“Yerli” Sanatın Yükselişi Samed Karagöz
SonTurkHaber.com, Yenisafak kaynağından alınan bilgilere dayanarak bilgi yayımlıyor.
Küresel sanat sahnesi, son yıllarda belki de en radikal kırılmasını yaşıyor. Merkezî anlatılar yerini kenarda bırakılanların sesine bırakırken, yerli (Indigenous) sanatçılar yalnızca görünür olmakla kalmıyor, bizzat küresel anlatının merkezine yerleşiyor. Geçtiğimiz haftalarda İngiltere’de Tate Modern, Camden Art Centre ve Edinburgh’daki Fruitmarket Gallery gibi prestijli kurumlarda açılan sergiler; bu dönüşümün yalnızca geçici bir ilgi değil, kurumsal bir yeniden yapılanma olduğuna işaret ediyor.
2024 Venedik Bienali'nin "Foreigners Everywhere" teması altında Altın Aslan ödülünü kazanan Avustralyalı Archie Moore ve Maori kolektifi Mataaho'nun başarısı, bu rüzgârın ilk kıvılcımıydı. Yerli sanatçılar artık yalnızca geleneksel motifler, nokta tekniği ya da pastoral temsillerle değil; hiciv, siyasal eleştiri ve çevresel yıkıma dair güçlü bir estetikle karşımıza çıkıyor. Bu yeni anlatılar, Batı merkezli sanat kurumlarının hem estetik hem de etik zeminini yeniden düşünmeye zorluyor.
Tate Modern’de yer bulan Emily Kam Kngwarray’nin Rüya Zamanı (Dreamtime) soyutlamaları, Camden Art Centre’daki Vincent Namatjira’nın keskin politik portreleri ve Jaune Quick-to-See Smith’in kimlik ile toprak arasındaki bağları sorgulayan işleri, yeni bir çağın işaret fişekleri niteliğinde. Bu sanatçılar yalnızca kendi geçmişlerini değil, aynı zamanda evrensel krizleri –iklim felaketi, sömürgecilik sonrası kimlik arayışı, yerinden edilme– sanatsal bir dil aracılığıyla görünür kılıyor.
İngiltere’deki sergilerin yanı sıra Güney Amerika’dan da çarpıcı işler geliyor. Amazon yerlisi Santiago Yahuarcani’nin doğal pigmentlerle yaptığı kabuk bezli eserleri ya da Arjantinli Silät kolektifinin tekstil yoluyla iklim krizine dair açtığı yaralar, yerli sanatın yalnızca nostaljik değil, aynı zamanda gelecek odaklı olduğunu gösteriyor.
Bu yükseliş, koleksiyon piyasasında da yankı buluyor. Tate gibi büyük kurumlar, artık yalnızca Batılı ustaların değil yerli sanatçıların da eserlerine kalıcı koleksiyonlarında yer veriyor. Ancak bu yükselişin beraberinde getirdiği tartışmalar da var: Bu görünürlük gerçek bir temsil mi, yoksa estetikle perdelenmiş bir tür ‘tokenizm’ mi?
Yerli sanatçılar için sanat bir ifade biçimi olmaktan öte topluluk belleğini yaşatma ve geleceğe aktarma aracı. Kültürel bekçiliğin sanatsal formlara evrilmiş hali. Dolayısıyla bu hareketi, geçici bir ‘trend’ olarak değil, bir kültürel yeniden inşa süreci olarak okumak gerek.
Sanat dünyası artık yalnızca Batı’nın değil toprağıyla konuşanların da hikâyesini dinliyor. Tıpkı 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başında Batılı sanatçıların Doğu’ya özellikle İslam sanatlarına ve geleneksel el işçiliğine duyduğu estetik merak gibi, 21. yüzyılın ilk çeyreğinde de sanatın yönü yeniden merkezin dışına, çoğu zaman görmezden gelinen yerlere çevriliyor. O dönemde Paul Klee’nin Tunus’ta ışığın izini sürmesi, Henri Matisse’in Fas’ta İslam mimarisinden ve halı desenlerinden etkilenmesi ya da Wassily Kandinsky’nin minyatür estetiğine duyduğu hayranlık nasıl yeni görsel dillerin önünü açtıysa; bugün de yerli ve yerinden edilmiş toplulukların sanatçıları, hem tarihsel miraslarını hem de güncel meseleleri küresel sahneye taşıyarak benzer bir kırılma yaratıyor. Bu yeni seslerin yükselişi sadece galerileri değil, izleyiciyi de dönüştürüyor; çünkü bu sanat artık bir bakış değil, bir birlikte yaşama çağrısı. Ve bu dönüşüm, belki de çağımızın en umut verici estetik kırılması.


