İran’a yönelen saldırılar Türkiye için de tehdittir Selçuk Türkyılmaz
Yenisafak sayfasından alınan verilere göre, SonTurkHaber.com bilgi veriyor.
7 Ekim 2023’ten sonra Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Siyonist İsrail’in yayılmacı saldırganlığı karşısında istikrarlı bir tutum sergilemedi. Tabiri caizse Macron sürekli zikzaklar çizdi. Bu, büyük bir ihtimalle Fransa’nın gelişmelere göre pozisyon belirleme arayışından kaynaklandı. Fransa, artık dünya siyasetinde öncü bir rol oynayamıyor. Bu sebeple İngiltere ve ABD’nin peşinde sürükleniyor. İngiltere ve ABD’nin üstünlük kuracağını düşündüğü alanlarda hızlı hareket ederek ortaya çıkan fırsatı değerlendirmeye çalışıyor. Tabiatıyla dengeler değişmeye başlayınca yeni duruma adapte olmak için yine aceleyle pozisyon belirlemeye çalışıyorlar. Bu açıdan İran-İsrail geriliminin bir savaşa dönüşmesiyle Macron’un ortaya çıkan fırsattan faydalanmayı tercih etmesi şaşırtıcı değil. Macron şöyle dedi: “…Fransa, İsrail’in kendini savunma ve güvenliğini sağlama hakkını bir kez daha vurgulamaktadır.” Macron’un açıklaması bu cümleden ibaret değil. Bir sonraki paragrafta “İsrail’in İran’a ve nükleer programına yönelik saldırılar…” deniliyor. Bu paragraftaki saldırı kelimesi dikkat çekiyor. İsrail’e açık destek verirken diğer tarafa da kapı aralıyor.
Almanya, Fransa kadar zikzak çizmiyor. 7 Ekim’den sonra Alman siyasetçiler Siyonist İsrail’i her açıdan destekledi. Uluslararası ilişkiler sahasında her türlü suçlamayı göze alarak İsrail’e koşulsuz destek sağladılar. Alman başbakanları İsrail’e gitti. Almanya’nın Siyonizm’le ve kolonyalizmle ilişkisi tam olarak ortaya çıkarılmadığı için İsrail’e verilen koşulsuz destek çoğu zaman Hitler dönemi ile izah edildi. Bu, yanlış bir yorumdu. Almanya, Filistin’in tarihî topraklarında yeni bir Avrupa-Anglosakson kolonisi kurulma düşüncesine Hitlerden çok önce dâhil olmuştu. Dolayısıyla bugünkü soykırıma da aynı gerekçe ile dâhil oldular. İsrail’i silah bakımından teçhiz eden ülkelerin başında Almanya yer alıyor. Bunu eziklikle açıklamak yanlıştır. Hatta Alman siyasetçileri yeni yayılmacı saldırılardaki rollerini “devlet aklının gereği” olarak ilan ettiler. Dolayısıyla ürkek bir çekingenlikle değil, ideolojik ve politik bir saldırganlıkla kesin bir karar verdiler. Savaş teknolojilerini geliştirmek için Filistin’i bir laboratuvar ve Filistinlileri de deney aracı olarak gördükleri de çok açıktı. Alman siyasetçiler de Macron gibi “İsrail’in kendini savunma ve güvenliğini sağlama hakkı”ndan bahsetti fakat “İran’a saldırı” cümlesini eklemediler.
Almanya Fransa’dan farklı olarak İsrail’in İran’a saldırısından bahsetmedi fakat çeşitli kanallardan yayılan bir haber Almanların çok daha ileri gittiğini gösteriyor. Alman uçakları İsrail saldırılarına fiilen katılmıştır. Almanya’nın tanker uçaklarının havada ABD uçaklarına yakıt ikmalinde kullanıldığı artık biliniyor. İngiltere de bir iki çekingen açıklamadan sonra İsrail saldırılarına fiilen katıldı. ABD zaten İran’a yönelik saldırılarda doğrudan yer aldığını herhangi bir şüpheye yer bırakmayacak derecede açıkladı. İran’ın bu gerçeklerden hareketle “Batı’nın İsrail’i bir askerî üs kolonisi olarak kullandığını” söylemesi çok önemlidir.
İsrail’in askerî üs kolonisi olarak tanımlanması dinî söylemleri bertaraf eder. Bugün Türkiye’de çoğu kimse hâlâ İsrail’in kendini savunma hakkı söylemine önem veriyor. 7 Ekim’den sonra kan deryası Haçlı Seferlerini aratmayacak boyutlara ulaştığı hâlde hadiseleri “Yahudi” tarihinin iç sorunlarıyla izah etmek isteyenler fazlasıyla mevcuttur. Hâlbuki “Türk devlet aklı” İsrail’in İran’ı temelinden sarsan yayılmacı saldırılarını daha ilk andan itibaren kendi varlığına yönelmiş bir tehdit olarak algıladı. Otuz yıldan fazladır devam eden Batı istilası karşısında Suriye’den başlayarak yeni bir düzen arayışına karşı İran’ın istikrarsızlaştırılmasını yeni bir tehdit olarak algılamak gayet doğaldır. İran’ın kimliği ve ideolojik saplantılarından ziyade coğrafyamızda meydana gelecek yeni bir çözülmeye dikkat çekildiğini görmemiz gerekir.
Doğru olarak benimsenmiş görüşlerin aksine Batı’da ve özellikle de Kuzey Avrupa ülkelerinde Siyonizm gibi aşırı görüşler her zaman farklı kesimden insanları derinden etkiledi. Bugün de fazlasıyla aşırılıkçı görüşlerin yaşadığımız coğrafyayı ve bütün dünyayı tehdit ettiğini görüyoruz. Fakat anlaşılması oldukça güç bir durumu daha gözler önüne sermeliyiz. Batı dünyasında bu aşırılıkçı görüşler özellikle elitler arasında yaygındır. Sıradan insanlar İsrail’in yayılmacı ideolojisine daha mesafelidir. Bu açıdan Türkiye’nin gelişmeleri varlığına yönelik bir tehdit olarak görmesi oldukça önemlidir.


