Dil düzleşmesi Ömer Türker
SonTurkHaber.com, Yenisafak kaynağından alınan bilgilere dayanarak bilgi paylaşıyor.
Seyredenler iyi bilirler. Eski Türk sinemasının Türk edebiyatıyla güçlü bir bağı vardı. Özellikle içtimai sorunları ele alan filmlerde konu tespitinin yanı sıra karakterler ve konuşmalar güçlü edebî tahkiyelerin görselleştirilmiş hali gibiydi. Yeşilçam sonrasında Türk sineması peyderpey edebiyattan özellikle hikâye geleneğinden koptu. Edebiyattan kopmanın üç önemli sonucu var.
Birincisi hem konu seçimi hem de olay örgülerindeki çeşitlilik ve zenginliğin yitirilmesi. Konu ve olay örgüleri bakımından neredeyse birbirinin tekrarı filim ve diziler sinema sektörünü işgal etmiş durumda. Mevcut tekdüzeliğin dışına çıkmak, epeyce büyük çabayı gerektiriyor olmalı. Oyunculuktaki ustalıkların ve görsel tekniklerle güçlendirilmiş sahte tahyillerin başarısının gizlediği bir yüzeysellik hâkim sinemaya.
İkincisi, anlatılardaki derinliğin önemli ölçüde yitirilmesi. Kuşkusuz derinlik yitimi, mutlak olarak edebiyattan kopmaya bağlanamaz. Çünkü edebiyatın da derinliğini kaybetmeye başladığı söylenebilir. Genelde dinî düşünce özelde metafizikten kopan bir edebiyat ancak derin görünen yüzeysel psikolojik tahliller veya içtimai durum tasvirleri yapabilir. Edebiyatımız da uzun süredir bu hastalığa duçar oldu. Edebiyatın başına gelecek en büyük belalardan biri, herhangi bir dönemdeki akademik araştırmaların vülgarize valine dönüşmektir. Fakat bu, müstakil olarak ele alınması gereken diğer bir bahis.
Üçüncüsü ve benim asıl dikkat çekmek istediğim sonuç, sinema dilinin edebiyatın dilinden kopmasıdır. Edebiyatın kendisi klasik Türkçeden koptuğu için sinemanın klasik dilden kopuşundan bahsetmek zaten makul görünmüyor. Fakat dizi ve filimler çağdaş Türk edebiyatının dilinden kaygı uyandıracak kadar uzaklaştı. Kelime dağarcığındaki daralma, anlam çeşitliliğinin kaybedilmesi, mecazlara dayalı söz ustalığının unutulması bir çırpıda akla gelecek sorunların sadece bir kısmını ifade eder. Sektörün hakkını yememek gerekir, orta Anadolu tabiriyle “laf ebeliğini” en azından bazı durumlarda iyi becerdikleri söylenebilir. Fakat kesinlikle bir “dil düzleşmesi” vakıası olduğu açıkça gözlenebiliyor.
Edebiyat araştırmacıları Nobel ödüllü yazarların metinlerinin kimliksizliğinden söz ederler. Buna göre Nobel ödülü almış yazarların neredeyse hepsi önce içinden çıktıkları toplumun sorunlarını, beğenilerini, hissiyatını ve tepkilerini dile getiren eserler kaleme almalarına rağmen zamanla dünyadaki herhangi bir metropolde okunabilecek, milli kimliklerden neredeyse tamamen arındırılmış, kimliksiz ve bu anlamda kişiliksiz metinler kaleme almaya başlarlar. Yani ilgi çeken konuları bulma ve olay örgüsünü heyecanlı hale getirme başarısının sakladığı bir dil düzleşmesi yaşarlar.
Sinema sektöründe de böylesi bir dil düzleşmesi görülüyor. Bu durum, olayların görsel akışının sağladığı canlılıkla perdelenen bir idrak kütlüğüne, tek tipleştirmeye, yüzeyselliğe ve kültürel ilgisizliğe yol açıyor. İlkokuldan lise sona kadar dil ve edebiyat dersleri verdiğimiz halde nasıl olup da böylesi bir dil ve edebiyat fakirliğine düştük bilemiyorum. Türkiye’de liseyi bitiren bir öğrenci klasik ve çağdaş edebiyatımızdan hangi şairleri, romancıları, hikayecileri vs. okumuş olur veya edebiyatın muhtelif türlerinde temsil gücü yüksek hangi şahsiyetleri eserlerini okuyarak tanımış olur sorusunun cevabı yok. Türkiye’de içerik ve uygulama sorunları her şeyi beka meselesine dönüştürüyor. Örenleri yurt tutma hazzından vazgeçmeliyiz.

