Bir İstanbul valisinin hazin ölümü Dursun Gürlek
SonTurkHaber.com, Yenisafak kaynağından alınan bilgilere dayanarak haber veriyor.
İstanbul’da görev yapmış valiler hakkında hacimli, hatta birkaç ciltlik kitap hazırlamak için Fatih Sultan Mehmet devrine kadar gitmek, onun tayin ettiği ilk validen, Karıştıran Süleyman Bey’den başlamak gerekiyor. Yine belirtmek gerekir ki, aynı padişahın tayin ettiği ilk belediye başkanı Hızır Çelebi, az çok biliniyorsa da o devirde “subaşı” da denilen Karıştıran Süleyman Bey yeteri kadar tanınmıyor. Bendeniz bu konuda ünlü tarihçimiz İsmail Hâmi Dânişmend’in “İlk İstanbul Valisi Karıştıran Süleyman Bey’in Bizansı Türkleştirmesi” başlıklı yazısını okuyup, bu konuda biraz olsun bilgi edinmeye çalıştım. Dânişmend, bu uzun makalesini şu cümleyle bitiriyor:
“Bugün Gülhane Parkında son İstanbul belediye reislerinin büstleri sıralanıp durmakta ise de, zavallı Karıştıran Süleyman Bey’in ismi bile unutulup gitmiştir.”
Elimizde, 1969 yılında İçişleri Bakanlığınca ve “Meşhur Valiler” adıyla yayınlanan bir kitap varsa da bu konuda o da yetersiz kalıyor. Hem gerekli itina gösterilmeden hazırlanmış, hem de bazı yanlış bilgilere de yer verilmiştir. Mesela son Osmanlı valilerinden meşhur Ahmet Vefik Paşa’dan söz edilirken onun hakkında Yahya Kemal, “Hezâr gıbta o devr-i kadim efendisine / Ne kendi kimseye benzer, ne kimse kendisine” beytini söylemiştir, deniliyor. Tamamen yanlıştır. Bu beyit, İbnülemin Mahmut Kemal Bey için kaleme alınmıştır. Ayrıca, ikinci mısra ise Süleyman Nazif’in kaleminden çıkmadır. İnsafı elden bırakmadan söyleyelim; bu eser kayd-ı ihtiyatla okunursa İstanbul’un meşhur valileri hakkında epeyce bilgi elde edilebilir.
Geçen gün bu kitabı gözden geçirirken ellili yılların İstanbul valisi Dr. Lütfi Kırdar ismiyle de karşılaştım ve hayat hikâyesini okudum. Bu zat hakkında az çok malumatım zaten vardı, kültür ve sanata olan düşkünlüğünü de biraz biliyordum. Malum, 1953 İstanbul’un fethinin beş yüzüncü yıl dönümü idi ve yapılacak fetih kutlamaları hakkında Vali Bey’in de önemli katkıları olmuştu.
Lütfü Kırdar, Fatih’le, fetihle ilgili kitaplara ve bunların yazarlarına da büyük ilgi gösteriyordu. Mesela tarih hocası Ali Rıza Sağman’a, “İstanbul’u Ne Şekilde Aldık?” isimli iki ciltlik kitabının birinci cildinin yayımlanması dolayısıyla şu açıklamayı göndermişti:
“Sayın Ali Rıza Sağman,
‘Fatih İstanbul’u Ne Şekilde Aldı?’ adlı eserinizin birinci cildi İstanbul fethinin 500’ncü yılı yaklaşırken neşredildiğini görmek istediğimiz eserlerden biridir.
İstanbul’un tarihi hakkında ne kadar çok eser yazılsa değer. Çünkü dünya ölçüsünde ehemmiyeti hâiz olan İstanbul şehrinin fethi ile medeniyet ve insanlık tarihinin bir devri kapanmış ve yeni bir devir açılmıştır. 500 yıldır Türk olan ve Türk medeniyetinin en muhteşem âbidelerini ihtiva eden İstanbul hakkında, büyük Türk zaferi İstanbul’un fethi hakkında bu güzel şehri Türklüğe hediye eden Fatih hakkında her tarihçimizden bir eser bekliyoruz. Ta ki böylece fethin beş yüzüncü yıl dönümünü, irfan sahasında zengin bir İstanbul kütüphanesiyle kutlayabilelim.
Eserinizin birinci cildini neşre muvaffak olduğunuzdan dolayı sizi tebrik ederken, ikinci cildini de bir an evvel bastırmanızı dilerim. Saygılar… İstanbul Valisi ve Belediye Reisi Dr. Lütfi Kırdar.”
Şimdi bu değerli valinin hayat hikâyesini yine bu kitaba bırakarak, hazin ölümüyle ilgili bir nakilde bulunmak istiyorum.
Ünlü gazetecilerimizden Tekin Erer, “Hayatımdan Esintiler” isimli kitabında merhumun son çileli yolculuğunu şöyle anlatmaktadır:
“Bu muhterem insanın ölümü yürekler acısıdır. Onun vefatını anlatırken insanın utancından yüzü kızarır ve tüyleri ürperir. İnsanlara yapılan zulümler meyanında acı bir örnektir.
Kırdar, 17 Şubat 1961 Cuma günü Yassıada Cezaevi’nde sabahleyin uyanınca kendisini iyi hissetmemişti. O gün Anayasa’yı ihlalden soruşturması yapılacaktı. Bu yüzden muhakemeye çıkmamak için müracaat etti. Bu müracaatı kabul edilmedi. Bitkin bir halde mahkeme huzuruna çıktı.
Başkan Salim Başol’a şunları söyledi:
* Belli olmaz, bu mikrofona belki bir daha gelemem. Çok rahatsızım. Ayakta duracak halde değilim. Bildiklerimi söylemeye gayret edeceğim.
Hasta ve âdeta mahkeme reisinden insaf ve biraz müsamaha bekleyen bu hitap karşısında başkan aldırmıyor, arka arkaya sualler soruyordu. Kırdar, cevap verirken âni bir fenalık geçiriyor ve:
Reis Bey, çok fenayım, müsaadenizle oturayım diyerek yanındaki sandalyeye oturuyor. Oturmasıyla beraber yere yuvarlanıyor. Bu durumu gören Hayrettin Erkmen yerinden fırlayarak Kırdar’ın yanına koşuyor. Arkadan Fatin Rüştü Zorlu ve Medeni Berk de hastanın yanına koşuyorlar. Fatin Rüşdü, ‘doktor, doktor’ diye bağırıyor. Ve o esnada iki askeri doktor ifade yerine yetişiyor. Fakat doktorlar onun ölüsü ile karşılaşıyorlar. Hemen bir sedye getirilerek Kırdar’ın cesedi mahkeme salonundan çıkarılıyor. Olay karşısında mahkeme başkanı Salim Başol, celseyi 10 dakika tatil ediyor. Sonra hiçbir şey olmamış gibi, Anayasayı ihlal davası devam ediyor.
Eski İstanbul Valisi Lütfü Kırdar için 19 Şubat 1961 Pazar günü Şişli Camiinde cenaze namazı kılındı. Camiden alınan cenaze kalabalık İstanbullular tarafından omuzlarda taşınarak, vaktiyle Kırdar’ın kendi yaptırdığı Zincirlikuyu Mezarlığı’na götürüldü. Cenaze gömülürken tekbir seslerinin fazla olduğu ve dinin politikaya âlet edildiği ileri sürülerek kalabalığın dağılması istendi. İhtilal valisi General Refik Tulga, üniformalı olarak gelmişti. Sert bir sesle cenaze sahibinin kim olduğunu sordu. Kırdar’ın büyük oğlu Erdem, kendisini gösterince yine sert bir ifade ile arabasına çağırdı. Halk, Erdem’in tutuklandığını sanarak:
* O, bir şey yapmadı. Onun ne kusuru var? Onu nereye götürüyorsunuz diye bağırmaya başladı. Erdem’in gitmemesi için biri onun eteğinden çekince, Tulga, eteğini çekene bir tokat attı ve Kırdar’ın oğlunu arabasına alarak oradan uzaklaştı. Cemaat sessizce dağıldı. Ertesi gün cenazede bulunanlardan 23 kişi tevkif edildi. Tutuklananlar arasında Belediye Başimamı Nusret Yeşilçay da vardı. Bu vesileyle İstanbul Üniversitesi Talebe Birliği Başkanı Ayhan Efeoğlu da bir tebliğ yayınladı. Tebliğde cenazede bulunanların dini politikaya âlet ettikleri ileri sürülüyor ve bunlar protesto ediliyordu. 21 Şubat günü hükümet de bu konuda resmi bir tebliğ yayınlıyordu. Tebliğ şöyleydi:
‘Lütfü Kırdar’ın cenaze merasiminde meydana gelen müessif hadiseler bir kısım karanlık düşünceli eşhasın kanun ve geleneklerimizle bağdaşmasına imkân olmayan esef verici, cahilane hareketleri üzüntü ile karşılanmıştır. Atatürk idealleri yolunda 27 Mayıs inkılabımızın yepyeni ruh ve inançlarıyla büyük hamlelere girişmiş bulunan Türk milleti ve hükümeti, hangi istikametten gelirse gelsin, memleket zararına olabilecek her bedbaht teşebbüsü süratle söndürmeye ve müteşebbislerini en ağır cezalara çarptırmaya kararlıdır.’
23 Şubat’ta tutuklananların sayısı 23’ten 38’e çıkmıştı. Fakat sonunda cenazede Kur’an okuyanların sayısı 18 kişi olduğu tespit edilince Balmumcu Nezarethanesi’ne atılanlardan diğerleri serbest bırakılmıştı.
Sanata, edebiyata ve spora çok önem veren Dr. Lütfü Kırdar ömrü boyunca ülkesine yaptığı hizmetlerle Türk büyükleri arasındaki ölümsüz yerini almıştır.”
Ne diyelim, zâlimin zulmü varsa, mazlumun da Allah’ı var!..


