Yeni kuşaklar yeni bir kimlik inşa edebilecek mi? Selçuk Türkyılmaz
Yenisafak sayfasından alınan verilere dayanarak, SonTurkHaber.com duyuruda bulunuyor.
Geçen yüzyılda ideoloji başlığı altında yayımlanan çalışmaların çok önemli bir kısmı oryantalist bakışın ürünüydü. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Doğu-İslam dünyası mercek altında olduğu için İslam ve ideoloji kavramlarının birlikte anılması bu bakışın bir yansımasıydı. Kitap ve makalelerde İslam’ın ideolojik yönü üzerinde durulmuş, birtakım İslâmî gruplar ve kişiler terör parantezine alınmıştı. Fakat İslam ve ideoloji kavramları birlikte ele alınırken bu çalışmaları yapanların zihin dünyası üzerinde durulmuyordu. Zamanla İslam’ın temel kaynakları da sorgulanmaya başlandı. Avrupa ve ABD üniversitelerinde üretilen bilgi kısa zamanda İslam coğrafyasına da sirayet etti. Bu çerçevede İslam coğrafyasında ortaya çıkan dinî ve siyasi hareketler üzerinde çokça yayınlar yapıldı. Ortaya çıkan yayınlarla ilgili eleştirel çalışmalar herhalde şaşırtıcı sonuçlara ulaştıracaktır. Ne yazık ki zamanla içe dönük bakışın dar sınırları içinde suçlayıcı bir dil inşa edildi ve dışarıya karşı öğrenme odaklı bir psikoloji tahkim edildi. Kabahati kendimizde aramalıyız söylemi bu dar çerçeve içinde oldukça işlevseldi.
İçe dönük bakışın dar sınırları üzerinde durmak son derece önemlidir. Kanaatime göre bu içe dönük bakış edebiyat dünyasında etkiliydi. Batı edebiyatının en seçkin eserlerinden İslam ve ideoloji kavramlarına tahsis edilmiş eserlere kadar oldukça geniş bir yelpaze karşısında öğrenme psikolojisini hemen hemen her kesim paylaştı. Hâlbuki iki büyük savaş Avrupa ülkelerinin ve ABD’nin hâkimiyet savaşlarından doğmuştu. Hem kendi içlerinde oldukça öldürücü savaşlara girişiyorlar hem de dışarıya karşı kuralsız bir siyaset takip ediyorlardı. Buna karşın daha düne kadar Avrupamerkezci bir bakışın yansımalarını her alanda görmek mümkündü. Bunun sonucunda Gazze’de İsrail’in sergilediği vahşet bile bu kadar zamanda oldukça sınırlı bir uyanışa vesile oldu. Çoğu kimsenin kabahati kendimizde aramalıyız söylemine hâlâ değer verdiğini söyleyebiliriz.
Kabahati kendimizde aramanın dar sınırlarına hapsolmamak için suçu başkalarına yüklemek gibi çocukça bir davranıştan bahsetmiyorum. Bu çerçevede kolonyalizm ve emperyalizm eleştirileriyle suçu başkalarının üzerine atmak arasında bağ kuranların çocuksu bir düşünceye teslim olduklarını söyleyebilirim. Bugün neredeyse bütün dünyada emperyalist hegemonyaya yönelik enstitüler kurulmakta ve zihin açıcı çalışmalar yapılmaktadır. Latin Amerika’dan Afrika’ya ve İslam coğrafyasından Asya’nın derinliklerine kadar Avrupa ülkelerinin kolonyal mirasına karşı eleştirel tutum oldukça farklı kesimler tarafından paylaşılmaktadır. Hatta Avrupa ve ABD üniversitelerinde de bu eleştirel tutum daha fazla sahiplenilmektedir. Bazı Yahudi yazarlar da bu çerçevede Siyonizm ve İsrail’e yönelik çalışmalarıyla öne çıkmaktadır. Bunlar Siyonizm’i de kolonyalist bir ideoloji olarak ameliyat masasına yatırıyorlar.
Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan bir konuşmasında bütün dünyanın içinden geçmekte olduğu fırtınalı bir döneme işaret etmişti. Cumhurbaşkanımız bu konuşmada Türkiye’yi, bu fırtınalı dönemde okyanuslarda seyir hâlindeki bir gemiye benzetmişti. Konuşmada geminin güvenli bir limana çekileceğinden şüphe duyulmaması gerektiği özellikle vurgulanmıştı. Sayın Cumhurbaşkanının güven telkin eden bu ifadelerinin dayanaktan yoksun olduğunu düşüneneler yanılıyor. Türkiye’den umudunu keserek kurtuluşu Avrupa ve ABD’de arayanlar büyük bir yanılgı içindedirler. Bu çerçevede dinî kimliği ile ön plana çıkan çevrelerin de ne yazık ki kurtuluşu Avrupa ve ABD şehirlerinde aramaya başladıklarını görebiliyoruz. Bu, elbette psikolojik sebeplerle de izah edilmesi gerekli bir durumdur. Burada özellikle Siyonizm gibi kolonyalist ideolojilerin kaynağı üzerine yapılan araştırmaların azlığının altını çizmek istiyorum. Bir devlet olarak Türkiye’nin bütün dünyayı etkileyen fırtınalı dönemden güçlenerek çıkacağına inanıyorum. Özellikle 2016’dan sonraki gelişmeler çok güçlü bir millileşme hareketine işaret ediyor. Fakat bu millileşme hareketine yeni kuşakların kişisel arayışları çerçevesinde dâhil olması ancak ve ancak güçlü fikirlerin yol göstermesiyle mümkün olacaktır.
İslam coğrafyasının sorunlu bölgelerinde Batı etkisindeki terör gurupları istikrarsızlığa sebep oluyordu. Terörün kaynaklarının kurutulmasından doğrudan bu örgütlerin etkilenmesi dikkate değer bir durumdur. Avrupa ve ABD kaynaklı Siyonizm gibi ideolojiler ise bunlara göre çok daha saldırgandır. Bunlar hem bireyleri hem de coğrafyamızı tehdit etmektedir. Bu yeni ideolojik dalgalanmayı sadece güvenlik önlemleriyle kıramayız. Yeni kuşaklara heyecan verecek yeni fikirler kimlik inşası açsısından da çok değerli olacaktır.


