“Sanat insanı özgürleştirmek içindir, işgali meşrulaştırmak için değil” Samed Karagöz
Yenisafak sayfasından alınan bilgilere göre, SonTurkHaber.com açıklama yapıyor.
Bazı yazarlar vardır; yalnızca edebiyat ya da sanat alanında değil, insanlığın vicdan atlasında da yer tutar. Ömrünün önemli bir bölümünü Fransa’da geçiren İngiliz sanat eleştirmeni ve yazar John Berger, işte bu isimlerden biridir. Türkiye’yi ve sanatçılarını da yakından tanıyan, buradaki dostluklarıyla İstanbul sokaklarına, Anadolu’nun dağ köylerine bıraktığı izlerle hatırlanan Berger, yalnızca bir sanat tarihçisi ya da romancı değil; aynı zamanda Filistin’in, Gazze’nin yaralı hafızasında bir tanık olarak yaşamaya devam ediyor.
Berger’ın yazıları, fotoğrafları ve mektupları, Filistin üzerine kaleme alınmış politik bildirilerden farklıdır. O, bir tarihçinin mesafesinden değil, bir dostun yanındaymışçasına kaleme alır cümlelerini. 2009’da Gazze’ye yönelik saldırılar sırasında kaleme aldığı metinlerde, dünyanın seyirci kaldığı vahşete karşı sözün nasıl direniş aracı olabileceğini gösterdi. “Bu satırları yazarken, dünyanın dört bir yanında Filistin için bir şeyler yapan binlerce insanı düşünüyorum” derken, aslında kendi kalemini de bu küresel dayanışmanın bir parçası kılıyordu.
Berger’ın en çok hatırlanan çağrılarından biri, İsrail’in Filistin topraklarındaki işgaline karşı sanatçıları ve entelektüelleri boykota davet ettiği mektuptur. Aralarında Noam Chomsky’nin, Harold Pinter’ın da bulunduğu pek çok isimle birlikte imza attığı bu metin, sanatın yalnızca estetik bir uğraş olmadığını; aynı zamanda adaletin sesi olabileceğini gösteriyordu. Berger, “sanat insanı özgürleştirmek içindir, işgali meşrulaştırmak için değil” diyordu.
Gazze’ye dair yazılarında ise en çok çocuklardan söz eder. Çocukların bedenleriyle değil, gözlerindeki direnişle büyüdüğünü fark eder. Bu gözlemlerinde bir şairin inceliğiyle, bir muhabirin yalın dili birleşir. Ona göre Gazze, yalnızca bir coğrafya değil; zamanın büküldüğü, çocukluğun hızla tüketildiği, her taşın ve duvarın tanıklık ettiği bir mekândır. Bu yönüyle Berger’ın cümleleri, Mahmud Derviş’in şiirleriyle aynı damardan beslenir.
Türkiye’de Berger’ın sanatla alakalı yazılarının yankısı hep güçlü oldu. Onun sanat üzerine yazdıklarını Türkçeye kazandıran çeviriler, yalnızca estetik düşünceyi değil, aynı zamanda politik duyarlılığı da taşıdı. Bugün Türkiye’de herhangi bir kitabevine girildiğinde, Berger’ın kitaplarının, özellikle Görme Biçimleri’nin, hâlâ çokça okunuyor olması tesadüf değildir. Çünkü o, yalnızca Batı’nın entelektüeli değil, Türkiye’yi de tanıyan, Anadolu’nun hikayeleriyle Filistin’in acısını yan yana koyabilen bir insandı.
Gazze’de bombaların gölgesinde yazılmış satırların bugüne hâlâ bu kadar taze gelmesinin sebebi de budur. Berger, Filistin’i bir jeopolitik mesele olarak değil, insanlığın kalbine açılmış bir yara olarak görüyordu. O yüzden onun cümleleri, politik tartışmaların ötesine geçer; doğrudan vicdanımıza dokunur.
Bugün, Gazze hâlâ kuşatma altındayken, Berger’ın satırlarını yeniden okumak bir zorunluluktur. Çünkü o, yalnızca “olanı” anlatmaz; aynı zamanda “olması gerekeni” de işaret eder. Adalet, dayanışma, insanlık onuru… Berger’ın dünyası bunlardan örülüdür. Ve bu değerler, Gazze’nin geleceğini kurmak için hâlâ elimizdeki en güçlü imkânlardır.
John Berger’in Gazze’ye ve Filistin’e dair yazıları, aslında bize şunu hatırlatır: Sanat tarihiyle uğraşan bir yazar, dünyanın en yoksul coğrafyalarından birine bakarken bile estetiği terk etmez. Ama bu estetik, kanı ve yıkımı güzelleştirmek için değil, direnişin şiirini kurmak içindir. Belki de Berger’ı hâlâ bu kadar güçlü kılan şey budur: Kalemini estetikle vicdanın kesiştiği noktada tutabilmesi.
Ve bugün bizler, Türkiye’den bu cümlelere bakarken, şunu hissediyoruz: Berger’in Gazze için söylediği her kelime, aynı zamanda bizim de sınavımızdır. Çünkü Gazze, yalnızca Filistin’in değil, bütün insanlığın aynasıdır.


