Hiyerarşi sorunu Ömer Türker
Yenisafak sayfasından alınan verilere göre, SonTurkHaber.com bilgi veriyor.
Bir geleneğin yahut düzenin bozulmasının en önemli alametlerinden biri, hiyerarşinin bozulmasıdır. Hiyerarşi, her bir mertebenin hem kendi gereklerine uygun şekilde doldurulmasını hem de kendisinden beklenen sonuçları gerçekleştirmesini mümkün ve zorunlu kılar. Bunun için ehliyet ve maharetlerin takdir edildiği, katmanlı ve inceltilmiş bir kavrayışa ihtiyaç olduğu gibi ehliyet ve maharetlerin gereğini yerine getirecek bir ahlâka da ihtiyaç vardır. Ahlâkı olmayan bilgi, gereklerini yerine getiremez. Başka bir ifadeyle bilginin ahlâkına sahip olmadığımız takdirde o bilgi sayesinde elde edebileceğimiz imkânlardan mahrum kalırız. Çünkü gerekleri ve adabı da içerecek şekilde kullandığımızda ahlâkına sahip olmadığız şeyi elimizde tutamayız. Her bir mertebenin ise eskilerin tabiriyle kendisine mahsus rüsumu, âdâbı, ahlâkı ve maharetleri vardır.
Bu, bizim irademizden bağımsız olan varlıklarda böyle olduğu gibi irademizle inşa ettiğimiz varlıkta yani ahlâk, iktisat, hukuk ve siyaset gibi alanlarda da böyledir. İki varlık alanı arasındaki fark, güçler ve ahlâk farkıdır. İrademizden bağımsız varlık alanında iradeli bir çabayla kazanılan melekelerden ziyade nesnelerin yaratılıştan sahip olduğu kuvve ve özellikler etkilidir. Buna rağmen pek çok hayvan bile doğuştan getirdiği güçleri ancak iradeli bir çabayla elde ettiği melekeler sayesinde maksatlarına ulaşabileceği şekilde kullanabilir. İnsanî varlık alanında ise neredeyse tamamıyla iradî çabayla elde edilen bir beceri ve maharetler toplamı etkindir.
Bu sebeple mertebelerin gereklerini ihmal, hem o mertebenin vesile olacağı nimetlerden mahrumiyeti hem de o mertebenin suistimalinin yol açacağı sıkıntıları doğurur. Şeklen o mertebe varlığını koruyabilir, birileri o mertebeyi işgal edip ondan yararlanabilir ama ne beklenen fayda elde edilebilir ne de giderilmesi umulan zarar giderilebilir.
Hiyerarşi bozulmasının temel sebebi, kifayetsizliktir. Kifayetsizlik bir zehirdir. Önce o mertebeyi işgal edenleri, ardından bizzat o mertebenin kendisini zehirler. Bazı yılan zehirlerinin canlının bünyesindeki dokuları parçalaması gibi arzular, niyetler, hedefler ve ilişkilerin oluşturduğu dokuları parçalar. Şayet kifayetsizliği sadece bilgi ve maharet toplamı olarak anlarsak eksik anlamış oluruz. İrade zayıflığı da kifayetsizliğin bir parçasıdır. Çünkü kelam âlimlerinin özlü ifadesiyle meyil, azim, cezm ve kast aşamalarından oluşan iradenin herhangi bir basamağındaki aksama, isabetsizlik olarak geri döner. Aslında toplumda gördüğümüz ve gayri ahlâkî olmakla nitelediğimiz tercih ve fiillerin önemli bir kısmı kifayet ve ehliyet sorunundan kaynaklanır. Hatta kifayet ve ehliyet sorunlarının bir kısmı, bazen bireysel çabayı aşar ve toplumsallaşır. Özellikle belirli bir dönemde etkin olan bilgi ve becerilere ulaşamamak, kifayetsizliği, dolayısıyla ahlâksızlığı doğurur. Bu bakımdan bir toplumdaki şahsî ve içtimâî sorunlar, sadece insanların niyetleri ve toplumların alışkanlıkları üzerinden tahlil edilemez. Bir dönemi kuran ve yöneten bilgi ve maharetler toplamını dikkate almak gerekir.
Hiyerarşi bozulmasının en önemli göstergesi ise itibar kaybıdır. Yani herhangi bir meselede düşünürken veya karar verirken kişinin ve cemaatin, kendi bulunduğu açıyı fark etmemesi veya unutması, mertebesi yahut makamını karıştırmasıdır. Bu, ekseriyetle kendini maharet gibi gösteren bir hastalıktır. Kişi hiç ilgilenmediği konuda mahir bir üstat gibi bir düşünüp davranabilir, üstüne vazife olmayan işlere karışabilir. Fakat bunun en yıkıcı sonucu, insanların kendilerinden beklenenleri yapmaktan aciz kalmasıdır. Günümüzün en yaygın hastalıklarından biri budur.
Sadece bir örnek vereyim. Uzunca bir süredir âlimler siyasetçiler gibi davranmaya, bir konuyu değerlendirirken kendi zaviyesinden olması gerekeni düşünme ve dile getirme vazifesini ifa etmekten geri durmaya başladılar. Sanki devleti onlar yönetiyorlarmış gibi kendi kendilerine kayıtlar koyarak (otosansür) düşünüp konuşuyorlar. Bir âlim şayet alanıysa veya ilgiliyse ülkedeki ve dünyadaki siyasi vaziyeti tahlil ederek vardığı sonucu ifade eder ama siyaseten karar verici konumda değildir. Mevcut şartları dikkate alarak karar vermek, bu işi yapmak üzere seçilen siyasetçinin veya atanan bürokratın vazifesidir. Âlimler belirli şartlar doğrultusunda olması gerekeni tespit ederek dile getirmekle mesuldür. Diğer taraftan da bir siyasetçinin âlim gibi düşünme vazifesi yoktur. Siyasetçi bulunduğu makama göre mevcut bilgiler doğrultusunda karar vererek önce kendi iradesini, sonra da başkalarının iradesini yönetmekle yükümlüdür. Âlim de siyasetçi de nihai tahlilde vardığı görüş veya kararın sonucuna katlanır.
Ezcümle hiyerarşi kavrayışını kaybetmek, asıl itibariyle kendi konumumuza dair farkındalık yitiminin bir sonucudur. Bu durum, bir yandan herkesin kendisini her şeye salahiyetli saymasına diğer yandan da tahmin edilemeyecek şekilde alan daralmasına yol açar. Ne küstahlık ve edepsizlik cesarettir ne de bulunmadığı makamın aklı ve iradesiyle hareket etmek temkin olarak değerlendirilebilir.

