişkinin gelecekte hayatınızı belirleyeceğini tahmin edebilir miydiniz?
Edemezdim, aramın iyi olduğu bir faaliyet değildi çünkü.
Okumak değil ama okul beni korkuttu

Güzide Ertürk
Okula başladığınız ilk günü hatırlıyor musunuz? Sizi kim yolcu etmiş, okula kim bırakmıştı? Sınıfa girip de tahta sıralara oturduğunuzda nasıl hissetmiştiniz?
Anaokuluna başladığım ilk günü çok iyi hatırlıyorum. Annemle birlikte gitmiş, önce müdürün odasına girmiştik. Annem, sınıfa girerken, “Ben seni kapıda bekleyeceğim ve buradan bakacağım” demişti. Sınıfı hatırlamıyorum ama ne kadar tedirgin hissettiğimi hatırlıyorum. Sanki boşlukta süzülüyordum, ayaklarım yere basmıyordu.
Okumayı nasıl öğrendiniz?
Okuma fişlerimiz vardı, bir de fiş defterlerimiz. Fişleri kesip hecelere ayırıyor, o defterde saklıyorduk. Sonra fişleri kelimelere bölüp kesmeye başladım. Bir de ders kitabımız vardı, “Emel ılık süt iç” gibi cümleler kuruyor, el yazısıyla yazmaya çalışıyorduk. El yazısı defterimi de çok iyi hatırlıyorum. Ama okumayı tam olarak ne zaman, nasıl öğrendiğimi hatırlamıyorum. O fişleri biriktirmeyi çok seviyordum.
Okumayı öğrenmek sizi heyecanlandırdı mı, korkuttu mu?
Okumak değil ama okul beni korkuttu. Maalesef ilkokul öğretmenim çok sertti ve bana pek iyi davrandığı söylenemezdi. Sol elle yazmamızı istemezdi, sağ elle yazmaya zorlardı. Sonra annem, öğretmenle konuştu ve ben gönül rahatlığıyla sol elimle yazdım.
İlk okuduğunuz kitaplar arasında hangilerini hatırlıyorsunuz?
Cin Ali serisini çok iyi hatırlıyorum. Çok severdim. Yeni basımlarını hâlâ saklıyorum.
Okulunuzda bir kütüphane, kitap kolu var mıydı? Oradan hangi kitapları okudunuz?
Okuldaki kütüphaneyi hatırlamıyorum ama arkadaşlar arasında kitapları takas edip okuduğumuzu çok iyi hatırlıyorum. Dördüncü sınıftayken Nejla adında bir arkadaşım “Türk Masalları” kitabını hediye etmişti. O da kütüphanemde sakladığım kitaplardandır. Bir de babamın “Allah Rahatlık Versin” diye çocukluktan kalma bir kitabı vardı, oradaki masalları okumayı çok severdim.
O ilk yıllarda yazıyla kurduğunuz ilişkinin gelecekte hayatınızı belirleyeceğini tahmin edebilir miydiniz?
Asla tahmin edemezdim.
“Okumak” isimli bir dersimiz vardı

Naime Erkovan
Okula başladığınız ilk günü hatırlıyor musunuz? Sizi kim yolcu etmiş, okula kim bırakmıştı? Sınıfa girip de tahta sıralara oturduğunuzda nasıl hissetmiştiniz?
İlk günü değil ama okula başlamam gerektiğine dair resmî yazı geldiği hep aklımda. Bir nevi tutsaklık ve güzel bir özgürlük döneminin sona erişi gibi hissettiğimden içim daralmıştı. İlk gün büyük ihtimalle annem götürmüştür beni okula. O yıllarda kendisi hastaydı ve bir süre sonra tek başıma gidip gelmek zorunda kalmıştım. Tahta sıram olmadı hiç çünkü Almanya’daki sınıflar oldukça konforluydu. Ama ilk gün hepimizin huni şeklinde kartondan bir çantası olurdu. Her boydan vardı. İçine abur cubur doldurulur ve çocuk onunla okula gider. Schultüte’dir adı. Sanırım ilk gün endişesi yerine çokça şeker sevinci yaşadık hepimiz.
Okumayı nasıl öğrendiniz?
Latin alfabesini de Almancayı da Kur’an-ı Kerim’i de okula başlamadan öğrenmiştim. Birinin öğrettiğini hatırlamıyorum. Yani bir harf öğreten belirli bir kimse yok ne yazık ki hayatımda.
Okumayı öğrenmek sizi heyecanlandırdı mı, korkuttu mu?
Almanya’da anaokula gitmek zorunluydu. Ülkemizdeki gibi herhangi bir öğretim sağlanmıyordu o seviyede. Yalnızca oyun oynuyor ve resim yapıyorduk. Hepimizin dosyaları vardı. Bir gün öğretmenimiz benden onları tutmamı istemişti. Bir işe daldı o ara. Beklemekten sıkılınca dosyaları dağıttım. Beni eli boş görüp neler olduğunu sorunca dağıttığımı söyledim. Büyük bir dehşetle “Yoksa okuma yazma mı biliyorsun?” deyişini hiç unutmadım.
İlk okuduğunuz kitaplar arasında hangilerini hatırlıyorsunuz?
Çocuklar için seçme Binbir Gece Masalları ve Otfried Preubler’in Küçük Cadı kitabı.
Okulunuzda bir kütüphane, kitap kolu var mıydı? Oradan hangi kitapları okudunuz?
Alman okullarında kollar ya da kütüphane yoktu ama “okumak” isimli bir dersimiz oldu yıllarca. Yaşımıza uygun ve Almanca kitaplar okuduk bu derste hep. İlginç olan, hiçbir çeviri kitap yoktu bunların arasında.
O ilk yıllarda yazıyla kurduğunuz ilişkinin gelecekte hayatınızı belirleyeceğini tahmin edebilir miydiniz?
Ne o yıllarda ne de sonraki yıllarda tahmin ederdim ama kader, tahminlerimizin ötesinde işler her zaman.
Babamın kütüphanesi gibi bir kütüphane istiyordum

Funda Özsoy
Okula başladığınız ilk günü hatırlıyor musunuz? Sizi kim yolcu etmiş, okula kim bırakmıştı? Sınıfa girip de tahta sıralara oturduğunuzda nasıl hissetmiştiniz?
Ben bir köy öğretmeni kızıyım. Üstelik okul bahçesinin içindeydi lojmanımız. Babam köyün tek öğretmeniydi. Okul binasının birkaç basamağını zar zor tırmanarak sınıfa girer, en küçüklerin arasına karışır, sessiz sedasız ders dinlerdim. Böylece daha ilkokula başlamadan okumayı sökmüştüm zaten. Yaklaşık beş yaşımdayken köyün bağlı olduğu Samsun’un Çarşamba ilçesine taşındık ve yeni evimize yürüme mesafesindeki Gazi Osman Paşa İlkokula kaydım yapıdı, okul numaram 325’ti. İlkokul öğretmenim Turan Bol, babamın da arkadaşı olduğu için sınıfta yabancılık çekmedim, güle oynaya gidiyordum okula.
Okumayı nasıl öğrendiniz?
Şanslı bir çocuktum; ailem de öğretmenim de okumaya kıymet veren ve okuyan kişilerdi. O yıllarda babam, yatma saatlerinde bana öyle güzel hikâyeler okurdu ki, benim için kitaplar, babamın şefkatli sesiyle özdeşleşmişti. Hatta öğretmenimin okuyup anlatmak üzere sınıf kütüphanesinden verdiği kitapları dahi babama okutuyordum. Ama bir gün babam oyunbozanlık etti. Samet Behrengi’nin Bir Şeftali Bin Şeftali kitabını vermişti öğretmenim. Babam çok heyecanlı bir yerinde kitabı okumayı bıraktı, yorulduğunu söyleyerek. Kitabın sonunu öyle merak ediyordum ki, mecburen kendim okumaya başladım. Tabii bunun, tecrübeli bir ilkokul öğretmeninin taktiği olduğunu bilemezdim o yaşımda. Böylece bir eşik atlamış oldum o kitapla.
Okumayı öğrenmek sizi heyecanlandırdı mı, korkuttu mu?
İlk defa bir kahraman ölüyordu okuduğum kitapta. Nasıl acı çekmiştim, yılan soktuğu için Ali’nin hayatını kaybetmesi üzerine. Şimdi bile ne zaman şeftali yesem o sulu meyvenin tadına buruk bir hatıra karışır. Peşinden yine Behrengi’nin Kargalar romanı. Bilge karganın Yıldız’ı zor durumdan kurtarması, üvey annesine biçtikleri ceza, Bir Şeftali Bin Şeftali’nin acısını bir parça hafifletti sanki. Böylece babamsız da kitaplarla ünsiyet kurmaya başladım. Artık her akşam babamın yolunu daha bir heyecanla bekliyordum; mutlaka elinde benim için kasabanın tek kitapçısı Kültür Ali’den satın aldığı bir kitapla gelir olmuştu. Benim de babamın kütüphanesi gibi bir kütüphanem olsun istiyordum. O günden bu yana, kırk küsur yıldır, kitaplar, en vefalı dostlarım olmaya devam ediyor.


