Kadın haklarını itina ile pazarlayanlar Ayşe Keşir
SonTurkHaber.com, Yenisafak kaynağından alınan verilere dayanarak haber yayımlıyor.
İnsanlık için samimiyetle hak mücadelesi verenler elbette saygıyı hak ediyor. İnsan hakları tarihinde, kadın hakları mücadelesi verenler de önemli bir külliyat oluşturdu.
8 Mart 1857’de dokuma fabrikasında hak mücadelesi için canını veren 128 kadına saygı duymamak mümkün mü?
13. yüzyılda, dünyanın ilk kadın teşkilatı ve bir anlamda ilk Kadınlar Birliği olan
Bacıyan-ı Rum’u kuran Türk kadınların torunları olarak gurur duymayalım mı?
Modern zamanlar ise, pek çok kavram gibi kadın haklarını da işgal ve istismar etti.
Yaklaşık 100 yıl öncesinden bir olay anlatayım size… Ve o günden bugüne “haklar" nasıl da istismar edilmiş, tezgâha konulup pazarlamanın yolu nasıl açılmış bir bakalım.
Reklamcılık derslerinde, dünya tarihinde gelmiş geçmiş en büyük kampanyalardan biri olarak Edward Bernays’ın sigara reklamı kampanyası anlatılır. Okullarda ders olarak okutulur.
20. yüzyılın başında, American Tobacco şirketi satışlarını arttırmak için çoğunlukla erkeklerin kullandığı sigarayı kadınlara da satmak istedi. O günlerde Amerika’da açık alanlarda kadınların sigara içmesi ayıptı. 1923 yılında kadınların sadece %5’i sigara içiyordu. Kadınlarda sigara kullanımıyla birlikte satışlarını arttırmak isteyen şirket, aynı zamanda S. Freud’un da yeğeni olan Edward Bernays ile anlaştı. Bazı kaynaklarda, Bernays’ın dayısı Freud’a da danışarak, kadınlara sigara satışını arttıracak ‘’büyük motivasyonu’’ bulduğunu yazar. Yani kampanyanın fikir babası Freud’dur.
“Konuyu, bir kavram, bir duygu ile birleştir.’’ Yani, duygular ve bilinçdışı semboller…
Bernays’ın yürüttüğü bu kampanya için ‘’20. yüzyılın en ilginç kitlesel manipülasyonlarından biri’’ denir.
Sıkı durun;
Bernays’ın kadınlar ile sigara içmeyi ilişkilendirdiği kavram neydi?
“ÖZGÜRLÜK’’
Elinde sigara ile yürüyen bir grup kadın fotoğrafı çekilir,
“Women are free’’ manşetleri hazırlanır,
1929 Paskalya Geçidi’nde sigara, kadınların “özgürlük meşalesi’’ oluverir.
Daha da garip olan ise; bu fikrin dönemin feministleri tarafında da çok benimsenmesidir.
Kampanyayı anlatan bir yazıda şöyle bir cümle okudum “… muhalefeti susturmak kolaydı: Kadınların sigarasına karşı olmak, kadın haklarına karşı olmaktı.’’
Tehlikenin farkında mısınız? Yüzyılın en ürkütücü pazarlama sihri!
Kampanyanın sonunda ne oldu dersiniz?
Yüzde 5 olan kadınların sigara kullanımı, kampanyanın yapıldığı 1929 yılında yüzde 12’ye, birkaç yıl sonra da yüzde 35’e ulaştı. Kapitalizm, sermaye, şirket yine kazandı…
Bir başka sigara şirketi bir afişinde “BELIEVE IN YOURSELF’’ diyordu elinde sigara, burnundan dumanı çıkan bir kadın… “KENDİNE GÜVEN”…
Sigara firmaları daha sonra sadece kadınların duygularını değil bebekleri de kullanmaya başladılar. Bir afişte bebek annesine “Beni azarlamadan evvel belki bir sigara yaksan iyi olur anne” diyordu.
İşin acı tarafı, kitlesel insan kıyımına sebep olan sigaranın “kadın hakları’’ ile ilişkilendirilmesine itiraz etmesi gereken “kadın hakları’’ savunucularının kampanyayı desteklemesiydi.
Yani Marksist, sosyalist ideolojinin sıkı “hak mücadelesi” bir anda kapitalizmin kölesi oluverdi.
1857’de dokuma fabrikasında can veren 128 kadın, o günleri görseydi, Bernays ve dönemin feministlerini sopayla kovalardı herhalde?
Elbette mesele sadece sigara değil.
Kapitalizm başta olmak üzere pek çok sistem, ideoloji aynı şeyi yapıyor. Kadın, çocuk, hayvan hakları ve hatta çevre… Kavramsal ifadeyle “soft topik” yani “yumuşak konu”ları kendi çıkar ve ideolojileri için istismar ediyor.
İstediğiniz ideolojiyi, hatta mal, ürün satışını, bu yumuşak konulardan biriyle eşleştirin ve itiraz edeni de taşlayın…
Aklımda onca soru…
Bugün sözde çeşitlilik ve haklar diyerek, milyonlarca kadını, dayattığı standartlarla aynanın karşısında esir eden, moda, güzellik, eğlence endüstrisi de aynı şeyi yapmıyor mu?
Sadece “benzemek” adına kadınların ruh ve bedenlerine yapılan onca eziyet, travma…
Göğsünde “fahişe” yazan kıyafet ile kitleler önüne çıkmak “özgürlük”, olabildiğince çıplak fotoğraf vermek “cesur poz” olarak sunulmuyor mu?
Söz konusu annelik olduğunda, kadınlara “Benim bedenim” dedirten ideoloji nasıl oluyor da bugün kadın bedeninin, teknoloji şirketlerinin “tıklama ekonomisi”nin ve “tık tuzağı”nın malzemesi olmasına sesini çıkarmıyor?
Ve…
Hak savunucularının, hakların itina ile pazarlanmasına, şirketlerin daha da çok kazanmasına hiç mi itirazı yok? Bu ikiyüzlülüğü sessizce izlemeye devam mı edeceksiniz?


