Bu dehşet tablosunu tiyatroya indirgeyemeyiz Selçuk Türkyılmaz
Yenisafak sayfasından alınan verilere göre, SonTurkHaber.com bilgi veriyor.
1991’deki I. Birinci Körfez Savaşı’yla İslam dünyasında yeni bir dönem başladı. Sovyet dönemi sona erdiğinde İngiltere-ABD hâkimiyetindeki Batı bloğu Almanya ve Fransa’nın desteği ile İslam coğrafyasında büyük bir işgal dönemini başlatmıştı. Yeni işgale sadece iki hafta kala entelektüel hayatımıza yön veren kişiler ne yazık ki hâlâ ABD öncülüğündeki işgal kuvvetlerinin Irak’a saldırmayacağını savunuyorlardı. Bir sahne kurulmuştu ve oyun oynanıyordu. Onlara göre bu savaş emperyalist ülkelerin çıkarlarına uygun düşmüyordu. Yeni bir savaşa gerek yoktu, emperyalist ülkeler ölümü göstererek bizi sıtmaya razı etmek istiyorlardı. Sovyetlerin dağılmasından sonra kaynakların paylaşımı için yeni bir düzenleme yapılması gerekiyordu. Yeni sömürgecilik kavramı etrafında oluşan fikirler de kaynak paylaşımının yeniden düzenlenmesini öngörüyordu. Bu fikirleri benimseyenlere göre yeni düzenlemenin yapılabilmesi için savaşa lüzum yoktu. Emperyalistler zaten istediklerini alacaklardı. Dolayısıyla ortada bir tiyatro vardı.
Birinci Körfez Savaşı yıllarında düşünce hayatımızı şekillendiren birtakım kavramların yeni bir gözle tahlil edilmesi en azından bizim için kaçınılmazdır. Otuz beş yıl gibi gerçekten uzun bir zamandan sonra İsrail-İran arasındaki sorunların tiyatro ve oyun kavramları etrafında tartışılması gerçekten etkileyicidir. Bunun tesadüfi olması mümkün değil. Gerekçeleri bir tarafa bırakıyorum, bırakmak zorundayız. Saddam’a kızmamızı gerektirecek birçok sebep vardı. Fakat ABD-İngiltere saldırıları otuz beş yıllık zamanda İslam coğrafyasını büyük bir yıkıma sürükledi. Ne yazık ki bugün de İsrail’in İran’a saldırılarından öncesi çok kimse yeni bir savaşa ihtimal vermiyordu. Daha birkaç gün öncesine kadar İsrail ve İran’ın kontrollü bir gerilim stratejisini hayata geçirdikleri yönünde fikirler havada uçuşuyordu. Bunları nasıl izah edebiliriz sorusu hâlâ cevapsız durmaktadır.
Kişisel olarak hadiseleri anlamamıza imkân verecek bir teoriden ve kavramsal çerçeveden yoksun olduğumuza inanıyorum. Hatırlanacağı gibi 15 Temmuz’da FETÖ’cülerin ABD ve İngiltere adına Türkiye’yi içeriden teslim alma girişimi de tiyatro kavramı etrafında tartışılmıştı. Çok kimse için bu hâlâ böyledir. Ne olayları unsurlarına ayrıştırmamıza imkân veren kavramsal çerçeve var ne de bakış açısı kazandıran teori. Unsurları anlamlı bir şekilde ayrıştırabilmek için kategorilere ihtiyaç olduğunu görmek zorundayız ama önümüzde duran hazır kategoriler son derece anlamsız.
Anlamsız kategorilerden birkaç tanesini sıralamak istiyorum. Bunlardan birincisi Körfez Savaşıyla ilgilidir. İngiltere ve ABD’nin birinci istilası yer altı ve yer üstü kaynaklarının paylaşımına indirgenmişti. Bu, “sömürgecilik” kategorisinin yanlışlığından kaynaklandı. 15 Temmuz’dan önce bütün faaliyetleriyle FETÖ’cüler de İslâmî gruplar kategorisine dâhil ediliyordu. Bu sebeple gözümüzün önündeki hadiseleri anlamlı bir şekilde unsurlarına ayırmak mümkün olmuyordu.
İsrail-İran gerilimini tanımlamamızı sağlayacak unsurları da anlamlı bir şekilde ayrıştırmak mümkün olmadı. Daha düne kadar İsrail’in yayılmacı faaliyetleri Yahudi ilahiyatının temel kavramlarıyla izah ediliyordu. İran da mezhep eksenli bir değerlendirmeye tabi tutuldu. Bunun sonucu olarak iki ülke arasındaki düşmanlık kontrollü gerilim stratejisi olarak tanımlandı. Böylelikle her iki ülkenin birlikte hareket ettiği yönünde bir anlayış oluştu. ABD başkanının birbirini tutmayan açıklamalarını da aynı çerçeve içinde tahlil edebiliriz. Sonuçta ABD, İran’ı vurdu.
ABD ve İngiltere’nin istila girişimlerini ve İsrail’in varlığını yer altı, yer üstü zenginliğinin sömürülmesine indirgemek hadiseleri bağlamından uzaklaştırmak anlamına gelir. İngiltere’nin Kuzey Amerika kolonileri ve bu kolonilerin yerleşimcileri yerli milletleri etnik temizliğe tabi tuttu çünkü onlar uzak topraklarda yeni Avrupalar icat ediyordu. İsrail de Filistin’in tarihî topraklarında İngiltere ve ABD’nin isteği ile yeni bir Avrupa icat ediyor. Almanya başbakanının sözleri çok önemlidir. ABD ve İngiltere’nin himayesinde Tebriz’in vurulması ve Urmiye Gölü’nün etrafındaki hareketlilikler son derece stratejiktir. Bunların kontrollü gerilim stratejisi ile hiçbir alakası yoktur. Terör örgütleri Suriye ve Irak’ta alan kaybetti. Aynı alanı Azerbaycan Türklerinin yaşadığı topraklarda kazanmak istediklerini düşünebiliriz. Bu çerçevede Türkiye’nin İran’a yönelen İsrail saldırılarını doğrudan tehdit olarak görmesi oldukça önemlidir. Nitekim çok geçmeden ABD de saldırıya dâhil oldu.
Bu dehşet tablosunu oyuna indirgeyemeyiz.


