“Sokağın piyesiyle” tarih yazan müzisyen Samed Karagöz
Yenisafak sayfasından alınan bilgilere göre, SonTurkHaber.com açıklama yapıyor.
Sahneye adımlarını henüz 17’sindeyken atan genç bir müzisyen düşünün: piyanosunun başında, annesine yazdığı ilk beste “Saalouni el Nass” ile onları da, bizi de şaşırtan bir ifade dönemi başlatıyor. O çocuk; sahiden de sadece bir çocuğun değil, politik hissiyatla yoğrulmuş sosyal eleştiri damarını erken yaşta fark etmiş bir entelektüeldi. İşte Ziad Rahbani böyle bir figür.
Ziad’ın sanatı, “gelenekten kopmadan çağdaş olmak” çabasının simgesidir. Orta Doğu’nun kadim melodilerini caz, funk, klasik ve Balkan ezgileriyle harmanlayan Oriental Jazz anlayışı hem kalıcılıkla hem özgünlükle bezenmişti. Bu estetik, bir yandan Fairuz’un sahnesine modern çizgiler getirir; öte yandan Beyrut sokaklarının karmaşasını, anarşisini, idealist ruhunu tiyatro sahnesinde yeniden söyler hale geliyordu.
1970’lerin Lübnanı’nda “Nazl el‑Sourour” ya da “Bennesbeh Labokra Chou?” gibi oyunlar, sadece tiyatro değildi; siyasi hicivdi, sınıfsal ayrımlara dair eleştiriydi, gençlerin korkutucu hızla değişen şehir gerçekleriyle yüzleşme çağrısıydı. Bu eserlerde Ziad başrolü sadece sahnede değil, sözcüklerde de oynadı: yobazlığa, düzen sömürüsüne, arzuların suistimaline inceden, tuhafça gülerek meydan okudu. O rafine mizah, Lübnan’ın kaotik dönemlerinde hem koruma kalkanı hem kırılma sesi yarattı.
Ne gariptir ki, onun şarkıları Farid al-Atrash (Ferid Atraş) ya da Umm Kulthum (Ümmü Gülsüm) gibi büyüklerin repertuarından çıkmışçasına dinlenir, ama hiçbir zaman onların yolundan gitmedi. “Kifak Inta”, “Bala Wala Shi” ya da “Saalouni an-Nas” gibi parçalar, onun hem bireysel yorumunu hem de sosyal vicdanı bir araya getirdi. O parçalar yalnız müzik değildi; Hasretin, öfkenin, umut kırıntısının, hesaplaşmanın da notaya dönüşmesiydi.
Ziad tutuklandı; kimileri onu propagandayla suçladı. Oysa o sadece “sahici biri”ydi. Solcu, bağımsız, ideolojisiyle birlikte aklını da götürmekten yana. Tiyatrosunun bir kısmı kaybolsa da o eserlerde hafıza hep diri kaldı. Bugün dillerde dolaşan replikleri, genç kuşakların siyasi mizah anlayışında yankı bulur. “Bennesbeh Labokra Chou?” (Yarın Ne Olacak?) hâlâ bir neslin refleksi, dramatik şerhidir.
Ve 26 Temmuz 2025’te, Ziad Rahbani kalp kriziyle hayatını kaybetti. Kendisi sadece bir sanatçı olarak değil, entelektüel bir direnme sembolü olarak da anıldı. Ölümü, Lübnan’da kültür ve siyaset dünyasını salladı; gençlerin umudu, sahnenin dili, müziğin atasözü gibi yeniden yorumlandı. Geçmişin ayrışmalarını sorunsallaştıran bu adam, geleceği tartışmaya açtı.
Bugün Ziad’ın mirası hâlâ sahnede, evde, siyasette yankılanıyor. Her yeni kuşak onun bestelerini, kavgalarını, savunduğu idealleri yeniden keşfediyor. Politik bilinç ile estetik zarafeti aynı potada eritip “oriental” değil “global”, hem özgün hem evrensel bir dil inşa etmiş; bunu yaparken de imkânsızlıklar içinde bir toplumun kalbinde, sokağın ortasında konuştu.
Sonuçta, Ziad Rahbani yalnızca besteci veya dramaturg değildi: o, “Lübnan’ın vicdanı”, “sokağın dramaturgu”, “sessizlerin sesi”ydi. Onun eserleri yaşlandıkça değil; tam tersine yıllar geçtikçe taze bir özgürlük çağrısına dönüşüyor. Ve bu çağrı hâlâ dinlenmekte: Belki bir pazar gününün sabahında, Boğaz’ın serinliğinde kulak kabartan bir genç tarafından veya Taksim’in kalabalığında bir dinleyici tarafından… Ziad’ın sesi, bizde bir kez konuştu mu, unutulmaz.


