Necmeddin Okyay’ı tanımak Samed Karagöz
Yenisafak sayfasından alınan verilere göre, SonTurkHaber.com bilgi veriyor.
Bazı insanlar vardır, tek bir sanatta ustalaşmakla yetinmez; hayatın onlara sunduğu her güzellik alanında iz bırakmak isterler. Osmanlı-Türk sanat geleneğinde bu nadir insanlara “hezarfen” deriz: Bin fen sahibi, yani çok yönlü usta. 20. yüzyılın İstanbul’unda yaşayan Hattat Necmeddin Okyay, işte böyle bir hezarfendi. Onun adı anıldığında akla yalnızca bir hat üstadı değil, ebru sanatında bir devrimci, okçulukta bir şampiyon, çiçek ressamlığında bir zarafet ustası ve kitap sanatlarının adeta yaşayan kütüphanesi gelir.
Necmeddin Okyay’ın hikâyesi, eski İstanbul’un mahalle aralarındaki atölyelerden, cami avlularından, kütüphane tozlarından süzülerek gelir. Sanatla yoğrulmuş bir çocukluk… Ama bu, bugünün akademi merkezli sanat yolculuklarına benzemez. O, üstad-çırak ilişkisinin hâlâ diri olduğu, bilginin fısıldanarak, sabırla aktarıldığı bir dünyada yetişti. Hat meşkleriyle başlayan serüveni, zamanla başka sanat dallarına uzandı. Onun sanatında sınırlar bulanıklaşır: Ebru desenleri, hat yazılarının ruhuyla birleşir; bir kemankeşin yay gerdiği anda hissettiği dinginlik, hattatın satır başındaki nefesine karışır.
Kubbealtı Neşriyatı’ndan çıkan “Hayatımdan Hatıralar” isimli hacimli kitabı büyük bir merakla okudum. Her satırda büyük üstadı tanımaya yönelik önemli bilgiler mevcut. Kitabı resimleyen ve notlarla yayımlayan Uğur Derman üstadımız, yayın hazırlayan ise Mahmut Sami Kanbaş. Kitap Uğur Derman’ın Mukaddime’siyle açılıyor. Sonrasında Necmeddin Okyay’ın kendi ağzından hatıraları mevcut. Ekler bölümünde ise Okyay’la yapılan röportajlar, ki en çok da Uğur Derman Hoca’nın yaptığından istifade ettim, hakkında yazılanlardan oluşuyor. Son olarak Fotoğrafları ve eserleri yer alıyor. Kitabın hem tasarımı son derece başarılı hem de baskı kalitesi eserlerin güzelliğini azaltmamış.
Bu kitap Necmeddin Okyay’ı anlamak isteyenler için bir hazine. Sadelikle, ama derin bir görgüyle kaleme alınmış satırlar, bize yalnızca bir sanatçının hayat hikâyesini değil, bir dönemin estetik ve ahlak dünyasını da aktarıyor. Kitapta, eski İstanbul’un ince zevkleri, bugün neredeyse unutulmuş esnaf adabı, sanat meclislerinin içtenliği vardır. En önemlisi, Okyay’ın kendi gözünden gördüğümüz bir sanat ahlakı vardır: “Sanat, yalnızca göze değil, kalbe de hitap etmeli.”
Ebru sanatında getirdiği yenilikler, bugün dahi takdir edilir. Necmeddin Okyay, “çiçekli ebru” tekniğini geliştirmiş; lale, karanfil, sümbül gibi motifleri kâğıt üzerinde açtırmıştır. Bu, klasik ebrunun sonsuz desenlerine, doğrudan tabiattan alınmış bir zarafet katmıştır. Onun ebruları, sanki kâğıt değil de ince bir rüzgârın suya düşürdüğü çiçek yapraklarıdır. Bu ustalık, teknik bilginin yanı sıra derin bir tabiat sevgisi gerektirir.
Fakat Okyay’ı hezarfen yapan, yalnızca hat ve ebru değildir. Geleneksel okçulukta birincilikler kazanmış, Osmanlı kemankeşlik geleneğini Cumhuriyet yıllarında yaşatmaya devam etmiştir. Bu da bize onun hayatında estetiğin ve disiplinin nasıl iç içe geçtiğini gösterir. Bir hattatın satır sonuna koyduğu istif ile bir okçunun hedefe sapladığı ok arasındaki mesafe, sanıldığından daha kısadır: İkisi de dikkatin, nefesin ve iç huzurun eseridir.
Onu tanıyanlar, Necmeddin Okyay’ın yalnızca sanatını değil, insanlığını da anlatır. Alçak gönüllüydü, ama bilgisini saklamazdı. Talebelerine, sanatı öğretmenin yanında ahlakı da aktarırdı. Çünkü ona göre, sanatkârın elinden çıkan eser, onun kalbinin ve niyetinin de bir aynasıydı.
Bugün, İstanbul’un hızla silinen hafızasında Okyay gibi isimler yalnızca sanat tarihçileri için değil, kültürümüzün bütün birikimi için kıymetlidir. Onun hayatı, bize şunu hatırlatır: İnsan, tek bir işin ustası olmak zorunda değildir. Merak ettikçe, öğrendikçe, denedikçe ufku genişler. “Hezarfen” olmanın sırrı da buradadır: Bilgi ile sanat, sabır ile zarafet arasında köprü kurabilmek.
Necmeddin Okyay’ın hatlarından birini gördüğümüzde, ebrularına baktığımızda, yahut “Hayatımdan Hatıralar”ı okuduğumuzda hissettiğimiz şey, yalnızca bir sanatçının el emeğine duyduğumuz hayranlık değildir. Aynı zamanda şunu fısıldar: “Hayat, tek bir güzelliğe sığmayacak kadar geniştir. Yeter ki o güzelliklerin peşine düşmeye cesaretin olsun.”


