Osmanlı’da kardeş katli mes’elesi Dursun Gürlek
Yenisafak sayfasından alınan verilere dayanarak, SonTurkHaber.com duyuruda bulunuyor.
Şanlı Osmanlı Devleti’ni yüz yıllara hükmettiren uygulamalardan biri de kardeş katli ile ilgilidir. Bu konu ne zaman açılsa, bilir bilmez herkes fikir beyan eder, saçma sapan sözler söylemekten kendilerini alamazlar. Aynı konu anlı şanlı tarihçilerimizin eserlerinde de işlenir ama bu izahlar okuyucuyu tatmin etmekten uzaktır. Biz de kardeş katli meselesine tam bir açıklık getiren iki tarihçiden biri Ziya Nur Aksun, diğeri de onun yakın dostlarından olan merhum Mehmet Niyazi Özdemir’dir.
Zihinleri bulandıran bu meseleyle ilgili olarak ben de Niyazi Bey’le bir röportaj yapmış ve o zamanlar yazı işleri müdürlüğünde bulunduğum Tarih ve Düşünce dergisinde yayımlamıştım. İlgiyle okunan bu mülakatı, içinde bulunduğumuz mayıs ayının İstanbul’un fethinin yıldönümü olması dolayısıyla bir kere daha gündeme getirmek istiyorum.
Niyazi Bey’e ilk sorum şöyleydi:
- Osmanlı tarihiyle alakalı olup da en fazla tartışılan konulardan biri de -bilindiği üzere- kardeş katli meselesidir. Osmanlılardan önce eski Türk devletlerinde Kağan nasıl tayin ediliyordu?
Niyazi Bey şöyle cevap verdi:
- Kardeş katlini konu edinmekle, tarihimizde gerçekten de çok önemli olan bir meseleye parmak basıyorsunuz. Orta Asya Türk devletlerinde, baştaki Hakan ölünce, tahta oturmada hakkı bulunan Hakanın kardeşleri ve oğulları arasında mücadele başlıyordu. Hangisi diğerlerini bertaraf ederse, o tahta oturur, o sülalenin soyu kutsal kabul edildiği için amcalar veya kardeşler öldürülmezdi. Bunlar devletin değişik bölgelerine vali ve yabgu olarak tayin edilirlerdi. Bu usulün liyakate dayandığı kabul ediliyordu; çünkü ancak en kabiliyetlisinin diğerlerini yenmesi söz konusuydu. Dolayısıyla tahtın yolu ehliyetli olana açılırdı. Fakat bunun iki önemli sakıncası vardı. İlki, içlerinden birinin diğerlerini bertaraf edebilmesi için belki de yüzlerce insanın ölmesi gerekiyordu. İkincisi ise bölgelere tayin edilen valiler ve yabgular aynı soydan geldikleri için tahta, içten içe iddiaları devam ediyordu. Merkezi idarede ortaya çıkacak küçük bir zafiyet, bölge idarelerinin baş kaldırmasına sebep oluyordu. Tekrar iç savaş başlıyor, bu da tabii ki sayısız insanın ölümüne, zaman zaman da devletin parçalanmasına yol açıyordu.
Niyazi Bey’le aramızdaki soru cevap faslı müteakiben şöyle devam etti:
- Osmanlılarda görülen kardeş katli olayını nasıl buluyorsunuz? Devletin uzun ömürlü olmasında bunun etkisi gerçekten büyük bir rol oynadı mı?
- Osmanlı’da kardeş katlini bazıları çok vahşiyane bulurken, bu bana çok insancıl bir hareket gibi görünüyor. Osmanlı’ya kadar ve Osmanlı döneminde herkes, kurbanını halktan alırdı. Günümüzde bile bu durum farklı değil. Bir aile ortaya çıkıyor, kurbanı halktan almıyor, kendisi veriyor. Bir kere taht değişikliklerinde on binlerce, yüz binlerce insan ölmüyor, onun yerine bir aile kendisinden sınırlı sayıda kurban veriyor. Bu usulün ikinci sebebi ise, vatandaşın önemidir. Bazıları vatandaşın Osmanlı’da kul, köle olduğunu söylüyor. Bu, dildeki gelişmeleri bilmemekten kaynaklanan bir cehalettir. Osmanlı’da vatandaş “vediatullah”tır, yani Allah’ın emanetidir. Osmanlı, Allah’ın emanetine zarar vereceğine, kendi canına zarar veriyor. Bunun bir diğer İslami dayanağı da şudur: Hanefi fıkhında ‘Âmmenin hakları, ferde tekaddüm eder’ diye bir kaide bulunmaktadır.
Devletin uzun süre devam etmesinde bu gerekçeler elbette çok önemli bir rol oynadı. Osmanlı’nın bu konuda ne kadar akıllı ve şuurlu hareket ettiğini Sultan Birinci Mehmed’in Timur’un oğlu Şahruh’a verdiği cevapta buluyoruz. Timur, Anadolu’yu silindir gibi çiğnemiş, Yıldırım Bayezid’in oğullarını nifak tohumları olarak bırakmıştı. Çelebi Mehmed, tekrar birlik ve beraberliği sağlayınca Şahruh, kardeşlerini ifna etmesinin Turani geleneğe aykırı olduğunu bildirmesi üzerine cevabında mealen şunu ifade ediyor: Buranın şartları, Orta Asya’nın şartlarından çok farklıdır. Peder-i âlinizle peder-i âlim arasında cereyan eden vak’adan sonra, binlerce millet evladının kanıyla alınan Selanik, Sırpların eline geçti. Osmanlı kurulduğu günden beri tecrübeyi rehber edinmişti. Şeyh Sadi der ki: “On derviş bir çulun altında uyur. Hâkan olmak üzere bu fani âleme ayak basmış olan iki insan yedi iklime sığmaz.”
- Osmanlı padişahları saltanat için kardeşlerini boğazlatan sadist kimseler midir? Bu şekilde değerlendirmelere ne dersiniz?
- Osmanlı hâkanları padişahtan önce insandırlar. Onlar da yürek taşıyorlardı. Nasıl ki, bizlere kardeşimiz, evladımız sevgili geliyorsa, onlara da aynı şekilde geliyordu. Aklında zoru yoksa, binlerce insanı kılıçtan geçirme imkânı varken, sadistlikten dolayı evladını öldürtür mü? Sadistlik kanla tatmin olduğuna göre, sadist insan daha çok insanın boğazlanmasını ister. Halbuki işin böyle olmadığını ölüm döşeğindeki Birinci Mehmed’in şu feryadından çarpıcı bir şekilde öğreniyoruz. “Hod ben ölürken, ulu oğlum Murad’a haber verin. Mülke (devlete) sahip olsun. Yoksa millet birbiriyle tokuşur.” Ölüm döşeğindeki koca sultan açıkça şunu söylüyor. Büyük oğlum Murad tahta geçip, devletin ve milletin remzi olsun, dirliği sağlasın. İcap ediyorsa ki mutlaka edebilir, kardeşlerini, yani kendi evlatlarını öldürtsün, aksi takdirde iç savaş çıkar, binlerce vatan evladı telef olur. Hangi sadist, milletin tokuşmaması, kan akmaması için, icap ediyorsa, kendi öz evlatlarının öldürülmesi pahasına feryat eder?
Onları sadist olarak değerlendirilenler ya tarihi hiç bilmiyorlar ya da Osmanlı’yı kötülemek pirim yaptığı için bazı mahfillere hulus çakıyorlar. Veyahut da sadistliğin ne olduğundan haberdar değildirler.
- Hânedanın yaşlı üyesinin tahta çıkması prensibi çözüm olmuş mudur? Başlangıçtan itibaren bu usul takip edilmez miydi?
- Hânedanın yaşlı üyesinin tahta çıkması prensibine, bir meseleyi çözmekten ziyade, zaruretten geçilmiştir. Tahta geçenin çocuğu yoktu, bir tek kardeşi vardı. Ekber evladın tahta geçmesi, Osmanlı’nın kuruluşunda istenseydi bile tatbik edilemezdi. Çünkü, Osmanlı kurulurken eski Türk devlet geleneği hakimdi. Osman Gazi, tahta hak iddia ettiği için amcası Dündar Bey’le mücadele etmek mecburiyetinde kaldı. Çok uzun geçmişe dayanan, tecrübelerin ışığında gün yüzüne çıkan devlet geleneğini değiştirmek, sanıldığı gibi kolay değildir.
- Ekber evlad meselesi padişahlık kalitesini düşürdü mü? Veya öncesiyle mukayesesini yaptığımızda ne gibi farklar ortaya çıkar?
- Eski Türk devletlerinde ekber evlat ilkesinin benimsenmemesi, tahtın bütün vârislere açık tutulması, önce de belirtildiği üzere liyakatli olanın tahta geçmesini sağlamak içindi. Elbette bu usul bize daha insani görünmektedir, ama pek çok liyakatli insanın da önünü kapattığı tarihi bir gerçektir. Fakat bizde çok güçlü bir devlet geleneği vardı; doğabilecek zaruretlere göre devletimiz şekil aldı. Liyakatlinin tahta geçmesi tesadüfe kalınca, devlet başkanının yetkileri azaltılmakla, doğabilecek mahzurların önüne geçilmeye çalışıldı.
- Çağdaş Avrupa ülkelerinde de benzer uygulamalar var mıydı? Yahut onlar ne gibi usuller takip ediyordu?
- Çağdaş Avrupa ülkelerinde de tahta geçişler, gidişler olaysız değildi; bize benzer kardeş, amca katlinin değişik Avrupa ülkelerinde cereyan ettiğini biliyoruz. Ama onlar da bu bir devlet geleneği değil, ihtirastan doğan bir taht kavgalarıydı. “Kral hata yapmaz, kral masumdur” ilkeleri onun hayatına kıyılmaması için konmuş prensipler değil midir? Sonra Avrupa’da krallık yapabilecek, soylu hanedan, (Habsburglar) gibi çok azdı. Devletini kuran milletler, genellikle kralını onlardan alırdı; yine de saray entrikaları sürüp giderdi. Yirmi birinci yüzyılda bile devlet başkanlığına gelişler ve gidişler sıkıntısız olmuyor. En demokratik ülkelerde bile perdenin ardında neler cereyan ediyor. İnsan melek değildir, nerede insan, nerede dünyalık varsa orada rekabet vardır.
- Bugün Ortadoğu devletlerinde uygulanan oğula geçme sistemi ile Osmanlı Devleti arasındaki fark nedir?
- Günümüzde Ortadoğu devletlerinde kimin pazusu kuvvetliyse o hanedanını kuruyor. Güçten başka Suudiler neye dayanıyorlar? Esat yeterli gücü sülalesinde bulamayınca, mezhebe dayanan bir hanedan kurmanın yollarını aradı. Kral Hüseyin Haşimidir; eski saygı duyulan sülaleye mensuptur; ama köklü bir devlet geleneğine sahip olmadıkları için, ekber evlat prensibini bir çırpıda değiştirdi, yerine kardeşinin değil, oğlunun geçmesini sağladı. Diğer Arap prensliklerinde, krallıklarında da durum aynıdır.
Bizde, yani bütün Turani kavimlerde tarihin karanlıklarından beri devlet başkanlığı Açınaoğulları’na aittir. Bildiğime göre, bugüne kadar irili ufaklı yüz otuz yedi devlet kurduk; bunların başında hakan olanların, yanlış veya doğru Oğuz Han’a uzanan nesep cetvelleri vardı. Millet onların Oğuz Han soyundan geldiklerine inanıyordu. Sonradan güçlenmiş Çandarlı gibi sülalelerin devlet başkanlığına geçmesini millet hazmedemezdi. Niçin devlet başkanlığının Açınaoğulları’na ait olduğunun cevabı bir Türk Devlet felsefesine göredir; bunu da kısa bir röportajın çerçevesinde ele almamıza imkân yok. Kral Hüseyin’in yaptığı gibi, bizde devlet başkanı kuralı değiştiremezdi. Bizde gelenekler milletin içinde tekevvün eder, devlet başkanları da onlara uyarlardı. Kural koymak, günümüzde Ortadoğu devletlerinde olduğu gibi, devlet başkanının iki dudağı arasında değildi.
- İktidarı güçten başka elde etme metotları var mıdır?
- Bizde iktidar güçle el değiştirmezdi. Timur dünyanın ünlü kumandanlarından biridir; ona yapılan türbe de halkı tarafından ne kadar sevildiğini ve sayıldığını göstermektedir. Ama Timur hakan değil, Emir Timur’dur; Çünkü Timur Açınaoğulları’na mensup değildir. Yanında devamlı hakanını gezdirir, ona saygıda kusur etmezdi. Bu da devlet başkanlığının sadece güce dayanmadığını bizlere göstermektedir.
- Bugünkü bakışla kardeş katlini değerlendirmenin ne gibi mahzurları olabilir?
- Bir defa tarihi olaylar, bugünkü şartlara göre ele alınmaz; o günün şartlarına göre değerlendirilirler. Kardeş katlinde problem, o günün veya bugünün şartlarından doğmuyor, idraksizlikten, değerlendirme kısırlığından veya karalama maksadından doğuyor. Elbette suçsuz bir insanın öldürülmesi bütün insanlığın öldürülmesi gibidir. Ama bunu millet ve hanedan olarak ele almak ona göre değerlendirmek gerekir.
- Bu meseleyi sağlıklı bir şekilde yorumlayan eserlerden ve makalelerden örnekler verebilirsiniz misiniz?
- Kardeş katline dair Ahmet Mumcu’dan amatör tarih yazarlarına kadar pek çok kimse eser kaleme almıştır. Genel Osmanlı tarihlerinde de bu konu çok işlenmiştir. Ama meseleyi bir tek Ziya Nur Aksun görmüştür. Çok sevdiği Dündar Taşer’in ardından yazdığı kitapta bu konudaki fikirlerini bulabiliriz. Ecdat sevgisine sahip olan Ali Himmet Berki gibi kıymetli ilim adamları yeterince değerlendiremedikleri için Fatih’in kanunnamesini inkâr yoluna gitmişlerdir. Osmanlıyı anlamak için sadece tarihçi olmak yetmez; gerçek bir kültür adamı ve fazıl olmayı, aynı zamanda İslam felsefesine tam hâkim bulunmayı gerektirir. Bütün bunlara sahip olunmadan yazılan tarihin hiçbir değeri yoktur.


