Yerini boş bırakan hayatlar Gökhan Özcan
Yenisafak sayfasından alınan verilere dayanarak, SonTurkHaber.com haber yayımlıyor.
Hiç kimse kendi gerçeğini yaşamak istemiyor; hayat yolculuğunda yol alanlar daima genç olmanın peşinde koşarken, gençler ancak çok yaşayanların bilebileceği kadar çok şey bildiklerine inanmak istiyor. Hem hızlı yaşamak hem de nasıl olacaksa, her şeyin farkında olmayı arzuluyoruz hepimiz. Hayatı kolaylaştıracak yenilikler her geçen gün çoğalırken, yerinden kalkmaya tenezzül etmeyen adrenalinler için en zor, en imkânsız, bazen en tehlikeli görünen işleri kendine hobi ediniyor insanlar. Emek, alın teri kutsal sayılıyordu eskiden, şimdi alt sınıfları meşgul eden şeyler sadece bunlar. Adına bilgi çağı dediğimiz çağda, bilgiyi edinip içselleştirmenin değil, basitçe depolamanın ve orada unutmanın yollarını geliştirmeyi seçtik. En çok rağbet gören şey en değerli sayılıyor, oysa bir şey, (mesela altın ya da elmas gibi) nadir olduğu için değer kazanmaz mıydı? Bir fotoğrafa bakarak hayal kuran insanlar yerini, uçağa binip dünyanın bir yerlerine giden ve sadece selfie çekip gelen gezi tüketicilerine bıraktı. Kitaplarla kendini tartan okurlar vardı, şimdi kitapları kendi çaplarıyla okkalayan okurlar var. Gözlerin menzili sınırlandı, sadece kendisine gösterileni görebiliyor kalabalıklar. Bizi bir şeylerden haberdar etmek için yapılan haberlerden daha çoğu, biz bir şeyleri doğru ve tamam şekilde görmeyelim diye yapılıyor. İnsanın düşünmeye imkân bulabileceği zamanlar, boş zaman diye aşağılanarak lüzumsuz uğraşlarla dolduruluyor. Kendi zekasını bile kullanmaya lüzum görmeyen zihinler, yapay zekanın elinde oyuncak ediliyor. Eğitim çok tabii bir ihtiyaç olarak değil, çıtanın herkes için anlamsızca en yukarıya konduğu bir kariyer planının ilk basamağı olarak görülüyor. İnsanlar her gün anlamlı şeyleri anlamsız şeylerle değiştirip duruyor; vaktiyle hiç düşünmeden güzelim bakır sahanları verip plastik leğenleri aldıkları gibi…
Rene Guenon ‘Modern Dünyanın Bunalımı’nda her şeyin yerli yerinde olmadığı bir dünyada yaşadığımıza işaret ediyor: “Artık hiçbir şey ve hiçbir kimse normal olarak olması gereken yerde değildir; insanlar artık manevi alanda hiçbir gerçek yetki, maddi anlamda ise hiçbir yasal güç tanımıyorlar. Din dışı çevreler rahat rahat kutsal şeyleri tartışmakta; onların niteliğine, hatta varoluşuna bile itiraz etmektedir. Bu, astın üstü yargılaması, bilgisizliğin bilgelik önüne engeller koyması, yanlışın hakikate üstün gelmesi, beşerî olanın ilahi olanın yerini alması, yerin göğü yenmesi, bireyin kendisini her şeyin ölçüsü yapması ve tamamen izafi ve yanılabilir aklından çıkardığı yasaları evrene zorla benimsetmeye kalkışmasıdır.
Hayat hiç dilimizden düşmediği halde en az farkında olduğumuz şey belki de artık! İnsanlığımızın gerektirdiği çok seçenekli, çok ihtimalli güzergahlarda seyretmiyoruz. Sabitlenmiş rotalarda, adeta menzili belli raylara mahkummuş gibi dışına çıkılamayan güzergahlara mahkûm ediyoruz kendimizi. Hayatı, hayatın içine hiç sığmayacağı sınırlı denklemlerle çözmeye çalışıyoruz. Düşüncelerimizin içini basmakalıp ve güdümlü ezberlerle başkaları dolduruyor. Hayata dokunmuyor, günlere temas etmiyor, insan olmanın sonsuz imkanlarına dönüp bakmıyoruz. İçinde bizim için her şeyi değiştirebilecek sayısız mucizevi sürpriz olduğu halde!
“Bu çevremizi kuşatan duyarsızlık, bizi bilinçsizce bütün çevremizin cansız olduğunu varsaymaya yöneltmiş olabilir, oysa elbette sisin üzerinde yıldızlar hâlâ parlıyor ve melekler şarkı söylüyor” diye bir cümle var Huston Smith’in ‘Unutulan Hakikat’ isimli kitabında.
Hayatın anlamına dair en ufak bir merakı olmayan insanlar, elbette ölümün adını bile duymak istemeyecek, hayat böyle!

