Duvarın arkasındaki ses: Banksy ve Filistin Samed Karagöz
SonTurkHaber.com, Yenisafak kaynağından alınan bilgilere dayanarak haber veriyor.
Londra’nın kalbinde, Royal Courts of Justice binasının taş duvarına sabahın erken saatlerinde beliren yeni bir Banksy işi… Bir hakim, yere düşmüş bir protestocuyu tokmağıyla döverken resmedilmişti. Tokmağın darbesiyle birlikte kırmızı bir leke fışkırıyor, leke bir protesto işaretine dönüşüyordu. Sanatçının uzun süredir sessizliğe bürünmesinden sonra beliren bu duvar, sadece İngiltere’deki adalet sistemine değil, aynı zamanda küresel baskı mekanizmalarına da bir itirazdı. Ve tesadüf değildi: Hükümetin Palestine Action grubunu “terör örgütü” ilan etmesi ve 900’den fazla insanın gözaltına alınmasının hemen ardından ortaya çıkmıştı. Banksy’nin işi birkaç saat içinde örtülerek kapatıldı. Ama bu hız, sanatçının mesajını susturmak yerine daha da görünür kıldı: Adaletin tokmağı, çoğu zaman adaletsizliğin sembolü olabiliyor.
Bugün, Banksy’nin bu son çıkışı yalnızca güncel bir protesto gibi okunabilir. Oysa mesele bundan ibaret değil. Çünkü Banksy’nin Filistin’le kurduğu bağ yeni değil, son birkaç ayın değil, neredeyse yirmi yıla yayılan bir sürecin parçası. Batı Şeria’daki duvarlara çizdiği imgeleri hatırlayın: askerlerin yerine çocukları, dikenli tellerin yerine balonları, barut kokusunun yerine çiçekleri konduran o sahneleri… Bu sahneler, işgalin en ağır betonlarına dahi sızan bir umut kırıntısıydı. 2005’te Bethlehem’deki duvarın üzerine çizdiği “Flying Balloon Girl” sadece masum bir çocuk hayali değil, aynı zamanda duvarların arkasına hapsedilmiş bir toplumun özgürlük arzusunun simgesiydi.
Ve elbette “Walled Off Hotel”. 2017’de Bethlehem’de açılan bu otel, işgal duvarına birkaç adım mesafede, Filistinlilerin günlük hayatını turistlerin gözleri önüne seren bir projeydi. Banksy orada duvar resimleriyle yalnızca estetik bir müdahale yapmadı; aynı zamanda dünyayı, duvarın öteki tarafında yaşayanların gündelik çilesiyle yüzleştirdi. “Manzarası dünyanın en kötü manzarası” diye tanımlanan otel, aslında sanatın en keskin ironiyle nasıl politikleşebileceğinin canlı örneği oldu. Bir odaya yerleşen ziyaretçi, perdeyi araladığında gökyüzünü değil, Filistin’in örülmüş yalnızlığını görüyordu. Bu, sanatın sadece duvarda değil, insanın bilincinde açtığı bir çatlak demekti.
Dolayısıyla Londra’daki bu yeni duvar resmi, tekil bir öfke patlaması değil, süregiden bir hafızanın devamı. Banksy, yıllardır Filistin davasını sanatı aracılığıyla gündemde tutmaya çalışıyor. Kimi zaman bir otelin duvarında, kimi zaman bir kontrol noktasında, kimi zaman da Londra’nın en gösterişli mahkeme binasının taşlarında… Her defasında mesele aynı: Sessizleştirilenlerin sesi olmak. Ve bu yüzden bugün Filistin için yükselttiği itiraz, “son zamanlarda” değil, uzun bir sürecin devamı. Sanatçının belleğinde Filistin sadece bir coğrafya değil, adaletsizliğe karşı direnişin evrensel sembolü.
Banksy’nin işi, duvara asılı duran bir resim değil. Kapalı pencerelerden sızan bir çığlık, örtülse de duyulan bir yankı. Londra’da kapatılan resim, Bethlehem’de açılan bir pencereyle birleşiyor. Ve bize şu gerçeği hatırlatıyor: Adalet duvar örse de, sanatın boyası o duvarın aralıklarından sızmaya devam ediyor.


