Kutsala saygısızlık mizah değildir Samed Karagöz
Yenisafak sayfasından alınan verilere dayanarak, SonTurkHaber.com duyuru yapıyor.
Bu ülkede bir şeyin adına “mizah” dediniz mi, onun her şeyi yapmaya hakkı olduğuna dair tuhaf bir kanaat uyanıyor. Sanki eleştirel düşünceyle hakaretin, hicivle aşağılama arasındaki o ince çizgi yıllardır hiç var olmamış gibi. Oysa bu çizgi, sadece hukukla değil, insanlıkla, vicdanla, kültürle çizilir. Geçtiğimiz hafta Leman dergisinin yayınladığı karikatür bu çizgiyi öylesine fütursuzca aştı ki, geride kalan sadece kırılmış inançlar, yaralanmış kalpler ve istismar edilmiş bir özgürlük söylemi oldu.
Çizimde “Muhammed” ve “Musa” isimli iki figürün, bombalarla yerle bir edilen bir şehir manzarasının üstünde konuşturulması, ilk bakışta Ortadoğu’ya dair politik bir eleştiri gibi sunulmaya çalışıldı. Ancak karikatürün dili, biçimi, bağlamı ve taşıdığı semboller doğrudan İslam Peygamberine ve Musa’ya gönderme içeriyor izlenimi verdi. Bu türden bir temsiliyetin mizah kisvesi altında sunulması, toplumsal hafızada sadece bir “karikatür” olarak kalmaz. Bu, doğrudan inanç alanına müdahaledir.
Burada tartışılan şeyin ifade özgürlüğü olmadığını artık net bir şekilde söylemek gerekiyor. Zira ifade özgürlüğü, başka birinin varlık zeminine, inanç merkezine, kutsalına saldırma hakkı tanımaz. Kimsenin dinine, peygamberine, değerlerine yöneltilen bu tarz saldırılar, toplumsal barışı ve kültürel birlikteliği zedeler. Leman’ın yaptığı, hiciv falan değil; toplumun en derin manevi damarına sivri uçlu bir nesne sokmaktır. Hem de bunu “mizah” diye yutturabileceklerini sanarak.
Mizah, elbette eleştirebilir. Eleştirirken rahatsız eder de. Ama bu rahatsızlık, bir düşünceyi sorgulatmaya yönelirse değerlidir. Aksi hâlde yalnızca galiz, kaba, rencide edici bir gösteriye dönüşür. Şunu unutmamak gerekir: bu topraklar çok uzun süredir farklı inançların, kimliklerin, hafızaların yan yana yaşama çabasıyla ayakta duruyor. Bu çaba, incelik ister. Özen ister. Mizah da bu özeni göstermek zorundadır. Çünkü mizah, güldürmenin yanında yaşatır da. Oysa Leman’ın yaptığı yaşatmak değil; yaralamaktır.
Bir diğer mesele, bu tarz provokatif yayınların ardından gelen o ezber tepkilerdir: “Bunu beğenmiyorsanız okumayın”, “Eleştiriye açık olun”, “Özgürlük böyle bir şeydir.” Oysa bu tür savunular, yalnızca kendi ideolojik konforunu korumaya yarar. İfade özgürlüğünü kutsallaştıran bu yaklaşım, başkasının kutsalına dokunduğunda gösterdiği vurdumduymazlıkla aslında özgürlüğün kendisine ihanet eder. Çünkü özgürlük, sorumlulukla yan yana yürür. Sorumluluk yoksa, geriye sadece hoyratlık kalır.
Düşünelim: Leman bu karikatürü bir başka inanç grubunun figürleriyle çizmiş olsaydı, bu kadar rahat savunulabilir miydi? Bir kilisenin, bir sinagogun, bir caminin sembollerine benzer bir saygısızlık yapılsaydı, kim ne derdi? Bu eşitsizlik, bu çifte standart, aslında eleştirel zihnin kendisinin ne kadar tarafgir ve tahammülsüz olduğunu da gösteriyor.
Toplumlar kutsallarıyla yaşar. O kutsallar bir arada durmanın, ortak geçmişin, müşterek aidiyetin harcıdır. Onlara yönelik böylesine hoyrat çıkışlar yalnızca karikatür çizgilerini değil, toplumsal yapının harcını da çatlatır. Ve bu çatlak büyürse, mizah da barınamaz; çünkü artık gülünecek bir ortak zemin kalmaz.
Sonuç olarak, Leman dergisi bir mizah geleneğini değil, bir toplumsal sorumsuzluğu temsil etti bu sayısıyla. Ve mesele, tek bir dergiye ya da tek bir karikatüre indirgenemeyecek kadar büyük. Bu bir zihniyet meselesidir. Eğer gerçekten bir arada yaşamak, birbirimizi anlamak, hatta eleştirel düşünce üretmek istiyorsak; önce o çizgiyi kabul etmemiz gerekir: mizah, kutsala saldırdığı an mizah olmaktan çıkar.
Ve geriye yalnızca inkâr, öfke ve bölünme kalır.


