Osmanlı tahrir defterleri nasıl yakıldı? Dursun Gürlek
SonTurkHaber.com, Yenisafak kaynağından alınan verilere dayanarak açıklama yapıyor.
Bizim nesil, yakın tarihimizde işlenen tarih ve kültür cinayetlerini ve bu korkunç tahribat hareketlerini – hepsinin mekânı cennet olsun – Eşref Edip Fergan, Cevat Rıfat Atilhan, Nizameddin Nazif Tepedelenlioğlu, Osman Yüksel Serdengeçti, İbrahim Hakkı Konyalı gibi muhterem zatların yazılarından ve konuşmalarından öğrendi. Bu dehşet tablolarından birini günümüzün gençlerinin, daha doğrusu bütün okuyucularımızın da ibretle okuması için aşağıya alıyorum. Ünlü tarihçilerimizden merhum İbrahim Hakkı Konyalı 28 Eylül 1966 tarihli Yeni İstiklal gazetesinde yayımladığı bir makalede bu vahşetlerden birini bakınız nasıl anlatıyor:
“Bir gün Kadırga’daki evimden Son Posta gazetesine gidiyordum. Tapu ve Kadastro Dairesi’nin yanındaki Fatih’in Hazine-i Evrakı’nın önüne bir baskül konmuş, 180-200 okkalık balyalar tartılıp tartılıp arabalara yükleniyordu. Bunlar yalnız bizim değil, İslam âlemini, dünya tarihini aydınlatacak vesikalardı. Osmanlı İmparatorluğu’nun hazinesi idi. Devlet, okkasını on kuruş, on paraya, ottan daha ucuza Bulgarlara satmıştı. Milyonlarca vesika vagonlarla Bulgaristan’a gitmişti. Feryat ettim, kıyameti kopardım. Devlet, siyasi teşebbüslerde bulundu. Hırsızları yakalandı. İzmit Ağırceza’sına verdiler. Fakat kundakçıları tutanlar, af kanunu çıkardılar. Devletin hazinesini satanlar kurtuldular. Bu korkunç suikast şöyle olmuştu:
Bulgar hükümeti Türkçe bilen tarihçi bir albayı İstanbul’a göndermiş. Bu adam senelerce devletin hazinelerine girmiş, Osmanlı İmparatorluğunun kuruluş devrine kadar çıkan vesikalarını incelemiş. Anlaştığı adamlara şu teklifi yapmış:
Siz harf inkılabı yaptınız. Bu Arap harfli vesikaları fersûde evrak diye satışa çıkarınız ve bunu alanın da yurt dışına çıkarmaya mecbur olduğunu şartnamenize koyunuz.
Şartname hazırlanmıştı. Türk hazine-i evrakı haraç mezat satıldı. Okkasına on kuruş on para veren müşterinin üstünde kaldı.
Halil Ethem’in İstanbul Müzeler Müdürlüğü zamanında bir kış günü Topkapı Sarayı Müzesi’ne gitmiştim. Bazı memurlar müdürlük binasının üst katında oturuyorlardı. Sobanın yanında yeknesak ciltli defterler gördüm. Bunlar, kütük gibi sobaya atılarak yakılıyordu. Bunlar Devletin ana kütükleri idi. Topkapı Sarayı’nda şimdi Silah Galerisi olarak kullanılan, Fatih tarafından yaptırılmış ‘iç hazine’ denilen bir yer vardır. Burada yerlere gömülmüş küpler bulunuyor. Devletin altınları bu küplerde saklanırdı. Bu taştan yapılmış kubbeli binanın içinde demir kapılı, penceresiz bir daire daha vardır. Devletin ‘ilyazıcı defteri’, ‘Tapu Defteri’ denilen defterleri burada saklanırdı. Burasının kapısı padişahın sadrıazamında bulunan mühürler mühürlenirdi. Kimse açamazdı. Bu defterlerde ufacık bir tahrif, bir değiştirme, bir ekleme yahut kısaltma idam cezasını icap ettirirdi. Devletin güvenliği, âsâyiş, inzibat, mülk emniyeti, ordu işleri bu defterlere göre sağlanırdı. Osmanlı kanunnamelerine göre yurtta her yirmi beş senede bir umumi yazım yapılırdı. Padişah, seçtiği en güvenli adamlarını eyalet yurdun umumi tahririne (yazımına) memur ederdi.
Tahrir eminleri imparatorluğun her tarafını karış karış gezerler; zeâmete, tımara, haslara ve askere almaya esas olan şeylerden başka evkafını, tuzlalarını, köprülerini, madenlerini, hayvanlarını, ormanlarını, göl ve nehirlerini, hanlarını, kalelerini, kervansaraylarını ve nüfusunu yazarlardı. ‘Umumi tahrir’ klişesi altında tarihlere geçen bu yazım işi Devletin varlığının temelini teşkil ederdi. Erkek nüfusu, babalarının adlarıyla beraber yazılırdı. İslam ve Türk devletleri kadına fevkalade hürmet ederlerdi. Onların adlarını defterlere geçirmezlerdi. Rüşdünü ispat etmemiş olan erkek çocuklar da yazılmazdı. Ev, çift, mezra, arı kovanı da sayıları ile bu defterlere geçirilirdi. Asker olabilecek, vergi ile mükellef olacak herkes baba adlarıyla bu defterlerde yer alırdı. Mülkler, mezralar, tarlalar, ormanlar, çayırlar sınırları ile gösterilirdi.
Dünya istatistiğin ne demek olduğunu bilmezken Osmanlı İmparatorluğu geniş sınırları içindeki yalnız insanların değil, mesela mandaların, öküzlerin, koyunların hatta tavukların sayılarını bir kalemde söyleyebilecek ana defterlere sahip idiler. Türk askeri, eski ifadeyle ‘nüzül’ teşkilatına göre etini, balını, yağını, tatlısını, tuzlusunu ve meyvesini yiyerek serhatlere giderdi. Karaman eyaletinin tahririni Şeyhülislam Kemalpaşazâde yapmıştı. Bu büyük ve emin adam, eyaletin saydığımız şeylerini yazdıktan sonra tavuklarını da kaydetmişti. Asker herhangi bir sefer için Karaman eyaletinin topraklarından geçerken bir hayvan kolerası ile sığır ve koyunlar ölürse askeri etsiz bırakmamak için tavukları da yazmıştı. Böyle dört başı mamur bir tahrir dünya kurulalıdan beri görülmemiştir. Bu tahrir yeni fethedilen yerlerde derhal yapılırdı. Mesela Tiflis’in, Budin’in, Belgrad’ın, Yanıkkale’nin, Sigetvar’ın kiliselerine, çeşmelerine varıncaya kadar her şeyi bu defterlerde görülür. Budin’deki, Tiflis’teki herhangi bir kilisenin papazının adını bu defterlerde derhal bulmak mümkündür. Şahıslar, eyaletler, şehirler, kasabalar ve köyler arasında çıkacak herhangi bir sınır anlaşmazlığı derhal bu defterlerle bertaraf edilirdi.
Bir gün, bir işimi takip için Başvekâlet’e gitmiştim. Müsteşar yardımcısı Hakkı Kâmil Beşe Beyefendinin odasında müsteşarı bekliyordum. Hakkı Kâmil Beşe Bey:
Ben Kastamonu’nun Araç kazasının Musu köyündenim. Köyü çok severim. Köyümüzü kalkındırmak için fidan gönderdim. Borçlandım, arı kovanı temin ettim. Köylüler fidanı yaşatmıyorlar, fakat arı kovanı rekor kırdı. Köyümüzün adının Ermenice olmasından korkuyorum, demişti. Ben, burasının fethinden beriki durumunu bu yazdığım defterlerde 15 dakikada bulabileceğimi söyledim. Temyiz Dairesinin 238 numaralı bir odasında bu defterlerden bir kısmı muhafaza ediliyordu. Ben orada inceleme yapıyordum. Ertesi gün, muhafızından Kastamonu defterini istedim. Beş dakikada Yavuz devrindeki Araç kazasının, Musu köyünü buldum. Bu köyün asıl adı ‘Musa Köyü’ imiş. Halkın dilinde Hasan Hasso olduğu gibi, Musa da Musu olmuştur. Bu köyden, Yavuz zamanında ‘Resm-i Kovan’ denilen bal vergisi de alınıyormuş. Köyde on adet de su değirmeni varmış. Hemen telefon ettim. Hakkı Kâmil Beşe’ye şu müjdeyi verdim:
Köyünüzün adı Musa Köyüdür. Köyde bulunan şeyleri de söyledim. Ben size 15 dakikada bulacağımı söylemiştim, halbuki beş dakikada buldum. Pek muhterem muhatabım
Evet, dedi. Bazı arklardan bu köye vaktiyle su geldiği anlaşılıyor. Demek komşu köyler suyunu çalmışlar.
Konya Tarihi’ni yazıyordum. Bir gün Nüfus Umum Müdürlüğü’ne gittim. Son nüfus sayımına göre Konya nüfusunu ve daha evvelki sayımların broşürlerini istedim. Genel müdür, bir aya kadar bunların bulunup bana gönderileceğini söylüyordu.
Beyefendi, dedim. Osmanlı İmparatorluğu’nun altın çağının herhangi bir köyünün nüfusunu benden isteyiniz; size beş dakikada kendilerinin ve babalarının isimleriyle beraber bulayım!
Otomobiliyle dediğim arşive gittik.
Umum müdür bey, dedelerimizin bu fevkalade mükemmel istatistikleri karşısında donup kalmıştı.
Dedelerimiz her eyaletin, her yirmi beş senede bir umumi tahririni yapmışlar, defterin başına o eyaletin kanunnamelerini yazmışlar. Defterlerin yapraklarının kenarlarına fasılalarla renkli ibrişimler geçirmişler. Mesela kırmızı ibrişim eyalet merkezini, beyazlar da köyleri gösteriyor. Eyalette kaç sancak varsa sarı ibrişimlerden anlaşılır. Hemen sarı ibrişimlerin bulunduğu yerler açılır. Burada her köy ayrı ayrı nüfusuyla, vergileriyle, çiftlikleriyle vesaireleriyle yazılmıştır. İstenilen bilgi kolayca alınır.
İşte bu defterler Topkapı Sarayı’nda sobada cayır cayır yakılıyordu. Benim ısrarlı neşriyatım üzerine arta kalanlar Arşiv Umum Müdürlüğü’ne getirildi, tasnif edildi. Şimdi bunlar hâlâ yürürlüktedir. Yurttaki herhangi bir sınır ihtilafı bu defterlerle hallediliyor.”
Her paragrafı ibretle dolu olan bu yazıyı Mithat Cemal’in “Topkapı Arşivinde” başlıklı şu şiiriyle bitirelim:
Göğsüm değer üç asra bütün saltanatıyla
Mâziyi dolaştıkça Süleyman’ın atıyla
Gönlüm kadar ummânı bütün şa’şaasıyla
Seller kayıp aktıkça Süleyman paşasıyla
Rûhum dolar; ömrüm dolar orduyla, gemiyle
Fermanlar okundukça Selim’in kalemiyle
Hep sizdedir onlar, aşan oklar, uçan atlar
Ey şemseli kaplar, çürümüş eski kâatlar!


