Adı konmamış bir kardeşlik Samed Karagöz
SonTurkHaber.com, Yenisafak kaynağından alınan bilgilere dayanarak bilgi paylaşıyor.
Suriye’nin yakın tarihi, Arap milliyetçiliğiyle Baas ideolojisinin karanlık kesişiminde şekillendi. 1963’te Baas Partisi’nin iktidara gelişiyle birlikte, ülkede siyasi çoğulculuk yok edildi, özgürlükler bastırıldı. Bu süreç 1970’te Hafız Esad’ın darbeyle başa geçmesiyle otoriter bir aile rejimine dönüştü. Baba Esad’ın demir yumruğu 30 yıl boyunca Şam’da hüküm sürdü. Ardından gelen oğlu Beşar Esad ise Batı’nın gözünde “modernleşme umudu”ydu; ancak 2011’deki halk ayaklanmalarıyla bu umut çok kısa sürede kanla gölgelendi.
Bugün, Suriye harap bir coğrafya. Geçtiğimiz hafta Dera’da yeniden alevlenen protestolar ve kuzeyde yaşanan çatışmalar, Şam rejiminin hâlâ halkıyla barışamadığını gösteriyor. Siyasi çözüm masası bir kez daha sessiz. Ama kültürel alanda yeni bir sayfa açmak mümkün. Ve belki de tam da bu yüzden, Türkiye’nin bu kırık coğrafyada yeniden diriltici bir rol üstlenmesi gerekiyor; savaşın değil, sanatın hamiliğiyle.
Türkiye, son on yılda milyonlarca Suriyeliye ev sahipliği yaptı. Bunlar arasında sadece işçiler, mülteciler değil; yazarlar, sanatçılar, akademisyenler de vardı. İstanbul’da kitaplarını Türkçe yayımlayan Suriyeli yazarlar, Gaziantep’te oyunlarını sahneleyen tiyatrocular, Mardin’de belgesel çeken sinemacılar oldu. Bu insanlar artık Türkçe düşünüyor, Türkçe yazıyor. Onlar aracılığıyla Türkiye, yalnızca bir komşu değil, aynı zamanda yeni bir kültürel merkez hâline geldi Suriye için.
Şimdi bu birikimi tersine akıtmanın zamanı. Halep, bu anlamda ideal bir başlangıç noktası. Savaşın yorduğu ama kültürel hafızası dimdik ayakta duran bu şehir, Türkiye ile ortak bir hafızanın kapısını aralayabilir. Türk sinemacıların Halep’te atölyeler düzenlemesi, Suriyeli-Türk yazarların ortak hikâyeler yazması, müzisyenlerin eski Osmanlı eserlerini birlikte icra etmesi sadece iki halkı değil, ortak bir coğrafyayı da iyileştirir.
Avrupa bunu yaptı. Almanya, 1990’larda Bosnalı mültecilerle Berlin’de başlayan kültürel birlikteliği, Bosna Hersek’te kurduğu Goethe Enstitüleriyle taçlandırdı. Fransa, Cezayir’le yaşadığı tarihi travmaya rağmen ortak film projeleriyle genç kuşaklar arasında bağ kurmayı başardı. İngiltere, Nijerya kökenli yazarlarını sadece Londra’da değil, Lagos’ta da destekledi. Çünkü biliyorlardı: Bir halkla gerçek ilişki, diplomasi masasından çok kitap raflarında kurulur.
Türkiye’nin kültürel hamiliği, diplomatik bir jest değil; bölgeye dair tarihsel ve insani sorumluluğun ifadesidir. Bu, Şam’daki iktidarı onaylamak değil, halkın yarım kalmış hikâyesine ortak olmaktır. Ve belki de yıkılmış bir evin duvarlarına yeniden anlam kazandırmak, bir film karesiyle, bir şiir dizesiyle mümkündür.
Kültür, yeniden inşa edilebilecek en sağlam temeldir. Suriye’nin gelecek sayfası, belki de Halep’te bir şiir dinletisinde, Hama’da bir kısa film gösteriminde, İdlib’de kurulan küçük bir kütüphanede açılacak. Türkiye’nin o sayfada yer alması artık bir tercih değil, bir sorumluluktur.


