Manas Efendi’den fıkralar Dursun Gürlek
SonTurkHaber.com, Yenisafak kaynağından alınan verilere dayanarak duyuru yapıyor.
İnsanların tebessüm halinde bile olsa gülmeye, gülümsemeye ihtiyaçları vardır. Bu ihtiyacın tatmin edilmesi için de mizah en verimli ve en geniş kapsamlı bir kaynak olarak karşımıza çıkmaktadır. Mizahın izahı sadedinde söylenen sözleri, yazılan yazıları ben burada uzun uzun sıralayacak değilim. Kısa bir cümleyle ifade etmek gerekirse, tebessümle tefekkürü izdivaç ettiren her cümle mizahtır diyebiliriz. Mizahın olmazsa olmaz şartı hem güldürmesi hem düşündürmesidir. Siz buna ister fıkra deyin ister latife deyin ister nükte olarak kabul edin hatta isterseniz espri tesmiye edin, hepsi aynı kapıya çıkar.
Eskiler işte bu mübrem ihtiyaca binâen ve sağlığa da iyi geleceğini düşünerek birçok “letâifnâme” kaleme almışlardır. En ciddi ulemamız bile -bu konuda müstakil eserler yazmamış olsalar dahi- diğer kitaplarında latif latifelere, nezih fıkralara yer vermişlerdir. Böyle dediğime bakmayınız, koca koca ilmi eserlere, cilt cilt tarihi kitaplara imza atan âlimlerimiz ve müverrihlerimiz de mevcuttur. Buna bir örnek vermek gerekirse merhum Mehmet Zeki Pakalın’ın adını zikredebiliriz. Rahmetli tarihçimizin üç ciltlik Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğünün, beş ciltlik Son Sadrıazamlar ve Başvekilleri’nin, on dokuz ciltlik Sicill-i Osmani Zeyl’inin ve daha bir takım önemli çalışmalarının yanı sıra “Tarihe Mal Olmuş Fıkralar-Nükteler”, “Mektep Fıkraları” hatta “Tarih Boyunca Kadın Dedikoduları” gibi kitaplar yayınladığını da biliyoruz.
Müverrihimiz bu birinci eserinde Koca Ragıp Paşa, Haşmet, İzzet Molla, Keçecizade Fuat Paşa, Yusuf Kâmil Paşa, Şair Eşref, Abdülhak Hâmid, Süleyman Nazif, Ahmet Rasim gibi önemli isimlere ait fıkraları bir araya getirmiştir. Ayrıca bu eserde şeyhülislamlarla, tekkelerle ilgili latifeler de yer almaktadır. Belki yadırgayacaksınız ama yukarıdaki isimlerin arasında bazı gayr-i müslimler de yer almaktadır. Mesela Antuvan Manas Efendi bunlardan biridir. Sadece Mehmet Zeki Pakalın değil, mesela Necdet Rüştü Efe’nin “Türk Nüktecileri” isimli fıkralar kitabında da Manas Efendi’ye yer verilmektedir.
Aşağıda Manas Efendi hakkında ayrıntılı bilgiler verdikten sonra bazı fıkralarını da nakledeceğim ama önce bu sahada kaleme alınmış en hacimli, en önemli bir fıkralar kitabından da -bir iki cümleyle olsa bile- bahsetmek istiyorum. İstanbul Darülfünunu Edebiyat Hocası merhum Faik Reşad’ın 960 sayfalık “Külliyat-ı Letaif”i en hacimli bir letâifnâmedir. Bu eserin diğer bir özelliği de fıkraların çeşitli isimler altında tasnif edilmiş olmasıdır. Birinci fasılda “Müluka, Ümeraya, Vüzeraya ve Hükkâma Müteallik Letaif”, ikinci fasılda “İzdivaca, Aileye, Yeni Zevç ve Zevceye, Ebeyne, Evlada, Akrabaya Müteallik Letaif”, üçüncü fasılda “Şuaraya, Üdeba ve Büleğaya, Müellifin ve Muharririne Müteallik Letaif”, dördüncü fasılda “Ulemaya, Urefaya, Meşayihe, Hükemaya Müteallik Letaif”, beşinci fasılda, “Diplomatlara ve Diplomatlığa, Memurine Müteallik Letaif”, altıncı fasılda, “Muallimlere ve Müteallimlere, Mektep ve Medreselere Müteallik Letaif”, yedinci fasılda, “Deaviye, Muhakeme-i Müttehimlere ve Mahkumlara Müteallik Letaif” yer almaktadır. Bu yedinci fasılda kitap bitmiyor, daha yirmi fasıl var ve toplam 27 fasıllık bir hazinedir ki, içindeki inci mercan göz kamaştırıyor. Tavsiye olunur.
Tekrar Antuvan Manas Efendi’ye dönecek olursak, ünlü edebiyatçılarımızdan merhum Recaizade Mahmud Ekrem’in oğlu Ercüment Ekrem Talu, 21.7.1949 tarihli “Edebiyat Âlemi” dergisinde yayımladığı bir yazı ile bu Manas Efendi’yi bize şöyle anlatıyor:
“On dokuzuncu yüzyıl Osmanlı camiasında önemli bir yeri olan Manas Efendi’ye gerçek mânâsıyla ne şair ne de edip diyebiliriz. Fakat o, keskin zekâsı, dürüstlüğü, pürüzsüz Osmanlılığı, Türkçeden gayri Arapçaya, Farsçaya ve Fransızcaya derin vukufu sayesinde akranı arasında temayüz etmiş bir şahsiyetti. Yalnız bu itibarla bahse değer olduğu halde, onun sözlü edebiyatla ilgili ve heccav tarafı da vardı ki, Edebiyat Âlemi’nin sayfalarında adının geçmesi, okuyucularımı yadırgatmayacaktır sanırım.
Antuvan Manas Efendi, Katolik Ermeniydi. Fakat düğmeleri daima ilikli duran İstanbulin’i, altından beyaz takkesinin kenarları taşan (aziziye kalıp) fesi, kaloş kunduraları, hali, tavrı ve fasih İstanbul Türkçesiyle o devrin Müslüman ricalinden katiyyen fark edilemezdi.
Aslında o devrin ricalinden bazılarıyla okul arkadaşlığı etmişti. Öğrenimini pek çok büyük adamlarımızı yetiştiren Beyrut’taki Mekteb-i İrfan’da yapmıştı. Namık Kemal’in, Recaizade’nin, Münif Paşa’nın rüşdiye öğrenimlerini yaptığı bu okul, bir nev’i memur fidanlığı idi. Manas Efendi oradan mezun olduktan sonra bir süre de Venedik Mekitarist papazlarının İstanbul’daki okullarında okudu. Oradan da çıkınca devlet kapısına girdi.
Ben, Manas Efendi’yi tanıdığım zaman, Kanlıca Belediye Dairesi Müdürüydü. Komşu oturuyorduk. Biz İstinye Vapur İskelesi’nin hemen bitişiğindeki beyaz yalıda, o da koy başında küçük bir ahşap evde oturuyordu.
Melek denecek tiynette ve Katerin adında bir de hanımı vardı ki rahmetli anacığımın sevgi ve hürmetini hakkıyla kazanmıştı. Manas Efendi, tok sözlü, bir nükteye bir mevki feda eder, dikine doğru bir adamdı. Bir cümle ile bazen de bir tek kelimeyle çam değil, bir ormanı, bir dağı devirirdi. Dilinin belasını çok çekmişti. Lakin bu belaya da seve seve katlanıyordu. Kimseye boyun eğmeyen bu dimdik yaratılışlı adam kadere boyun eğmesini bilirdi. Her haline rağmen, büyük küçük herkesten hürmet ve ilgi görürdü. Düşük rütbeli bu ufacık belediye müdürüne vükela vapurunda, ekâbir meclislerinde yer verilirdi. O da oralarda ileri geri konuşmaktan, hançer gibi keskin nüktelerini savurmaktan çekinmezdi.
Bir Ramazan akşamı, sadrıâzam Büyük Reşit Paşa’nın Baltalimanı’ndaki yalısına iftara gitmişti. Vükeladan (bakanlardan) çoğu oradaydı. Yemeğin sonunda sofraya çilek getirirler. Önce sadrıâzam (başbakan) söz alır.
- Bilmem der, efendilerim çileği nasıl severler? Ben onu sade yemeyi tercih ederim. Bu suretle taamını, lezzetini, râyihasını daha iyi duyarım.
- Hâkkı aliniz var efendimiz, sadesi hakikaten çok leziz olur.
Paşa:
- Amma der, şeker de çileğe yakışmaz değil.
- Öyledir Efendimiz, şekerlisinin de tadı başkadır.
- Bendeniz tuzla da tecrübe ettim.
- Enfes olur efendimiz.
- Karabiberle de fena olmuyor!
- Bilakis Efendimiz, biberin râyihası çileğin de râyihasına karışınca…
Manas Efendi’nin tâ uçta ağzını açmadan hayretle bakındığını gören Sadrıâzam Reşid Paşa sorar:
- Manas Efendi, siz bir şey buyurmuyor musunuz?
- Ne diyeyim Efendim? Bakıyorum, burada bir şey değil amma, meclis-i vükelada (bakanlar kurulunda) dahi müzakereler bu minval üzere cereyan ediyorsa vay bizim halimize, diye cevaplar.
Münif Paşa, Manas Efendi’nin pek yakın dostuydu. Aynı okulda, aynı sene mezun olmuşlar, devlet hizmetine de aynı zamanda kapılanmışlardı. Gel zaman git zaman, Münif Paşa, Maarif Nâzırı (Milli Eğitim Bakanı) oldu. O sıralarda açıkta bulunan Manas Efendi, eski dostunu tebrike gitti. Münif Paşa kendisini tâ kapıda karşıladı, hürmet göstererek getirip yanına oturttu.
Münif Paşa’nın odası kalabalıktı. Bakanlardan bazıları da tebrike gelmişler, kanepelerde, koltuklarda oturuyorlardı. Münif Paşa’nın bu adama, bu derece itibar göstermesine şaştıkları hallerinden belliydi. Bunun üzerine Paşa izahat vermeye lüzum görmüştü:
- Manas Efendi demişti, benim kadim dostum, okul ve kalem arkadaşımdır. Ben layık olmadığım halde terakki ve tefeyyüz eyledim, sonunda bakan oldum. Kendileri bendenizden daha layık iken hep dilinin belasına uğradı ve saf dışı kaldılar.
Odadakilerin kiminin yüzünde alaylı bir gülüş, kiminde de hayret sezen Manas Efendi, derhal söze karışır:
- Evet, der. Paşa hazretleri pek doğru buyurdular. Kulunuz durmadan söyledim, belasını kendim çekiyorum. Efendilerim hep sustu, belasını memleket çekiyor!
Manas Efendi, bir kış günü kısa bir hastalıktan sonra ölmüş. Ölümünden az evvel bir papaz getirtmek isteyen karısına:
- Hayır olmaz, demiş, lüzumu yok. Beni yaratan Allah’ın huzuruna çıkmak için kılavuz istemem, vicdanım yolu budur.”
Manas Efendi’nin diğer fıkralarını okumak isteyenlerin yukarıda isimlerini verdiğim kitaplarını da gözden geçirmeleri gerekiyor.
Toprağı bol olsun.


